Fethullah-ı Verkânisî (k.s)
Fethullah-ı Verkânisî (k.s)
On dokuzuncu yüzyılda Anadolu’da yetişen evliyâdan. İsmi, Fethullah’tır. Verkânisî diye de meşhur olmuştur. Babası Şeyh Mûsâ el-Mardinî’dir. Siirt’in Minar nâhiyesine bağlı Verkanis köyünde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1899 (H.1317) senesinde Bitlis’te vefât etti.Kabri Bitlis vilâyet merkezindeki türbesindedir. Fethullah-ı Verkânisî, medreseye giderek zamânın usûlüne göre ilim tahsîl etti. İlimde yükseldikten sonra “Seydâ” ve “Üstâd-ı âzâm” isimleriyle meşhur olan, Nakşibendiyye yolu büyüklerinden, büyük velî Abdurrahmân Tâhî (Tâgî) hazretlerinin sohbetlerine devâm etti. Ona talebe olup ilim meclislerinden ve sohbetlerinden istifâde etti. Uzun seneler hizmetinde bulunup tasavvuf yolunda ilerledi. Kardeşi Şehmuz ise, Fethullah-ı Verkânisî’nin aksine dünyâya yöneldi. O da dünyâ yönünden ilerledi. O kadar zengin oldu ki, birçok şehirlerde onun mağazasını bulmak mümkündü. Fakat zengin olmasına rağmen kıtlık yıllarında açlık ve sefillik içinde öldü. Hattâ kefen alacak para bulamadıkları için yorganının yüzünü söküp ona kefen yaptılar. Bugün için ismi kayboldu. Hiç kimse Şehmuz diye birisinin yaşamış olup olmadığını bilmemektedir. KardeşiŞehmuz’un vefâsız olan dünyâya bel bağladığından âkıbeti perişan olurken; Fethullah-ı Verkânisî ise rıza-i ilâhiyi aradı ve Allahü teâlâ ona maddî ve mânevî nîmetler ihsân etti. Evliyâlık yolunda ilerleyip Nakşibendiyye yolu ileri gelenleri arasında yer aldı. İlimde ve tasavvufta yüksek derecelere ulaşması sebebiyle hocası Abdurrahmân Tâhî hazretleri ona talebe yetiştirmek ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak husûsunda icâzet, diploma verdi. Abdurrahmân Tâhî, oğlu Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî’yi yetiştirmek üzere ona teslim ettiği gibi ayrıca, kızı Tayyibe Hâtunla da evlendirdi. Hocasının izni ve emri üzerine insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak üzere köy köy dolaşan Fethullah-ı Verkânisî bir taraftan da talebe yetiştiriyordu. Hattâ kışın karda kızağına binip köylere irşâd için giderken Muhammed Ziyâüddîn-i Nurşînî’ye kendi kızağını çekmesini emretti. Onun hocasının oğluna böyle muâmele etmesine, Abdurrahmân Tâhî’nin diğer talebeleri îtirâz ettiler. “MuhammedZiyâüddîn, şeyhinin oğludur, onun için hâtırını hoş tutması, onu incitmemesi, ona hürmet etmesi lâzım olduğu halde, nasıl olur da o kızağa binip keyif sürerken şeyhinin oğlu zahmet ve meşakkatla kızağını çekiyor.” dediler. Onların bu îtirâzlarına Fethullah-ı Verkânisî; “Üstâdım Seydâ (Abdurrahmân Tâhî) oğlunu bana teslim etti ve ben de böyle hareket etmeyi uygun görüyorum. Yok eğer size teslim etmişse bildiğiniz gibi hareket etmekte serbestsiniz.” şeklinde cevap verdi. Şeyh Fethullah-ı Verkânisî, Şeyhinin oğluna hürmet etmesi, önünden kalkıp arkası sıra gitmesi gerektiğini biliyordu. Fakat hocasının oğlunun kendisine hizmet edip mânevî derece kazanması için böyle yapıyordu. İlim ve fazîlette yüksek derece sâhibi bir velî olan Fethullah-ı Verkânisî, hocasının oğlundan başka pekçok talebe de yetiştirdi. Bitlis vilâyetine bağlı Mutki ilçesinin Ûhin (Yukarıkoyunlu) köyünde bulunan kendi oğlu Alâüddîn-i Uhinî de en önde gelen talebelerinden ve halîfelerindendir. Fethullah-ı Verkânisî’nin hocası Abdurrahmân Tâgî, vefât ederken onu yerine halîfe tâyin etti. Abdurrahmân Tâgî vefât edeceği zaman oğlu Muhammed Ziyâüddîn’in üzüntülü ve ağlamakta olduğunu görüp sebebini sordu.Oğlu Muhammed Ziyâüddîn-i Nurşînî; “Efendim! İnsanın babası büyük tüccar olur da onun mîrâsından istifâde edemezse ondan daha acı şey olur mu, diye üzülüp ağlıyorum.” diye cevap verdi. Abdurrahmân Tâgî hazretleri; “Doğru söylüyorsun ama, ben seni başkalarının oğlundan ayırt etmedim. Başkasının oğlu yanımda nasıl idiyse, sen de aynı durumdaydın. Aranızda fark gözetip sana özel muâmele yapmadım. Diğerlerinden ayırmadım. Fakat Şeyh Fethullah seni başkalarından ayıracak.” buyurdu. Şeyh Fethullah-ı Verkânisî hocasının bu işâretini emir kabûl edip, Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî’ye özel îtinâ gösterdi. Onu; evliyâlık yolunda yükseltip, bir-iki sene içinde irşâd ile yâni insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp, onların dünyâ ve âhirette saâdete, kurtuluşa ermeleri için çalışmakla vazîfelendirdi. Onu huzûruna çağırıp; “Artık sen yetiştin. Buyur babanın makâmına geç ve irşâda başla.” diyerek irşâd makâmına oturttu.Hocasının sağlığında ve vefâtından sonra yirmi dört sene insanlara İslâmiyeti anlatan Muhammed Ziyâüddîn-i Nurşînî, Birinci Cihân Savaşı sırasında talebeleriyle ve sevenleriyle birlikte Rus veErmenilerle savaştı. Kardeşi MuhammedSaîd, Muhammed Eşref ve birçok talebeleri şehîd oldular. Kendisi de bir merminin isâbeti sonunda bir kolunu kaybetti. Din, vatan ve milletine yaptığı hizmetleriyle zamânının âlimleri ve devlet adamlarının sevgilerine kavuştu.Tasavvuf yolunda babasına ve hocası Fethullah-ı Verkânisî’ye lâyık bir zât oldu. Şeyh Fethullah-ı Verkânisî talebelerine ve sevenlerine bir sohbeti sırasında; “Akıllı kimsenin, mümkün olduğu kadar, dünyâdan yüz çevirmesi lâzımdır.” buyurdu. Fethullah-ı Verkânisî hazretleri uzun bir ömür sürdü. Ömrünün sonlarına doğru Bitlis’e gelip yerleşti. Vefât edeceğini haber verdi. Fethullah-ı Verkânisî’nin talebelerinden biri rüyâsında Îsâ aleyhisselâmı gördü. Rüyâsında Îsâ aleyhisselâm vefât etmişti. Kefenledikten sonra mescidin kapısının yanında defn için hazırlanıyorlardı. İnsanlardan büyük bir kalabalık toplanmıştı. O kalabalıktan bir kimse Îsâ aleyhisselamın cenâzesinde bulunmak üzere Şeyh Fethullah-ı Verkânisî’yi çağırıyordu. Fethullah-ı Verkânisî gelip Îsâ aleyhisselâmın cenâzesinde bulundu. Onu defnettiler. Rüyâyı gören kimse bu rüyâsını Fethullah-ı Verkânisî’ye haber verdi. Fethullah-ı Verkânisî bu asırda bulunan büyük bir velînin vefât edeceği şeklinde bu rüyâyı tâbir etti. Rüyâyı anlatan talebe, Fethullah-ı Verkânisî’nin kendisinin vefât edeceğini haber verdiğini anladı. Bir müddet geçtikten sonra Fethullah-ı Verkânisî vefât etti. Fethullah-ı Verkânisî kendisi için bir ev yaptırıyordu. O, kendisini işâret ederek; “Filan kimse bu evin içinde oturmaz.” buyurdu. Evin inşâatı bitti, fakat Fethullah-ı Verkânisî evde oturmadan vefât etti. Fethullah-ı Verkânisî vefâtından iki sene kadar önce talebelerinden birine; “Sen niçin hacca gitmedin?” diye sordu. Çünkü o, talebelerinin her türlü hayırlı işlerini teşvik ederdi. Ertesi sene olunca talebesi hac yolculuğu için gerekli hazırlıkları yapıyordu. Fethullah-ı Verkânisî hazretleri, insanlara İslâmiyeti anlatmak üzere çıktığı bir yolculuktan dönünce, yapılan hazırlıkları gördü. Hanımına dedi ki: “Eğer Allahü teâlânın emri olmasa, onu bu seferden men ederdim. Çünkü vakit daraldı, yâni benim vefâtım yaklaştı. Talebelerimden en yakın olanı ve bana en faydalı olanı budur.” Aradan fazla geçmeden vefât etti. Vefâtından bir sene kadar önceydi. Ramazan ayının otuzuncu günü sabah namazından döndükten sonra ocağın karşısına oturdu ve hanımına buyurdu ki: Bu gece ay, evliyânın sultanı Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni’ye gelerek; “Esselâmü aleyküm ey Allahü teâlânın veli kulu. Ben ramazan ayıyım. Sana geldim ve vedâ etmek istiyorum. Çünkü bu son bir araya gelişimizdir.” dedi. “Bu sözleri söyledikten bir müddet sonra ertesi sene Ramazan ayına erişmeden vefât etti. Talebesi Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî, vefât etmeden önce Şevval ayı içerisinde Fethullah-ı Verkânisî hazretlerine gelerek bâzı talebelerine hilâfet verip vermeyeceğini sordu. Fethullah-ı Verkânisî ona cevap olarak; “Sonbahara kadar bekleyin. O zaman işler kolay olur. O zaman işler sana kalır ve istediğin gibi hareket edersin.” buyurdu. Böylece kendisinin vefât edeceği zamânı ve yerine Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî’yi halîfe bırakacağını işâret etti. Dediği zaman da vefât etti. Vefâtından üç ay kadar önce talebelerinden birine: “Oğlum Alâeddîn’i sana teslim ettim. Ona sonuna kadar ders okutamayacağım.” dedi. Sonra oğlu Alâeddîn’e dedi ki: “Sana Vadia Risâlesi’nden ders okutuyordum. Geriye bir ders kaldı. Fakat bundan sonra okutamayacağım. Sana ders verme işini hocana bıraktım.” buyurdu. Böylece vefâtını işâret etti ve bu onun son dersi oldu. Fethullah-ı Verkânisî, son zamanlarında bile Peygamber efendimizin ve Ehl-i beytinin sevgisiyle doluydu. Ölüm hastalığı sırasında Peygamber efendimizin hayâtını ve güzel ahlâkını anlatan Mevâhib-i Ledünniyye kitabını ve şerhini mütâlaa ediyordu. Birinci cildini okudu. Vefâtından yedi gün kadar önceydi. Hanımı Tayyibe Hâtuna; “Lambayı tut. Bu kitabı bitirmeden bırakmaya gönlüm râzı değil.” dedi.Birinci cildi okuyup bitirdikten sonra; “Bana diğer cildi veriniz.” dedi. Ona ikinci cildi verdiler. Okumaya devâm etti. Sonunda okuyacak tâkatı kalmadı. Ondan da üç sayfa kadar okudu. Hazret-i Ali ile hazret-i Fâtımâ’nın evlenmeleri husûsuna gelince durdu. Kendinden geçip dalgın bir hâle geldi. Hastalığı sırasında oğlu Alâeddîn’e âlim ve sâlihlerle bulunmasını tavsiye etti.Ayrıca sadaka vermesini emretti. Çünkü sadaka, hastalıklarının şifâsı olacaktı. Ayrıca her sene bir kendisi bir de hocasının rûhu için kurban kesilmesini vasiyet etti. Vefât edeceği gün oğlu Alâeddîn ve talebeleri yanına geldiler. Ona yönelerek oturup ağladılar. Fethullah-ı Verkânisî onlara baktı ve yüzlerinde üzüntü belirtilerini gördü. Onlara; “Ağlamayınız!Allahü teâlâ benim hastalığıma şifâ verirse, sizin babanızım. Eğer şifâ bulamazsam, babanız yâni size sâhip çıkacak olan Muhammed Ziyâüddîn’dir. Çünkü onun insâfı diğer insanların insafından fazladır.” buyurdu. Devâm ederek; “Ölüm sarhoşluğu olan bu son ânımda, gasl ânımda ve defnedilmem esnâsında benimle ilgili hiçbir sünneti terk etmeyiniz.” dedi. Fethullah-ı Verkânisî vefât edeceği günün sabahı ebedî yolculuk için gerekli hazırlıkları yaptı. Rabbinin huzûruna temiz çıkmak için gusül (boy) abdesti aldırıldı. Sağ tarafının üzerine kıbleye karşı yatırılmasını istedi. Bir an evvel Allahü teâlâya kavuşmayı arzuluyordu. Zaman zaman diğer yanı üzerine de çevriliyordu. Bâtın hâliyle Allahü teâlâyı zikrediyordu. Yâni sesli olarak herhangi bir tesbih veya kelime söylemiyordu. Vefâtı yaklaştığı sırada misvakının yıkanarak kendisine verilmesini söyledi. Misvakını yıkayıp getirdiler. Bir defâ dişlerini misvakladı. Fakat kollarını oynatacak tâkatı kalmadığı için talebelerinden birisi misvakı alıp, onun dişlerini misvaklamaya devâm etti. Ayrıca hocasının halîfelerinden Molla Reşîd’e; Yâsîn sûresini okumasını söyledi. Yâsin-i şerîf bitince, Şeyh Fethullah-ı Verkânisî; “Lâ ilâhe illallah.” dedi ve yüzünün su ile mesh edilmesini istedi. Fethullah-ı Verkânisî Allahü teâlâya kavuşma vaktine yaklaştıkça yüzü güzelleşiyordu. Nihâyet 1899 (H.1317) senesi Cemâziyelevvel ayının 21. Salı günü Bitlis’te vefât etti. Defin için gerekli hazırlıklar yapıldı. İnsanlar grup grup cenâze namazını kıldılar. Vasiyeti üzerine evinin yanında defnedildi. Fethullah-ı Verkânisî’nin Bitlis’te bulunan türbesi sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir. Onun Nakşibendiyye yolunun edeplerini anlatan bir risâlesi vardır. GELEN HEDİYE Fethullah-ı Verkânisî, Sibgatullah Arvâsî’nin talebelerinden birisine; “Ben vefât edinceye kadar başkasına söylememen şartıyla sana bir şey anlatacağım.” buyurdu ve devâm ederek; “Bana Sıbgatullah Arvâsî ve hocam Abdurrahmân-ı Tâgî ile üç hûrî geldi.Hûriler gâyet süslü elbiseler giymişler, yüzleri ayın on dördü gibi parlar vaziyetteydi.Sıbgatullah Arvâsî ve hocam Abdurrahmân Tâgî bana; “Biz sana, bizimle gitmen için geldik. Senin Allahü teâlâya kavuşma vaktin yaklaştı.” dediler. Ben onlara; hoş geldiniz, dedim. Onlardan hûriler hakkında sordum. Bu hûrilerden biri Sıbgatullah Arvâsî için, birisi hocam Abdurrahmân Tâgî içindir. Diğeri kim içindir, dediğimde; “Allahü teâlâ o hûriyi sana hediye gönderdi.” Ben onlara, benim hastalığım pek şiddetlendi. Hûri nerede, ben nerede? Ben kendi derdimle meşgûlüm, deyince, onlar; “Allahü teâlâ böyle emretti.” buyurdular. Sonra, ben Rabbimin verdiklerine râzıyım, dedim. Bu konuşmalar sırasında bu üçüncü hûrinin hocamın kızı olan hanımım olabileceği aklıma geldi. Dikkatle bakınca onun olmadığını anladım. Bu hûri, Allahü teâlânın hazînelerinden bir ihsânıdır, diye düşünüp, Allahü teâlâya şükrettim.” 1) Sohbetler; s.11,21 |