Şekil renkleri

Metin renkleri


Bizi Sosyal Medyada Takip Edin

Alvân Hamevî (k.s)

8 yıl önce
979 izlenme
Favorilerime Ekle
Favorilerimden Çıkar
Lütfen bekleyiniz...
Geniş Ekran Dar Ekran
Reklam 5 saniye sonra kapanacak.
Reklam
Reklamı Geç
Alvân Hamevî (k.s)

Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ali bin Atiyye bin Hasan bin Muhammed bin Haddâd Heytî Hamevî Şâzilî olup, Alvân diye meşhûrdur. 1468 (H.873) senesinde doğdu. Doğum yeri belli değildir. 1530 (H.936) senesi Cemâzilevvel ayında Hama’da vefât etti. Vâz ettiği yerin civârında defnedildi. Şâfiî mezhebinden ve Şâziliyye tarîkatındandır.

Alvân Hamevî, Buhârî ve Müslim’deki hadîs-i şerîfleri Şemsüddîn Muhammed bin Dâvûd Bâzilî’den okudu. Hama şehrinde Nûreddîn Ali bin Zühre Hımsî’den Buhârî’nin bâzı bölümlerini dinledi. Kutb-ül-Haydarî, Burhâneddîn Nâcî, Bedreddîn Hasan bin Şihâbüddîn Dımeşkî, İbn-üs-Selâmî Halebî, İbn-ün-Nâsih Trablusî, Fahreddîn Osman Deymî Mısrî, Mahmûd bin Hasan bin Ali Bezûrî ve başkalarından ilim öğrendi. Tasavvuf yolunu, Seyyid Ali bin Meymûn Magribî’den öğrendi.

Alvan Hamevî 1518 senesinde Hama şehrinde vâizlik yaptı. Diğer vâizler gibi vâzını kâğıttan okuyordu. Bir gün vâz ettiği câmiye Ali bin Meymûn uğradı. Bir müddet dinledikten sonra; “Ey Alvân! Bundan böyle kâğıda bakmadan anlat!” buyurdu. Alvân buna aldırmayıp tekrar kâğıttan okudu. Ali bin Meymûn yine önceki sözünü tekrar etti. Üçüncü defâ da söyleyince, onun Allahü teâlânın evliyâsından birisi olduğunu anladı. Ona; “Efendim! Ezberden güzel vâz edemiyorum.” dedi. O da; “Hele bir ezberden anlatın!” buyurdu. Alvân Hamevî; “Efendim! Allahü teâlânın izni ile siz himmet eder, yardım ederseniz, yapabilirim.” dedi. O; “Allahü teâlâya tevekkül edip böyle yap.” buyurdu. Ertesi gün, yine vâz etmeye gitti. Fakat ihtiyat olarak yine yanına kâğıd aldı. Vâz etmek üzere yerine oturduğunda Ali bin Meymûn hazretlerinin karşısında oturduğunu gördü. Vâzını kâğıda bakmadan yaptı. Ali bin Meymûn hazretlerinin bereketiyle Allahü teâlâ, Alvân Hamevî’ye kâğıda bakmadan konuşma kâbiliyeti ihsân etti.Vâzdan sonra hocası ona İmâm-ı Gazâlî’nin İhyâ kitabını mütâlaa etmesini emretti.

Alvân Hamevî, 1518 senesiŞevvâl ayında,Mekke-i mükerremede Temîm Medresesinde Şeyh Tâcüddîn’den ilim ve edeb öğrenip, icâzet aldı. Âlimler onu methettiler. Alvân Hamevî, ilim ile amelin berâberce yapılmasını bildirir, amelsiz ilmin insanlara yük olacağını anlatırdı. Çok kimse ondan ve eserlerinden istifâde etti. Alvân Hamevî, Şeyh Zeynüddîn bin Şemma’ın hadîs-i şerîf derslerinde de bulundu ve üstün bir dereceye yükseldi.

Alvân Hamevî, Şam civârında yetişen evliyânın büyüklerinden ilim, amel ve irşâd, insanlara doğru yolu gösterme bakımından zamânının en meşhurlarından oldu. Çok kerâmetleri görüldü. Bu kerâmetleri oğlu Muhammed Şemsüddîn, Tuhfet-ül-Habîb adlı kitâbında yazıp istifâdeye sundu.

Alvân Hamevî’nin talebelerinden birisinin çocuğu olmuyordu. Bu durumu hocasına arzetmişti. Alvân Hamevî hazretleri bir gün o talebeyi çağırıp, beline eliyle vurdu. Ondan sonra birkaç tâne erkek çocuğu oldu.

Alvân Hamevî, bir gece yatsı namazından sonra talebeleriyle sohbet ederken, lâmbanın yağı bitti. Bir talebe kalkıp yağ koymak istedi. O esnâda lâmba söndü.Alvân Hamevî, talebesine; “Yavrum, sen yerine otur. Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, yağı olmayan bir lâmbanın yanmasını isteseler, derhâl yanar.” buyurmasıyla, lâmba yandı ve sabaha kadar ışık verdi. Ancak Alvân hazretlerinin söndürmesiyle söndü.

Talebelerinden biri, kâfileyle Mısır’a giderken, hayvanı yoruldu. Kâfiledekiler onu beklemeyip, yollarına devâm ettiler. O talebe yalnız kaldı. Üstelik yağan yağmurdan iyice ıslandı. Sıkıntılı zamanlarda Allahü teâlânın sevgili kullarından yardım istemeyi hatırladı ve hocası Alvân’ın ismini söyleyerek Allahü teâlâya yalvardı. Hemen hocasını karşısında gördü. Hocası ona; “Seni kâfileden geri bırakan nedir?” diyerek hâl ve hatırını sordu ve yere çöken bineği tutup ayağa kaldırdı. Eşyâsını yükledi. Kendisini de üzerine bindirdi. Onu en kısa zamanda kâfileye yetiştirdi. Sonra gözden kayboldu ve nereye gittiğini göremedi.

Ticâretle uğraşan bâzı talebeleri gemiyle yola çıktı. Yolculuk esnâsında fırtına çıkıp, gemi batma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Gemidekiler çok korktular. Gemide bulunan talebeleri, hocaları Alvân Hamevî’yi vesîle edip yardım istediler. O esnâda Alvân Hamevî hazretleri denizden bilinen şekli ile çıktı. Üzerinde her zaman giydiği elbiseleri vardı. Herkesin gözü önünde gemiyi fırtına zarar vermeden sâhile götürüp kayboldu.

Sultân Süleymân Han, Rodos’u fethe karar vermişti. Adanın fethi sırasında,Alvân Hamevî’nin beyaz bir at üzerinde harbe katılıp yardım ettiği, kale kapısını açtığı görüldü. Bu durum, vezir ve ileri gelenlere haber verilince, gerçekten kapının açık olduğunu gördüler. Hep birlikte kapıdan içeri girdiklerinde, Alvân Hamevî’nin, bir toplulukla namaz kıldığını gördüler. Sonra hâdiseyi gören birisi Hama’da Alvân Hamevî ile karşılaşınca ağladı. Alvân Hamevî ona; “Yavrum, gördüğün şeylerden kimseye bahsetme, yoksa helâk olursun.” buyurdu. Fakat o şahıs bu durumu gizlice başkalarına söyleyince, Alvân Hamevî ona birini gönderip, bunları anlatmaktan men etmesini söyledi. Gönderdiği şahıs, gidip, “Niçin herkese anlatıyorsun? Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terketmesi müslümanlığın güzelliğindendir. Bunu bilmiyor musun?” dedi.

Hırsızlardan bir grup gece karanlığındaAlvân Hamevî’nin bulunduğu dergâha girdiler. Niyetleri ona eziyet etmek idi. Alvân hazretlerini namaz kılar buldular. Etrâfında göz kamaştıran bir nûr parlıyordu. Ortalıkta kandil ve lâmba gibi bir aydınlatıcı yoktu. Bunu gören hırsızlar, yanlış bir iş yaptıklarını anlayıp tövbe ettiler.

Alvân Hamevî’nin talebelerinden birini zorla alıp uzaklara götürdüler. Hapse atıp boynuna demir halka geçirdiler, ellerini, ayaklarını zincirle bağladılar. Akşam olunca hocasının rûhâniyetinden yardım istedi. Bu esnâda ellerinde ve ayaklarındaki zincir ve boynundaki demir halka kırılıp yere düşmüş, hapishânenin kapısı açılıvermişti. Kapıdaki nöbetçilerin de uyuduğunu görerek, rahatça oradan çıkıp, memleketine gitti.

Alvân Hamevî, bir Ramazan ayında talebelerinden birine buyurdu ki: “Ben yarın vâz için mescide gittiğimde, üç yahûdî, mescid kapısına gelir. İkisi gider, biri kalır. O, kapıdan vâz dinler ve netîcede müslüman olur. Kalbime, bu meclisteki birinin vefât edeceği ve bir yahûdînin de müslüman olacağı geldi. Ben, Allahü teâlâdan o müslümanın da yaşamasını ve o yahûdînin de müslüman olmasını istedim.” Sabah olduğunda, Alvân Hamevî mescide geldi. Vâz başladı. Akşam buyurdukları aynen oldu.

Alvân Hamevî, Bursa’ya hocası Ali bin Meymûn’u ziyârete geldiğinde, hocası, talebelerini yetiştirme vazîfesini ona verdi. Talebeler, ilim sâhipleri, ileri gelenler mescide toplandılar. Ali bin Meymûn, mescidin kapısında durup gelenlere; “İçeri giriniz; ilim, irfân ve hakîkat bilgilerini ondan dinleyiniz. Evet, işte bu, ilim öğreneceğimiz kişidir!” buyurup, sevinç ve neşe ile ellerini dizlerine vurdu.

Ali bin Meymûn, başka bir zamanda Alvân Hamevî hakkında; “Bu zâta bağlanınız, sultanlar onun kapısına gelir, saygı ve hürmet gösterir. Allahü teâlâ onun şânını her yere yayar. Kalplere onun sevgisini yerleştirir.” buyurdu. Aynen söylediği gibi oldu.

Bir vâzında şöyle buyurdu:

“Ey kardeşim! Bir rehber ara. Bâzı kimselerin o büyükler hakkındaki sözlerine değer verme. Bunu bulamazsan, âlimlerden, Resûlullah efendimizin mübârek hayâtını, Eshâbının, Tâbiîn ve bu büyüklerin yolunda gidenlerin hayatlarını öğren. Onların yürüdüğü yolda yürü. Bu sûretle onların kavuştuklarına kavuşursun. Mezhebinin imâmı olan zâtın yolunda yürü ve ona uy. Zamânımızdaki âlim geçinen bozuk îtikât sâhiplerine aldanma. Onlara uyma ve yaklaşma. Onların meclisinde bulunma. İbn-i Atâ, Hikem isimli eserinde buyurdu ki: “Kendi nefsinden râzı olmayan câhille berâber bulunman, nefsinden râzı olan âlimle berâber olmaktan hayırlıdır, iyidir.” Yine şöyle buyurdu: “Hâli ile sana fayda vermeyen kimseyle arkadaş olma. Takvâ ehlinin, haramlardan kaçanın kölesi, hizmetçisi ol. Onu sev. Belki, Allahü teâlâ bu vesîle ile seni onların arasına katar. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: “Biliniz ki, Allahü teâlânın evliyâsı için azap korkusu yoktur. Nîmetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur. Onlar îmân edip takvâya ermiş olanlardır. Dünyâ hayâtında da âhirette de onlar için müjdeler vardır.” (Yûnus sûresi: 62-64).

Ey kardeşim! Devamlı Rabbini zikret, an, hatırla. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: “Rabbini çok an.” (Âl-i İmrân sûresi: 41), “Ey îmân edenler! Allahü teâlâyı çok zikr ediniz. Her zaman hatırlayınız. Hiç unutmayınız.” (Ahzâb sûresi: 41), “İyi biliniz ki, kalpler, Allahü teâlânın zikri ile itmînâna, râhata kavuşur.” (Ra’d sûresi: 30). Zikirde çok faydalar vardır. Zikreden kimsenin kalbi parlar. Nûru artar. Zikrin, tesbih (Sübhanellah), tahmid (Elhamdülillah), tekbir (Allahü ekber), tehlîl (La ilâhe illallah) gibi çeşitleri vardır. En üstünü tehlîldir. Çünkü Peygamber efendimiz; “Zikrin en üstünü Lâ ilâhe illallahtır.” ve”Lâ ilâhe illallah sözü Cennet’in anahtarıdır.” buyurmuştur. İnsan ona Peygamber efendimize şehâdeti de ekleyerek söyleyip mânâsına inanmakla müslüman olur. Onunla ebedî Cennet’te kalır. Onun sebebi ile kul Cehennem’den kurtulur. “Zikretmek sebebiyle insanda Rabbinin sevgisi hâsıl olur. Bir şeyi çok anan, onu çok sever.” buyrulmuştur.”

Hanımın hakkını gözetmek konusunda şöyle buyurmuştur:

“Hanımına zorla bir iş gördürürsen, Allahü teâlâya âsî olursun. Yemek pişirmek, hamur yoğurmak, çamaşır yıkamak, ekmek yapmak, ev süpürmek, dikiş dikmek vs. onun vazîfesi değildir. Çocuğu emzirmesi ve bakmasına kadar onun bütün bunları yapması ihsânıdır. Eğer o yaptığı işe karşılık ücret isteseydi, onun kıymetini daha iyi anlardın. O hâlde, onu sana itâat ettirdiği ve işlerini gördürdüğü için Allahü teâlâya şükret. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: “Şükrederseniz nîmetimi arttırırım.” (İbrâhim sûresi: 7). Peygamber efendimiz de; “Müslümanların en iyisi, en faydalısı, zevcesine karşı iyi ve faydalı olandır.” buyurmuştur.

Oğlu Muhammed, Tuhfet-ül-Habîb kitabında dedi ki: “Pek çok kimse babamdan ilim ve edeb öğrendi. Bunların her biri âlim, kâmil oldu.” Oğlu Muhammed Ebü’l-Feth ve Muhammed Ebü’l-Vefâ da bu âlimlerden idi. Ömer Hamevî Eskaf el-Akîbî de ondan ilim öğrendi.

Alvân Hamevî ölüm hastalığına tutulmazdan önce vefât edeceğini, sonra talebeleri ile bir kısım insanların yapacakları işleri haber verdi. Zamânı gelince dediği ortaya çıktı. Vefâtından az önce de teyemmüm etti. Sonra namaza başladı. Fâtiha-i şerîfeyi okurken; “İyyâkena’büdü ve iyyâke-nesteîn” âyet-i kerîmesini okurken vefât etti. Vefâtı Şam’da duyulunca, Emevî Câmii hatîbi hutbede onun fazîletlerini söyledi.Herkes ağladı.

Alvân Hamevî, çok eser yazdı. Bunlardan bâzıları şunlardır: 1) Üss-ül-Mekâsıd fî Ta’zîm-il-Mesâcid, 2) El-Emr-üd-Dirâsi fil-Ahkâm-i-Müte’allikâti bil Medâris, 3) Bedî-ul-Me’ânî fî Şerhi Akîdet-iş-Şeybânî, 4) Tuhfet-ül-İhvân fî Mesâil-il-Îmân, 5) Tuhfet-ül-İhvân min-es-Sûfiyyeti bil-Keşf, 6) Tuhfet-ül-Habîb, 7) Takrîb-ül-Fevâid ve Teshîl-ül-Mekâsıd.

Reklam
BU VİDEOYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
Yorum Yap

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bu konuya henüz bir yorum yapılmadı.