Şekil renkleri

Metin renkleri


Bizi Sosyal Medyada Takip Edin

Taif Kuşatması

8 yıl önce
1.074 izlenme
Favorilerime Ekle
Favorilerimden Çıkar
Lütfen bekleyiniz...
Geniş Ekran Dar Ekran
Reklam 5 saniye sonra kapanacak.
Reklam
Reklamı Geç

Taif Kuşatması

Huneyn Harbinde Müslümanlar karşısında hezimete uğrayan Sakifliler,
yurtları olan Taife gidip sığınmışlardı; şehrin kapılarını üzerlerine kapayarak,
savaşmaya hazırlanmışlardı.
Burası, şirkin son sığınaklarından biriydi. Bir daha îman ve İslâm’a
karşı koyacak cesareti kendisinde bulamayacak bir şekilde başı ezilmeliydi.
Havazin ve Sakiflileri Müslümanlara karşı ayaklandıran Mâlik
b. Avf da gelip buraya sığınmıştı. Onun da yakalanıp hakettiği cezaya uğratılması gerekiyordu!
Bu sebeple Peygamber Efendimiz, mücâhidlerle birlikte Taife doğru
yol almaya başladı. Burasını çok iyi biliyordu. Seneler önce, burada hayatının
en acı ve acıklı günlerini yaşamıştı. Taiflileri İslâm’a davet etmeye
gelmişken, onlar kendisini taşa tutmuşlar, kan revan içinde bırakmışlardı.
İslâm Ordusu kısa zamanda Taif önlerine vardı. Fakat Sakifliler
kuvvetli kalelerine kapanmışlar ve bütün ihmâlleri göz önünde bulundurarak
bol miktarda yiyecek stoku da yapmışlardı.
Bu surları yarıp şehre dalmak elbette mümkün değildi. Bu sebeple
Resûli Ekrem, şehri muhasara altına aldı. Ordugâh surlara çok yakın
kurulmuş olduğundan, mücâhidler düşmanın yağmur gibi oklarına
mâruz kaldılar. Bu arada birkaç mücâhid de atılan oklarla şehid oldu.
Bunun üzerine Resûli Ekrem, ordugâhı surlardan uzaklaştırdı ve
bugünkü Taif Mescidinin yanma nakletti.Bu arada, yanında bulunan
hanımlarından Hz. Ümmü Seleme ile Hz. Zeyneb için iki çadır kuruldu.
Resûli Ekrem, namazlarını bu iki çadır arasında kılar ve orada otururdu.
Sakifliler, Müslüman olduktan sonra burada bir mescid yapacaklar ve
adına da “Sariye Mescidi” diyeceklerdir.
Muhasara esnasında çarpışma, karşılıklı şiddetli ok atışlarıyla devam etti.

Mancınık Kurularak Taiflilerin Taşa Tutulması
Muhasaranın uzadığını ve Sakiflilerin teslim olmaya niyetli görünmediklerini
anlayan Peygamber Efendimiz, bu sefer mancınık kurulup
düşmanın taşa tutulması hususunda mücâhidlerle istişarede bulundu.
Selmanı Fârisî Hazretleri, “Ben de bunu uygun görürüm! Çünkü biz
Fars ülkesinde düşman kalelerine mancınık dikerdik; onlar da bize karşı
mancınıklar dikerlerdi. Böylece, birbirimizi yenmemiz mümkün olurdu!
Mancınık kurulmadığı zamanlarda uzun müddet beklemek zorunda
kalırdık.” diye fikir beyan etti.
Resûli Kibriya Efendimiz, bu teklifi güzel karşıladı ve mancınık yapılmasını
emretti. Emri yerine getirildi. Daha önce orduda bulunanlarla
birlikte mancınıkların sayısı üç oldu. İslâm Ordusunda ayrıca iki
debbade [sığır derisinden yapılmış kuvvetli araba] vardı.
Mücâhidler bu debbadelerin altına girerek şehir kalesine yaklaşmak ve
duvarını kazıp delmeyi denedilerse de, bunda başarılı olamadılar. Zîra,
düşman askerleri tarafından atılan oklar, kızgın demir parçalan ve şişler,
bu derileri delip ilerlemelerine mâni oluyordu. Hattâ, bu arada İslâm Ordusu şehid de verdi.

Üzüm Asmalarını Kesmeye Teşebbüs
Muhasara uzuyor ve arzu edilen netice elde edilemiyordu. Bunun
üzerine Resûli Ekrem Efendimiz, bir başka tedbire başvurdu: Düşmanı,
iktisadî baskı altına almak için, şehrin dışındaki, Taiflilerin ileri gelenlerine
âit, kaliteli ve nâdir üzümler yetiştiren bağ ve bahçelerinin tahrip
edilip kesileceğini duyurdu ve kesilmesini mücâhidlere emretti!
Tek geçim kaynakları olan bağ ve bahçelerinin kesildiğini gören Sakifliler,
telâşa kapıldılar ve Peygamberimize, “Ey Muhammedi.. Mallarımızı
neden kesiyorsun? Bizi yenersen, ya onları alırsın yahut da dediğin gibi
Allah’ın rızasını ve akrabalık* hakkını gözeterek bize bırakırsın!” diye seslendiler.
Bunun üzerine Resûli Ekrem Efendimiz, “Ben, bağınızı, Allah rızasını
ve akrabalık hakkını gözeterek bırakıyorum!” dedi ve üzüm asmalarının kesilmesini menetti.
Bu arada, kahraman sahabî Hz. Hâlid b. Velid ortaya atılarak, düşmandan
çarpışacak er diledi. Fakat, düşmanda bu yolda hiçbir hareket
görülemedi. İçlerinden biri, Hz. Hâlid’in er dilemesine şu cevabı verdi:
“Bizden hiçbiri seninle çarpışmak üzere kaleden inmeyecektir. Biz, kalemizde
oturmaya devam edeceğiz; çünkü, yıllarca bize yetecek yiyecek
stokumuz var! Eğer bu yiyecekler tükenir ve sen de o zamana kadar
beklemeyi göze alırsan, o takdirde hepimiz kılıcımızı sıyırır, senin
karşına çıkar ve son nefesimize kadar seninle çarpışırız!”
Peygamberimizin anneannelerinden Atike, Sakiflerdendi.

Yeni Bir Taktik
Kuşatma uzadıkça uzuyordu. Sakiflilerinse kaleden çıkıp göğüs
göğüse çarpışmaya niyetleri yoktu. Teslim olmayı da düşünmüyorlardı.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, bir başka tedbire başvurdu.
“Kaleden inip yanımıza gelen ve Müslüman olan köle, hürdür!” diye ilân ettirdi.
Bu ilân üzerine 20’ye yakın köle kaleden indi ve İslâm Ordusuna
katılıp Müslüman oldu. Peygamber Efendimiz de onları âzad etti; sonra
da hepsini hâli vakti yerinde olan Müslümanlara teslim ederek, onlara
Kur’ân okutmalarını ve sünnetleri öğretmelerini emretti.
Sakifliler, Müslüman olduklarında, bu kölelerin kendilerine geri verilmesini
Peygamberimizden isteyecekler, Peygamberimiz ise, “Onlar,
Allah’ın âzad etmiş olduğu kimselerdir; sizlere geri veremem!” buyurarak
isteklerini reddedecektir.

Uyeyne b. Hısn ‘in İki Yüzlülüğü
Bir ara Uyeyne b. Hısn huzura çıkarak, “Yâ Resûlallah!.. İzin ver de
gidip onlarla konuşayım, onları İslâmiyete davet edeyim. Olur ki, Allah
onlara hidâyet ihsan eder!” dedi.
Resûli Ekrem Efendimiz izin verince, Uyeyne çıkıp Taiflilerin yanına
gitti; Peygamber Efendimize söylediklerinin tam aksine, onlara, “Vallahi,
Muhammed hiçbir zaman sizin gibisiyle karşılaşmadı. Kaleleriniz korunmaya
müsaittir. Direnmenize devam ediniz!” dedi.
Bundan sonra dönüp geldi.
Resûli Ekrem Efendimiz, “Ey Uyeyne!.. Onlara neler söyledin?” diye sordu.
Uyeyne hiç bozuntuya vermeden, “Onları Müslüman olmaya davet ettim!
‘Muhammed, sizi teslim almadıkça geri çekilmeyecektir. Kendiniz
için ondan eman alınız.’ dedim!” diye konuştu.
Uyeyne sözlerini bitirince, Peygamber Efendimiz hiddetle, “Yalan
söylüyorsun! Sen onlara, şöyle şöyle söyledin!” dedi ve onun söylemiş
olduğu sözleri teker teker nakletti.
Kızarıp bozaran Uyeyne af diledi: “Doğru söylüyorsun, yâ Resûlallah!..
Söylediklerimden dolayı Allah’tan affımı dilerim! Pişmanım. Allah’a tevbe ediyorum!”
O sırada Hz. Ömerü’lFaruk, “Yâ Resûlallah!.. Müsaade buyur da,
götürüp şunun boynunu vurayım!” dedi.
Resûli Ekrem Efendimiz, “Hayır!.. Ashabımı öldürüyorum diye, insanlar
hakkımda söz ederler!” diye buyurdu.

RESÛLİ EKREM’İN RÜYASI
Bu arada, Peygamber Efendimiz bir rüya gördü. Rüyasında kendilerine
bir kab tereyağı ikram ediliyor, bir horoz ise gagasıyla kabı devirip
içindeki yağı döküyordu.
Efendimiz rüyasını anlatınca, Hz. Ebû Bekir, “Yâ Resûlallah!.. Sanırım,
Taifliler hakkında umduğun şeye bugünlerde eremeyeceksin!” dedi.
Peygamber Efendimiz de aynı kanaatte idi; “Buna, ben de imkân
görmüyorum!” buyurdu.

Muhasaranın Kaldırılması
Resûli Ekrem, Taif i fethetmenin o anda kendisine nasîb olamayacağını
artık anlamıştı. Bundan sonraki bekleme, vakit kaybetmekten başka bir işe yaramayacaktı.
Bu arada ashabına, şimdilik kendilerine Taif i fethetme izni verilmediğini de duyurdu.
Bunun üzerine Hz. Ömer gelerek, “Göç etmeye hazırlanmaları, halka
duyurulacak mıdır?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz, “Evet… ” diye buyurdu.
Bunun üzerine Hz. Ömer, Müslümanlara Taif i terk etme hazırlıklarına
geçmelerini ilân etti. Hz. Ömer, o arada bir de, “Yâ Resûlallah!.. Sakifliler
aleyhinde dua etsen olmaz mı?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz, “Allah, onlar aleyhinde dua etmeye de izin vermedi.”
buyurdu; sonra da, “Siz hemen göç etmeye bakınız.” diye emretti.
Fakat, mücâhidlerin bir kısmı, netice almadan buradan ayrılmak
istemiyordu; hattâ, “Taif i fethetmeden nereye gideceğiz?” dedikleri de duyuluyordu.
Bu mücâhidler, gidip Hz. Ebû Bekir’e başvurdular. Hz. Sıddık onlara,
“Bu işi, Allah ve Resulü daha iyi bilir! Emir, Resûlullah’a gökten gelir.”diyerek cevap verdi.
Bunun üzerine Hz. Örnerü’lFaruk’un yanına vardılar, onunla konuştular.
Hz. Ömer ise, onlara şu cevabı verdi:
“Biz, Hudeybiye Hâdisesini gördük. Hudeybiye’de içime, Allah’tan
başkasına malûm olmayan bir şüphe girmişti. O gün, Resûlullah’a
(a.s.m.), hiç söylemediğim sözlerle başvurdum. Az kalsın, ev halkım ve
malım mahvolup gidecekti! Resûlullah’ın (a.s.m.), Allah tarafından
yaptığı işte bizim için hayır vardı. Halk için, Hudeybiye Sulhünden daha
hayırlı bir fetih olmamıştır. Resûlullalrın (a.s.m.) Peygamber olarak gönderildiği
günden Hudeybiye’de sulh şartlarının yazıldığı güne kadar
Müslüman olanlardan daha çok kimse, kılıç kullanılmadan Müslüman
oldular! Resûlullah’ın yaptığı işte hayır vardır! Ben, o Hudeybiye işinden
sonra, hiçbir zaman, hiçbir iş hakkında ona dönüp itiraz edemem. Bu iş
Allah’ın işidir; O, dilediğini Peygamberine vahyeder!”
Peygamber Efendimiz, umumî kanaatin, Taif te bir müddet kalmak
yönünde olduğunu fark edince, mücâhidlere, “Öyle ise, yarın sabah
çarpışmaya hazır olunuz!” diye buyurdu.
Sabah olunca, çarpışmaya girdiler. Ancak, bu çarpışma, yara almalarından
başka hiçbir işe yaramadı. Bundan öteye bir netice elde edemeyeceklerine
artık kendileri de kanaat getirdiler. Peygamber Efendimiz
tekrar, “İnşallah yarın döneceğiz!” deyince sevindiler. Hemen göç
hazırlıklarına başladılar. Peygamberimiz, onların bu hâline tebessüm buyurdu.
Resûli Ekrem Efendimiz, ordusuyla 30 gün kadar süren bir kuşatmadan sonra Taif ten ayrıldı.
Sakifliler, mücâhidleri fazlasıyla uğraştırmış, yormuş, yaralamış ve 14
kadar Müslümanı da şehid etmişlerdi. Bu sebeple, ayrıldıkları sırada,
Peygamber Efendimizden Sakifliler aleyhinde dua etmesini istediler.
Fakat, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz, ellerini
açarak, “Allah’ım, Sakiflilere doğru yolu göster; onları bize getir!” diye dua etti.
Kâinatın Efendisi, öylesine engin bir merhamet duygusuna, öylesine
bitmez tükenmez bir şefkat deryasına sahipti ki, en azılı düşmanlarının
bile mahvolmasına gönlü razı olmuyor, bilâkis onların da İslâm ve îman
nuruyla manen hayat bulmasını istiyor ve bunu Yüce Rabbinden niyaz
ediyordu.
Cirane ‘ye Dönüş
Resûli Ekrem Efendimiz, kuşatmayı kaldırdıktan sonra mücâhidlerle
birlikte Huneyn ve Evtas’ta alınan ganimetlerin muhafaza edildiği Cirane
mevkiine dönmek üzere Taif ten ayrıldı.

Süraka b. Cu ‘şum ‘un Müslüman Olması
Resûli Ekrem Efendimiz, ashabıyla Taif ten Cirane’ye doğru yol alıyordu.
Bu sırada Efendimize doğru birinin yaklaşmakta olduğu fark
edildi. Müslümanlar onu tanımadıklarından buna mâni oldular. Hattâ,
art niyetli biri olabilir zannıyla, “Sen nereye gidiyor, ne yapmak istiyorsun?”
diyerek üzerine yürümek bile istediler.
Müslümanların kendisini Peygamber Efendimize yaklaştırmayacağını
anlayınca, hicret esnasında Hz. Ebû Bekir’in kendisi için yazmış olduğu
yazıyı iki parmağının arasına alarak kaldırdı. “Yâ Resûlallah!.. Bu, benim
için yazdığın yazıdır. Ben, Süraka b. Cu’şum’um!” dedi.
Peygamber Efendimiz, onu tanıdı. “Bugün, verilen sözü yerine getirme
ve iyilik yapma günüdür!” buyurduktan sonra Müslümanlara, “Onu,
bana yaklaştırınız.” diye emretti.
Efendimizin huzuruna varan Süraka, şehâdet getirerek Müslüman oldu.
Süraka derki: “Resûlullah’a, ‘Yâ Resûlallah!.. Kendi develerim için doldurduğum
havuzlarımın başını yitirilmiş develer sararlar. Havuzumdan onları sulasam,
bana ecir ve sevab var mıdır?’ diye sordum. Resûlullah (a.s.m.),
‘Evet… Her ciğeri olanı sulamakta, insana ecir ve sevab vardır.’ buyurdu.
Bundan başka bir şey sormadım. Sonra kavmimin yanına vardım. Mallarımın
zekâtını ayırıp Resûlullah’a (a.s.m.) gönderdim.”
Ganimet ve Esirler Yoluna devam eden Efendimiz, Cirane mevkiine geldi.
Mücâhidlerin bu çarpışmalarda elde ettikleri ganimet ve esir sayısı
oldukça fazlaydı. Esir alınan kadın ve çocuk sayısı altı bini buluyordu.
Alınan ganîmet malları ise, 24 bin deve, 40 bin davar ve dört bin
ukiyye* gümüş idi.
Resûli Ekrem, Havazinlilerin gelip Müslüman olabilecekleri ihtimalini
göz önünde bulundurarak, esirlerin taksimine hemen başlamadı. Bu
arada, sahabînin birini Mekke’ye göndererek, esirler için elbiseler getirtip
hepsini giydirdi.
On geceden fazla beklediği hâlde, Havazinlilerin gelmediğini görünce,
esirleri Müslümanlar arasında bölüştürdü.

Havazin Heyetinin Gelişi
Esirlerin mücâhidler arasında taksim edilmesi işi henüz yeni bitmişti
ki, Havazinlilerden bir heyet çıkageldi ve Peygamber Efendimize,
Müslüman olduklarını, yurtlarındaki halkın da İslâmiyeti kabul ettiklerini haber verdi.
Havazinliler, Resûli Ekrem Efendimizin süt annesi Halime’nin mensup
olduğu kabile idi. Yâni, Allah Resulüne dadılıkta bulunmuş bir kabile
idi. Bunu ileri sürerek kendilerine lûtufkâr davranılmasını, mal ve
esirlerinin geri verilmesini istediler.
Resûli Ekrem onlara, “Ben, tevbe edip gelirsiniz diye, ganîmet ve
esirleri bölüştürmeyi uzun müddet tehir ettim! Fakat, siz artık çok geç
kalmış sayılırsınız. Esirleri, mücâhidler arasında taksim etmiş bulunuyorum.
Onları size tekrar iade etmem oldukça zor bir iştir!” dedi.
Bu konuşmasından sonra da onları iki şey arasında serbest bıraktı:
İsterlerse mallarını, isterlerse kadın ve çocuklarını tercih edeceklerdi.
Havazinliler, kadın ve çocuklarını tercih edeceklerdi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Hisseme ve Abdûlmuttâlib
Oğullan hissesine düşenleri size geri veriyorum.” buyurdu; sonra da,
“Öğle namazını kıldırdığım zaman, ayağa kalkarak, ‘Biz kadınlarımız ve
çocuklarımız hususunda Allah Resulünün Müslümanlar nezdinde,
Müslümanların da Allah Resulü nezdinde şefaatini diliyoruz.’ diye
konuşursunuz. Ben de hissemi bağışladığımı tekrarlar, Müslümanların
da bağışlamasını isterim!” diye tavsiyede bulundu.
Peygamber Efendimiz, öğle namazını kıldırınca, Havazinliler yapılan
tavsiye üzerine ayağa kalkarak, Hz. Resûlullah ve Müslümanlardan
esirlerinin bağışlamasını taleb ettiler.
Resûli Ekrem, halkın huzurunda yüksek sesle hissesine ve Abdûlmuttâlib
Oğulları hissesine düşen esirleri bağışladığını tekrarladı. Bunu
duyan Muhacir ve Ensâr’ın hepsi de kendilerine düşen esirleri bağışladılar.
Böylece, Resûli Kibriya’nın mübarek dillerinden dökülen bir iki cümleyle,
bir anda altı bin civarındaki esir kadın ve çocuk serbest bırakıldı.
Bu hâdise, hem Nebîyyi Muhterem Efendimizin engin şefkat ve merhametini
göstermek, hem de Müslümanların ona mutlak bağlılıklarını
aksettirmek bakımından şâyanı dikkattir.

Mâlik b. Avfın Müslüman Olması
Resûli Kibriya Efendimiz, Havazinlilere kadın ve çocuklarını geri verdikten
sonra, “Mâlik b. Avf ne yapıyor?” diye sordu.
Havazin temsilcileri, “Kaçıp, Taif Kalesine sığındı. Şimdi, Sakiflilerin
yanında bulunuyor.” dediler.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Ona haber veriniz ki, eğer
Müslüman olur, yanıma gelirse, kendisine ev halkını ve malını geri verir,
ayrıca da 100 deve ihsan ederim.” buyurdu.
Heyet, haberi kendisine götürünce, Mâlik, çıkıp Hz. Resûlullah’ın
huzuruna geldi ve Müslüman oldu. Resûli Ekrem, va’dettiği şekilde hem
kendisine malını ve aile halkını teslim etti, hem de 100 deve ihsanda bulundu.
Resûli Kibriya Efendimiz, 100 deve ihsanından başka, düne kadar
en şiddetli düşmanı olan Mâlik b. AvPı, kabilesinden Müslüman olanlar
üzerine bir de vali tâyin ederek taltif etti.
İnsanları güzel davranışları, tatlı sözleri ve bol bol ihsan ve iltifatları
ile gönülden fetheden Efendimizin bu ihsanı karşısında Mâlik b. Avf da,
“İnsanlar arasında Muhammed’in bir benzerini şimdiye kadar ne
görmüşüm, ne de işitmişim! Kendisinden ihsan edilmesi istenildi mi,
fazlasıyla verir. İstediğin takdirde, yarın meydana gelen hâdiselerden de
sana haber verir.” diyerek gönlünün fethedildiğini ifade etti.
Bir ay kadar önce Müslümanlara karşı büyük bir ordu hazırlamış olan
Mâlik b. Avf, o andan itibaren İslâm’ın emir ve hizmetindeydi.

Ganimetlerin Taksimi
Esirlerin sahiplerine iadesinden sonra, Resûli Ekrem Efendimiz, ganimetlerin
taksimine başlayacaktı.
O sırada bedevilerden bir kısmının, “Yâ Resûlallah, deveden, davardan
ganimetlerimizi bölüştür.” diyerek, Efendimizi rahatsız ettikleri ve
ridâsından çekiştirdikleri görüldü. Bedeviler o derece ileri gittiler ki,
Efendimiz bir ağaca dayanmak zorunda kaldı. Bu hareket karşısında
Kâinatın Efendisi, “Siz, Allah’ın size nasîb ettiği ganimeti aranızda
bölüştürmeyeceğimi mi zannediyorsunuz? Vallahi, ganîmet malları
Tihamen’in ağaçları sayısınca bile olsaydı, hiçbir cimrilikte ve korkaklıkta
bulunmadan onları aranızda bölüştürürdüm!” diye konuştu;
sonra da, eline bir deve tüyü alıp, herkesin görebileceği şekilde parmakları
arasında tutarak kaldırdı ve, “Ey insanlar!.. Vallahi, sizin ganimetinizden
beşte bir dışında, bana şu tüy kadar bile geçmiş bir şey yoktur!
Eteşte bir pay da, gerektiğinde yine sizlere harcanıyordur!” buyurdu.
Bundan sonra, ganîmet mallarını saydırdı ve herkesin hissesine düşeni dağıttırdı.

Müellefei Kulûb a Yapılan İhsan
Cirane’de bulunan İslâm Ordusunda, Mekke’nin fethi günü Müslüman
olmuşlardan iki bin kadar yeni îman etmiş kimseler yanında, henüz
İslâm’la şereflenmemiş Mekke ileri gelenlerinden de birçok kimse vardı.
Yeni îman etmişlerin îmanlarının sâbitleştirilmesi, îmandan mahrum bulunanların
ise İslâm’a gönüllerinin ısındırılması için, Peygamber Efendimiz bir usûle başvurdu.
Bilindiği gibi, ganimetin beşte biri Peygamber Efendimizin tasarrufundaydı.
Beytû’1Mâl nâmına alınan beşte birden istediği ve lüzum gördüğü yere sarfederlerdi.
İşte, yukarıda zikrettiğimiz sebep ve gayeye binâen, yeni Müslüman
olmuşları memnun etmek ve Müslümanlığa henüz pek ısınmamış
Kureyş ileri gelenlerinin gönlünü İslâm’a ısındırmak için beşte bir ganimetten
onlara fazlaca verdi.
Kureyş Reisi Ebû Süfyan’a, oğlu Yezid ve Muaviye’ye 100’er deve ve
40’ar ukiyye gümüş ihsanında bulundu. Böylece, Ebû Süfyan ve oğulları,
toplam 300 deve ve 120 ukiyye gümüş almış oluyorlardı. Böylesine
büyük bir kerem ve ihsana mazhar olan Ebû Süfyan, “Anam babam sana
feda olsun! Sen ne kadar cömert ve iyilik seversindir! Seninle harbettiğimiz
zamanlarda da sen ne kadar güzel harbederdin! Seninle sulh
yaptığımız zamanlarda da sen ne kadar güzel bir sulhçü idin! Allah seni
hayırla mükâfatlandırsın!” diyerek, Efendinizin cömertlik ve ihsan severliğini dile getirdi.
Bunun yanında, Resûli Ekrem, Kureyş ileri gelenlerinden bir kısmına
200, bir kısmına 100’er, diğer bir kısmına da 50’şer deve ihsan etti.900

Safvan b. Ümeyye ‘nin Müslüman Olması
Safvan b. Ümeyye, Peygamberimize ve Müslümanlara şiddetli düşmanlık
ve muhalefette bulunanlardan biri idi. Hattâ, Mekke’nin fethi
günü, görüldüğü yerde vurulması emredilenler arasında ismi yer
alıyordu. Fakat, o da gönlü şefkat deryasını andıran Efendimize iltica
edince, affa uğramıştı. Müslüman olması için de iki ay mühlet istemiş,
Peygamber Efendimiz ise ona dört ay mühlet vermişti!
O da İslâm Ordusuna katılmıştı.
Resûli Ekrem Efendimizin Cirane’de ganimetleri kontrol ettiği bir
sıradaydı. Gözü bir anda, henüz Müslüman olmamış Safvan’a takıldı. O,
deve ve koyunlarla dolu vadiye gözünü dikmiş, dikkatlice bakıyordu.
Bu dikkatli bakışı, Nebîyyi Muhterem Efendimizin mübarek gözlerinden
kaçmadı ve gönlünde yatanı sezmesine kâfi geldi.
“Ebû Vehbi.. Vadi pek mi hoşuna gitti?” diye seslendi. Safvan, “Evet…” dedi.
Bunun üzerine Efendimiz, “O hâlde, o vadi, içindekilerle beraber senin olsun!” buyurdu.
Safvan, birden şaşırdı; kulaklarına âdeta inanamıyordu. Hayatında
kendisinden istenen hiçbir şey için “Hayır.” demeyen Kâinatın Efendisinin
bu ihsanı, cömertliği ve keremi karşısında hayret içinde bir müddet
bekledikten sonra, “Peygamber kalbinden başka hiçbir kimsenin kalbi,
bu kadar temiz, iyi ve cömert olamaz!” diyerek, kalbinin fethedildiğini ifade etti.
Safvan, artık kendini, İslâm nurunun, nübüvvet güneşinin cazibesine
kaptırmıştı. Orada şehâdet getirerek Müslüman oldu.
Böylece, senelerin İslâm düşmanı Safvan b. Ümeyye, Müslüman olması
için aldığı dört ay mühletin henüz birinci ayı bitmişken, kendini
Müslümanlar safında buluyordu!
Müslümanlığını sâlih amellerle güzelleştiren Safvan, bu ihsanın âleminde
yaptığı tesiri sonradan şöyle dile getirecektir:
“Allah Resulü, bana bu ihsanda bulununcaya kadar, insanlar arasında
kendisine en çok kin beslediğim bir kimse idi. Ama bu ihsandan sonra,
insanların bana en sevgilisi olmuştu!”
Bu hâdise, Resûli Kibriya Efendimizin, insanları tanıma ve ona göre
muamelede bulunma san’atında ne derece mahir olduğunu açıkça
gösteren bir misâldir. İnsanları kazanmada,bâzan bir iltifatı, bâzan bir
tatlı sözü, bâzan bir tebessümü, gülümsemesi, bâzan güzel bir hareketi
ve bâzan da bir ihsanı yetiyordu! Onun bu ciheti bile başlı başına bir
tetkik konusu teşkil eder. Bu tetkik yapıldığı zaman görülecektir ki, Peygamberimiz
Hz. Muhammedi (s.a.v.), dost kazanma sırrını, insanların
gönlünü fethetmenin kanun ve kaidelerini tâ bin 400 küsur sene önce
eşsiz bir şekilde sözleri, hareketleri ve davranışları ile ortaya koymuştur.
Bir bakış, bir işaret, bir söz, bir tebessüm, bir hareket ile insanları
kendine musahhar edebilmek, insanoğlunun örnek alması gereken bir hasleti Nebevî’dir.

Sahabelerden Gelen İtiraz
Peygamber Efendimizin, Müslümanlığa henüz pek ısınmamış ve yeni
Müslüman olmuş kimselerin ruh dünyasına tesir etmek üzere
başvurduğu bu tatbikatın gerçek sebep ve hikmetini bilmeyen bazı
Müslümanlar, rahatsızlık duydular. Onlar, bu hareketle, Müslüman
olmamış veya yeni Müslüman olmuşların kendilerine tercih edildiği, âdeta
kendilerinden üstün tutulduğu zannına kapılmışlardı. Ne var ki,
Resûli Ekrem Efendimiz, asla böyle bir düşünceyle hareket etmemişti.
Nitekim, tasarrufunda hür olduğu beşte bir hisseden Müellefei
Kulûb’a bol ihsanda bulunduğu sırada, huzurlarına ashabtan Sa’d b. Ebî
Vakkas çıkmış ve, “Yâ ResûlallahL Cuayl b. Süraka dururken, siz tutup
Uyeyne b. Hısn ve benzerlerine 100’er deve verdiniz!” demişti.
Resûli Ekrem Efendimiz, şikâyetin mâhiyetini çok iyi anlamıştı. Evet,
ashabtan Cuayl, gerçekten maddî cihetten oldukça fakirdi; ama îman
cihetinde zengindi. İtirazın bu cihetten geldiğini bildiğinden, Resûli Ekrem,
Sa’d Hazretlerine şu cevabı vermişti:
“Vallahi, Uyeyne ve Akra gibilerle yeryüzü dolsa, Cuayl yine onların
hepsinden hayırlı ve daha faziletli olur! Ancak ben,onları İslâm’a, îmana
ısındırmak için bu tarz hareket ediyorum! CuayPı, tereddütsüz bağlı bulunduğu
Müslümanlığına ve âhirette kendisi için hazırlanmış bulunan
mükâfatlarına havale ediyorum!”

Ensâr ‘dan Bazı Kimselerin Konuşmaları
Peygamber Efendimizi asıl üzen, Medineli Müslümanların
bazılarından duyduğu sözlerdi. O Ensâr ki, Kâinatın Efendisi kendilerine
olan bağlılık ve sevgisini, “Benim hayatım sizin hayatınızladır; ölümüm
de sizin ölümünüzledir!” diyerek dile getirmişti.
Resûli Kibriya Efendimiz, daha düne kadar İslâm’a ve Müslümanlara
bütün şiddetleriyle düşman olan, din uğrunda en küçük bir fedakârlıkta
bulunmayan, bu yolda hiçbir zahmet ve meşakkat çekmemiş olan
kimselere bolca ihsanda bulunuyordu. Ashabı düşündüren buydu. Nebîyyi
Muhterem Efendimizin bu davranışının gerçek hikmetini anlayamadıklarından
dolayı da üzülüyorlar ve bu üzüntülerini tavırlarıyla belli
ediyorlardı. Hattâ, bazıları, hoşa gitmeyecek sözler de sarf ediyorlardı.
Ensâr’dan bazı kimselerin duyduğu bu üzüntü ve kırgınlığı, Resûli
Ekrem Efendimize, Sa’d b. Ubade Hazretleri ulaştırdı. Bunun üzerine
Peygamber Efendimiz, Ensâr’ı bir araya toplayarak, onlara, “Ey Ensâr
topluluğu!.. Söylememeniz gereken bazı nahoş sözleri söylediğinizi işittim.
Sizler şöyle şöyle demişsiniz!” diye hitab etti.
Bu hitab karşısında Ensâr’dan bazıları özür beyan ettiler: “Yâ Resûlallah!..
Bunları biz değil, birtakım gençlerimiz söylemişlerdir!”
Resûli Ekrem Efendimiz, buna rağmen sözlerine devam etti: “Ey Ensâr!..
Sizler yollarınızı şaşırmış kimseler iken ben yanınıza gelmedim mi?
Allah, benim vasıtamla sizlere hidâyet ihsan etmedi mi? Sizler fakir ve
yoksul iken, Allah benim vasıtamla sizi zengin kılmadı mı? Sizler
birbirinize düşman idiniz. Allah benim vasıtamla kalblerinizi birbirine
ısındırıp birleştirmedi mi?”
Ensâr cemaati: “Evet, yâ Resûlallah!..” dediler, “Sen bizi karanlık içinde
buldun; senin sayende aydınlığa, nura kavuştuk! Sen, bizi bir ateş çukurunun
başında buldun; senin sayende ondan kurtulduk! Sen bizi dalâlet
ve şaşkınlık içinde buldun; senin sayende doğru yola kavuştuk! Bizler,
Allah’ı Rab, İslâmiyeti din, Muhammed’i (s.a.v.) de peygamber olarak
kabul etmiş bulunuyoruz! Allah ve Resulünün üzerimizdeki minnet ve
nîmetleri her şeyden üstündür; Allah ve Resulüne minnettarız! Yâ
Resûlallah, sen dilediğini yap!”
Buna rağmen, Nebîyyi Ekrem Efendimiz, sözlerine son vermedi.
Gönüllerinde en küçük bir endişenin, en ufak bir kırgınlığın kalmasını
istemiyordu. Sözlerine şöyle devam etti:
“Ey Ensâr cemaati!.. Siz isteseydiniz şöyle diyebilirdiniz ve muhakkak
doğruyu söylemiş olurdunuz: ‘Sen, bize yalanlanmış olduğun hâlde
geldin; biz, seni doğruladık! Sen, bize terk edilmiş olarak gelmiştin; biz,
senden hiçbir yardımı esirgemedik! Sen, yurdundan kovulmuştun; biz
sana kendi nefsimiz gibi baktık.’ Evet, böyle deseydiniz, muhakkak ben
de sizi bu hususta tasdik ederdim!”
Karşılıklı bu konuşmalardan sonra, Resûli Ekrem Efendimiz, asıl
söylemek istediğini şu veciz ve müessir cümlelerle ifade etti:
“Ey Ensâr cemaati!.. Bazı insanlar elde ettikleri dünyalıklar, develer,
koyunlar ile çıkıp giderlerken, sizler Allah Resûlüyle beraber yurdunuza
dönmeye razı değil misiniz?”
Medineli Müslümanlar bu soruya haykırarak, “Evet, yâ Resûlallah!..
Biz, buna razıyız!” cevabını verdiler.
Bu cevap üzerine Peygamber Efendimiz, mânâ âlemlerini bir anda
değiştiren hitabesini şöyle bağladı:
“Muhammed’in varlığı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki,
eğer hicret fazileti olmasaydı, Ensâr’dan bir fert olmayı arzu ederdim!
“Allah’ım!.. Ensâr’ın oğullarına, onların da oğullarının oğullarına acı ve merhamet et!”
Fahri Kâinat Efendimizin bu samimi, bu muhabbet ve sevgi dolu sözleri
karşısında, Medineli Müslümanlar, kendilerini tutamayarak hıçkıra
hıçkıra ağladılar; öyle ki, gözlerinden akan yaşlar sakallarını ıslattı!
Artık kesin kararlarını vermişlerdi: “Biz, ganimet payı olarak
Resûlullah’a razıyız; başka hiçbir şey verilmezse bile!..”

Eşsiz bir ganimet hissesi!
Cenâbı Hakk, Sevgili Resulüne işte böylesine müstesna bir ikna kabiliyeti
ihsan etmişti. Bir taraftan en şiddetli düşmanlarını ruhlara tesir eden
sözleriyle İslâm’ın sinesine celbederken, diğer taraftan dostların kendisine
karşı duydukları kırgınlıkları da bir çırpıda bir tek hitâbesiyle gidebiliyordu!
Cirane ‘den Mekke ‘ye Zilkade ayının bitmesine 12 gün kalmıştı.
Nebîyyi Ekrem Efendimiz, Cirane’de bulunduğu zaman zarfında,
içinde namazlarını eda ettiği mescide giderek orada namaz kıldı, duada
bulundu, sonra da umre için ihrama girdi. Daha sonra Cirane’den
ayrılarak, Ashabı Kiram’la gece Mekke’ye girdi. Yol boyunca telbiye getiren
Efendimiz, Beytullalvı görünce telbiyeyi kesti. Sabahleyin ashabıyla
birlikte Kâbei Muazzama’yı tavaf etti. Sonra da Safa ve Merve arasında
sa’y yaptı. Sa’yin yedinci devresinde Merve yanında başını tıraş etti.
Bu umrede Efendimiz, kurban kesmedi.

Medine ‘ye Dönüş
Resûli Kibriya Efendimiz, artık Medine’ye dönmek niyetindeydi.
Bunun için, daha önce Mekke valiliğine tâyin ettiği Attab b. Esîd’e aynı
vazifeyi tekrar verdi. Muaz b. Cebel Hazretlerini de İslâm’ı anlatmak ve
Kur’ân öğretmek üzere orada bıraktı.
Bundan sonra Mekkei Mükerreme’den yola çıktı. Zilkade ayının bitmesine
birkaç gece kala Medinei Münevvere’ye kavuştu.

Umman ve Bahreyn Hükümdarlarının Müslüman Oluşu
UMAN HÜKÜMDARININ VE KARDEŞİNİN İSLÂM’A DAVET
EDİLİŞİ
(Hicret ‘in 8. senesi Zilkade ayı)
Peygamber Efendimiz, Mekke’nin fethi ve Huneyn muzafferiyetinin
verdiği sevinç ve huzur içinde ashabıyla Medine’ye dönmüştü. Şirkin
beli kırılmış, kabileler dalga dalga İslâm nuruna koşmuşlardı. Müslümanlara
âdeta yeni bir kan, yeni bir heyecan ve cihad ruhu gelmişti.
Arabistan’ın hemen her tarafında İslâm’ın şerefli bayrağının dalgalanmaya
başlaması, onlara huzur ve saadet veriyordu.
Bununla birlikte, kendilerine henüz İslâm daveti ulaşmamış hükümdarlar
da vardı. Resûli Ekrem, Medine’ye döner dönmez, bu maksatla
Amr b. Âs Hazretlerini Uman’a gönderdi. Vazifesi, Hükümdar Ceyfer ile
kardeşi Abd’e, kendisine verilen mektubu teslim etmek ve kendilerine
İslâm’a davette bulunmaktı.
Uman, YemenHind Denizi sahilinde, Basra Körfezinin darlaştığı yerdeki
büyük şehirlerden biri idi. Hurma bahçeleri ve ekinleriyle meşhur
olan bu şehirde o zaman Ezdîler hâkim durumda bulunuyorlardı. Bunlar
yanında başka ırktan halk da vardı.
Amr b. As Hazretleri, emir gereği Uman’a vardı ve mektubu hükümdara
ve kardeşine teslim etti. Açılan mektupta, Hz. Resülullah’ın
kendilerine şöyle hitab ettiğini gördüler:
“Bismillahirrahmânirrahîm!
“Allah’ın Resulü Muhammed b. Abdullah’tan Cülenda’nın oğulları
Ceyfer ve Abd’e!..
“Hidâyete uyanlara, doğru yolu tutmuş olanlara selâm olsun!
“Bundan sonra derim ki:
“Ben her ikinizi İslâm’a davet ediyorum! Müslüman olun ki selâmete eresiniz!
“Ben, sağ olanları âhiret azabıyla korkutmak, kâfirler hakkında da
Allah’ın hükümlerini tatbik etmek için Allah’ın bütün insanlara gönderdiği Resulüyüm!
“Eğer İslâm’ı kabul ederseniz, hükümdarlığınız size bakî kalacaktır;
eğer Müslüman olmaktan uzak durursanız, şüphesiz, hükümdarlığınız
elinizden çıkacak, süvariler meydanınızı çiğneyecek ve peygamberliğim
sizin mülk ve saltanatınızı mağlûb edecektir!”
Ceyfer ile kardeşi Abd, önce Müslüman olup olmamak hususunda
tereddüt geçirdiler; bir müddet sonra da bu tereddütlerinden kurtularak,
İslâmiyetle şereflendiler ve Efendimizin risâletini tasdik ettiler. Bununla
da kalmayan Cülenda Oğullan, halkı da Müslüman olmaya çağırdılar.
Bu daveti duyan halk da seve seve Müslüman olmayı kabul etti.
Bunun üzerine, Peygamber Efendimizin emir ve tavsiyeleri gereğince,
Amr b. As Hazretleri, buranın idarî işlerini üzerine aldı. Amr (r.a.),
Müslüman zenginlerden zekât ve sadaka toplayacak, onları fakirlere
dağıtacaktı; ayrıca, Mecûsîlerden cizye alacak, Müslümanlar arasındaki dâvaları da halledecekti.”
Peygamber Efendimizin vefatına kadar, Hz. Amr, bu işleri yürütmek üzere Uman’da kaldı.

BAHREYN HÜKÜMDARININ MÜSLÜMAN OLUŞU
(Hicret ‘in 8. senesi Zilkade ayı sonları)
Peygamber Efendimiz, İslâm’a davet etmek üzere, Alâ’ b. Hadremî’yi,
bir mektupla Bahreyn Hükümdarı Münzir b. Sava’ya gönderdi. Alâ b.
Hadremî’yle birlikte Hz. Ebû Hüreyre de bulunuyordu.
Bahreyn, Hindistan ile Basra ve Uman arasında bulunan deniz
sahilindeki memleketlerin hepsine verilen addır. Halkının bir kısmı
Mecûsî, bir kısmı Yahudî, diğer bir kısmı ise Hıristiyan idi.
Alâ’ b. Hadremî, Münzir b. Sava’nın yanına vararak, Peygamber
Efendimizin mektubunu teslim etti. Mektupta şunlar yazılı idi:
“Bismillahirrahmânirrahîm! “Hidâyete uyanlara selâm olsun!
“Ben, seni İslâm’a davet ederim! Müslüman ol, selâmete er! Allah, iki
elinin altında bulunan (hükümdarlığını) yine sende bırakır.
“Şunu da bilmiş ol ki, benim dinim, develerin ve atların gidebilecekleri
yerlere kadar uzanacak, hâkim olacaktır.”
Alâ’ b. Hadremî ile aralarında geçen kısa bir konuşmadan sonra Münzir
b. Sava, Mecûsî Din Başkanı Sibuht’la birlikte Müslüman oldu.
Böylece Münzir, dünya saltanatı yanında ııhrevî saltanatı da temin edecek îmanı elde ediyordu.
Hükümdar ve dinî reisle birlikte halktan birçok kimse de İslâm’la şereflendi.
Hükümdar Münzir, Peygamber Efendimize bir mektup gönderdi.
Müslüman olduğunu, peygamberliğini de tasdik ettiğini bildirdikten
sonra, Müslüman olmayanlar ve ülkesinde bulunan Mecûsîlerle
Yahudiler hakkında nasıl davranması gerektiğini soruyordu.
Resûli Ekrem Efendimiz, Münzir’in bu mektubuna şu cevabı verdi:
“Bismillahirrahmânirrahîm!
“Muhammed Resûlullah’tan, Münzir b. Sava’ya!..
“Allah’ın selâmı üzerine olsun!
“Ben, sana olan hidâyet nimetinden dolayı O’ndan başka ilâh bulunmayan Allah’a hamdederim!
“Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in de Allah’ın
kulu ve Resulü olduğuna şehâdet ederim!
“Mektubunu aldım; okutup içindekileri dinledim.
“Sana, Yüce Allah’ı, O’nun emir ve yasaklarına göre hareket etmeni
hatırlatırım! Muhakkak ki, nasihat eden kimse, onunla kendisi de nasihat
almış, sevabından istifade etmiş olur.
“Elçilerime itaat eden ve onların emirlerine riâyet eden kimse, bana itaat
etmiş sayılır; onları öğütleyen, dinleyen, beni dinlemiş olur.
“Elçilerim, seni bana övdüler ve hayırla andılar! Senin, kavmin
hakkındaki şefaat ve iltimasını kabul ettim! Onlardan Müslüman olanları,
Müslüman oldukları şeylere göre bırak.
Günahkâr olanların, geçmişteki suçlarını geç; onları geçmişte işlediklerinen mes’ul tutma!
“Şunu bilmiş ol ki, sen iyi davrandıkça, işinden seni uzaklaştırmayınız,
vekilimiz olarak orada kalırsın!
“Yahudilik ve Mecusîliklerinde devam etmek isteyenlere gelince… Onları cizyeye bağlarsın.
“Selâm ve Allah’ın rahmeti üzerine olsun!”
Peygamber Efendimizin, muhtelif tarihlerde Münzir b. Sava’ya birkaç
mektup daha gönderdiği ve Münzir’in ise bunlara cevap verdiğini de burada kaydedelim.
Resûli Ekrem Efendimizin emri gereğince, Alâ’ b. Hadremî burada
kaldı ve Müslüman olanlardan öşür, müşriklerden ise cizye almakta devam etti.
Yine, Hicret’in 8. yılında etraf kabilelerden birçok heyet Medine’ye
gelerek M’üslüman olduklarını, Hz. Resûlullah’ın huzurunda izharda bulundular.”

Reklam
BU VİDEOYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
Yorum Yap

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bu konuya henüz bir yorum yapılmadı.