HZ.iSMAiL ALEYHiSSELÂM
HZ.iSMAiL ALEYHiSSELÂM
ismail aleyhisselâm Hazreti ibrahim’in büyük oğlu olup, Muhammed aleyhisselâmın dedelerindendir. Annesi Hacer hatun, asil bir soydan gelmekteydi. ibrahim aleyhisselâmın, zevcesi Hazreti Sâ- re’den çocukları olmuyordu. Yaşları da gittikçe ilerliyordu. ibrahim aleyhisselâm, kavuştuğu nimetlere şükredip, bir de evlât ihsan etmesi için Allahü teâlâya niyazda bulundu: – Ey Rabbim! Bana salihlerden bir oğul bağışla ki, davet ve taatte yardımcım ve gurbette munisim, gözümün nuru olsun. Hazreti Sâre de böyle istiyordu. Fakat çocuğu olmuyordu. Hazreti Sâre, Mısır’da kendisine hizmetçi olarak verilen Hazreti Hacer’i azat edip, ibrahim aleyhisselâm ile evlenmesini istedi. “Cenâb-ı Hak, belki sana bundan bir evlât ihsan eder” dedi. Bunun üzerine ibrahim aleyhisselâm Hazreti Hacer ile evlendi. Bu evlilikten ismail aleyhisselâm dünyaya geldi. Muhammed aleyhisselâmın nuru, ismail aleyhisselâma intikal etti. ibrahim aleyhisselâm onu çok sever ve hiç yanından ayırmazdı. Hazreti Sâre, âhir zaman peygamberinin nurunun kendisine intikal edeceğini umuyordu. Ancak nur önce Hazreti Hacer’e, sonra Hazreti ismail’e geçince, Hazreti Hacer’e karşı kalbinde gayret hâsıl oldu. ibrahim aleyhisselâm ise, Hazreti Sâre’yi hoş tutuyor, devamlı hatırını soruyor, gönlünü alıp onu incitmemeye gayret ediyordu. Nihayet Hazreti Sâre’nin gayreti iyice arttı ve ibrahim aleyhisselâmdan, Hazreti Hacer ile oğlu ismail’i başka bir yere götü- rüp bırakmasını istedi. Allahü teâlâ, ibrahim aleyhisselâma Hazreti Sâre’nin bu isteğini yerine getirmesini bildirdi. ibrahim aleyhisselâm, Allahü teâlânın emriyle, Hazreti Hacer ve Hazreti ismail’i yanına alıp, şam’dan ayrılarak, onları, o sırada susuz ve ıssız bir yer olan Mekke’ye götürdü. Hazreti Hacer ile Hazreti ismail’i Kâbe’nin şimdi bulundu- ğu yerin yakınında, yüksek bir yerde ve Zemzem kuyusunun üzerinde bü- yük bir ağacın yanına bı- raktı. O zaman Mekke’de, hiçbir kimse olmadığı gibi, içecek su da yoktu. ibrahim aleyhisselâm Hazreti Hacer ile oğlunu burada bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu bir sepet ve içi su dolu bir testi de koydu. Sonra, ibrahim aleyhisselâm şam’a gitmek üzere oradan ayrıldı. Hazreti Hacer, ibrahim aleyhisselâmın arkasından giderek dedi ki: Ey ibrahim! Görüp görüşecek bir fert ve yiyip içecek bir şey bulunmayan bu vadide bizi bırakıp nereye gidiyorsun? Hazreti Hacer, tekrar tekrar bu sözleri söylemesine rağmen, ibrahim aleyhisselâm ona iltifat etmeyip, yoluna devam etti. Nihayet Hacer ona sordu: – Bizi burada bırakmayı sana Allahü teâlâ mı emretti? – Evet, Allahü teâlâ emretti. Bunun üzerine Hazreti Hacer, “Öyleyse Allahü teâlâ bizi zayi etmez ve korur” diyerek, oğlunun yanına döndü. Safa ve Mervede Sa’y ibrahim aleyhisselâm Hazreti Hacer ve Hazreti ismail’i Mekke’ye bırakıp ayrılırken, Seniyye mevkiine varınca, yüzünü Kâ- be’nin bulunduğu yere çevirdi. Sonra ellerini kaldırarak şöyle duâ etti: – Ey Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını, mukaddes evinin yanına, ekin bitmez bir vadiye yerleş- tirdim. Ey Rabbimiz! Orada namazı dosdoğru kılsınlar diye, insanlardan bir kısmının gönüllerini o yerlere yönelt. Orayı ziyarete gelsinler. Onları çevreden gelecek her türlü meyvelerle rızıklandır ki, sana şükretsinler. Hazreti Hacer, oğlu ismail’i emziriyor ve testideki sudan içiyorlardı. Nihayet testideki su tükenince, hem Hazreti Hacer, hem de çocuğu susadı. Hazreti Hacer, çocuğunun susuzluktan toprak üstünde yuvarlandığını görünce, yavrunun bu acıklı hâline bakmaktan üzüldü. Onun yanından kalkıp, o mıntıkada Kâbe’ye en yakın dağ olan Safa tepesini buldu ve bunun üstüne çıktı. Sonra vadiye karşı durup; “Bir kimse görebilir miyim” diye baktı. Fakat hiçbir kimseyi göremedi. Bu defa Safa tepesinden indi. Vadiye varınca, ayağını çelmesin diye entarisinin eteğini topladı. Sonra, çok müşkül bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu. Nihayet vadiyi geçip, Merve tepesine geldi. Orada da biraz durdu ve; “Bir kimse görebilir miyim” diye baktı, fakat hiçbir kimse göremedi. Hazreti Hacer, bu suretle Safa ile Merve arasında yedi defa gidip geldi. işte bunun için hacılar, Safa ile Merve arasında sa’y ederler. Hazreti Hacer, son defa Merve üzerine çıktığında, bir ses işitti ve kendi kendine hitap ederek; “Sus, iyice dinle” dedi. Sonra dikkatle dinleyince, bu sesi evvelki gibi bir defa daha işitti. Bunun üzerine Hazreti Hacer, sesin geldi- ği tarafa bakıp dedi ki: Ey ses sahibi, sesini duyurdun. Eğer sen bize yardım edebilecek vaziyette isen, imdadımıza yetiş, bize yardım et! Ve böyle der demez (şimdiki) Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde, insan şeklinde Cibril aleyhisselâm göründü. Aralarında şu konuşma geçti: – Kimsin? – Hazreti ibrahim’in hanımıyım. – Sizi kime emanet etti? – Allahü teâlâya. – Sizi her şeye kâdir olana emanet etmiş. Cebrail aleyhisselâm topuğu ile toprağı kazıp, Zemzem suyunu meydana çıkardı. Hazreti ismail’in çıkardığı da bildirilmiştir. Hazreti Hacer bu durumu görünce, taşıp zayi olmasın diye, hemen suyun etrafını çevirip havuz hâline getirdi. Bir taraftan da testisini doldurmaya çalışıyordu. Su ise, avuç avuç alındıkça, tekrar fışkırıyordu. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: (Allahü teâlâ, ismail’in annesine rahmet etsin! O, Zemzem’i kendi hâline bırakmış olsaydı, yahut suyu avuçlamasa idi, muhakkak Zemzem, akar bir ırmak olurdu.) Cürhümîlerin gelmesi Hazreti Hacer, çıkan Zemzem suyundan içti. Çocuğuna içirdi. Cibril aleyhisselâm Hazreti Hacer’e dedi ki: – Sakın mahvoluruz diye korkmayınız! işte şurası Beytullah’ın yeridir. O beyti, şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki, Allahü teâlâ o beytin ehlini zayi etmez. Hazreti Hacer’in bulunduğu Kâbe’nin mahalli, tepe gibi yerden yüksekçe idi. Zamanla seller, sağını solunu kazıp aşındırmıştı. Hazreti Hacer bu şekilde yaşarken, günün birinde Cürhüm kabilesinden bir cemaat gelip, Mekke’nin alt tarafına kondular. Cürhümîler, Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde birtakım kuşların dolaştığını görünce dediler ki: Kuş kısmı, muhakkak bir suyun başında döner, dolaşır. Halbuki biz bu vadide su bulunmadığını biliyorduk. Gidip bakalım. Oraya birkaç kişi gönderdiler. Onlar, orada Zemzem kuyusunu bulunca, dönüp suyun mevcut olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Cürhümîler kuyunun yanına geldiğinde, Hazreti Hacer su başında idi. Cürhümî- ler ona dediler ki: – Bizim de şuraya gelip, civarınızda barınmamıza müsaade eder misiniz? Evet, gelebilirsiniz ve bu sudan istifade edebilirsiniz. Fakat bu suda mülkiyet iddia edemezsiniz. Onlar da razı oldular.
Cürhümîlerin gelişi, Hazreti Hacer’in kadınlarla muhabbetle sohbet etme arzusuna muvafık oldu. Böylece, Cürhümîler Mekke civarına yerleştiler. Sonra kabilelerinden baş- ka insanlara haber gönderdiler. Onlar da gelip Mekke’de yerleşerek ev bark sahibi oldular. ibrahim aleyhisselâm, Babil’den hicret ederken, “Ya Rabbi! Bana salihlerden bir oğul ihsan buyur ki, davet ve taatte yardımcım ve gurbette munisim ve gözümün nuru olsun” diye duâ etti. Allahü teâlâ onun du- âsını kabul ederek, ona Hazreti ismail’i müjdeledi. Âyet-i kerimede mealen buyuruldu ki: (Biz de ona halim bir oğul müjdeledik.) ibrahim aleyhisselâm, ismail aleyhisselâmın do- ğumundan sonra, Allahü teâlânın emri ile, ismail aleyhisselâmı ve annesi Hacer validemizi Mekke’ye bırakıp şam’a döndü. Zaman zaman gider, onları Mekke’de ziyaret ederdi. Yüzünde, Muhammed aleyhisselâmın temiz babalardan temiz ve aşf analara geçip gelen nuru parlayan Hazreti ismail çok güzeldi. Bu sebepten ibrahim aleyhisselâmın, oğlu ismail’e karşı muhabbeti fazla idi. ismail aleyhisselâm yedi yaşında iken, birgün ibrahim aleyhisselâm ibâdet ettiği mihrabda, bu muhabbet içinde uyudu. Rüyasında oğlu ismail ile otururken, bir melek gelip dedi ki: – Ben, Allahü teâlânın elçisiyim. Allahü teâlâ, bu oğlunu kurban etmeni istiyor. ibrahim aleyhisselâm korku ile uyandı. “Rüya rahmanî mi, yoksa şeytanî mi” diye tereddüt etti. O gün hep bu rüyayı dü- şündü. Onun için bu güne Terviye denildi. Allah için kurban ibrahim aleyhisselâma ikinci gece, yine rüyasında aynı melek gelerek dedi ki: – Ben, Allahü teâlânın elçisiyim. Allahü teâlâ, bu oğlunu kurban etmeni istiyor. Bunun üzerine Hazreti ibrahim uyanınca, gördü- ğü rüyanın rahmanî oldu- ğunu anladı. Bundan dolayı bu güne Arefe denildi. Üçüncü gece yine aynı rüyayı gördü. Artık Hak teâlânın emri olduğunda hiç şüphesi kalmadı. “Bu emri muhakkak yerine getirmem gerek” diyerek, hanımı Hacer’in yanına geldi ve dedi ki: – Ey Hacer, benim gö- zümün nuru oğlum ismail’i yıka, en iyi elbisesini giydir, saçını tara, onu dostuma götüreceğim. Sonra; Hazreti ismail’e dedi ki: Yanına ip ile bıçak al! – Bunları ne yapacağız baba? – Allah rızası için kurban keseriz. Yolda giderken, Hazreti ismail, babasına sordu: – Nereye gidiyoruz? – Dostuma. – Evi nerededir? – O, evden ve mekândan münezzehtir. Yer ve gök Onun mülküdür. Babacığım! O bizimle oturup yemek yer mi? – O yemekten ve iç- mekten de münezzehtir. ibrahim aleyhisselâm, oğlu ismail’i kurban etmek için götürürken, şeytan; “Eğer bugün ibrahim’in (aleyhisselâm) evinde bir ştne çıkaramazsam, bundan sonra onları hiç ştneye düşüremem” diyerek harekete geçti. Yaşlı bir adam kıyafetinde Hazreti Hacer’in yanına geldi. Ona dedi ki: – ibrahim oğlunu nereye götürdü? – Bir dostunu ziyarete götürdü. Hayır, onu kesmeye götürdü. – Baba, oğlunu boğazlamaz. şefkat buna mânidir. – Öyle zannederim ki, Allah emretmiştir. – Allahü teâlânın emrine uymak elbette lâzımdır. Onun emrini, canı gö- nülden kabul ederiz. Onun Allahü teâlânın emrine uyması elbette en güzel iştir. şeytan ondan yüz bulamayınca, yine aynı kıyafette Hazreti ismail’in yanına geldi. Hazreti ismail edeple babasının arkasından yürüyordu. şeytan, kandırmak ümidiyle, Hazreti ismail’e sordu: – Baban seni nereye götürüyor, biliyor musun? – Dostunun ziyaretine. – Vallahi seni öldürmeye götürüyor. – Hiç babanın oğlunu öldürdüğünü gördün mü? Öyle zannederim, Allahü teâlâ emretmiştir. – O emretti ise, canı gönülden razıyım. şeytan Hazreti ismail ile Hazreti ibrahim’e gö- rünerek onlara vesvese vermeye çalıştı ise de, şeytanı dinlemediler. Hazreti ismail, şeytanın arkasından yedi tane taş attı. Hacıların şeytan taşlaması buradan kaldı. Hazreti ibrahim, bugün Mina denilen yere gelince, oğlunu kurban etmek için hazırlandı. Hazreti ismail tevekkülle babasına teslim oldu. Zira babasının Allahü teâlânın emrini yerine getirmesi gerekiyordu. Hazreti ibrahim, oğlu Hazreti ismail’i yere yatırıp bıçağı boynuna çaldı ise de, bıçak Allahü teâlânın emri ile kesmedi. Taşa vurdu, taşı kesti. Nihayet Cebrail aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle cennetten bir koç getirdi. Cebrail aleyhisselâm koçu getirirken makamından, “Allahü ekber, Allahü ekber” diyerek geldi. Hazreti ibrahim bu tekbiri işitince; “Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber” dedi. Hazreti ismail de; “Allahü ekber ve lillâhil hamd” diyerek tekbiri tamamladı. Hazreti ibrahim koçu kurban etti. Bu tekbirler onlardan itibaren sünnet oldu. Onların bu hâli Kur’an-ı kerimde anlatılmakta ve mealen; “Muhakkak ki bu açık bir imtihandı” buyurulmaktadır. Hazreti ibrahim, kurban hâdisesinden sonra Hazreti Sâre’nin yanına döndü. Bunun benzeri bir hâdiseyi de Peygamber efendimizin babası Abdullah da geçirmişti. Abdullah’ın babası Abdülmuttalib o devirde Mekke hakimiydi. Zemzem kuyusunu yeniden ortaya çıkarıp, tamiri esnasında on erkek çocuğa sahip olduğundan, birini kurban etmeyi adamıştı. Arzusu gerçekleştikten sonra, gördüğü bir rüya üzerine adağını hatırladı. Kurban edilecek oğlunu belirlemek maksadıyla oğulları arasında kura çekti. Kura Abdullah’a çıktı. Abdülmuttalib, Medineli bir kâhin tarafından teklif edildiği üzere, o günkü âdete göre diyet olarak kabul edilen on deve getirtti. Abdullah ile develer arasında kura çekildi. Kura Abdullah’a çı- kınca, deve sayısını on adet artırdı. Develerin sayısı yüze ulaşınca, kura develere çıktı. Bunun üzerine yüz deveyi kurban ederek çok sevdiği oğlu Abdullah’ı kurtardı. Peygamber efendimiz Hazreti ismail’i ve babası Abdullah’ı kastederek; “Ben iki kurbanlığın oğluyum” buyurmuştur. Hazreti ismail büyü- yünce Cürhüm kabilesinden bir kızla evlendi. Babası ibrahim aleyhisselâ- mın tavsiyesi ile bundan ayrılarak Hâle isminde bir hanımla evlendi. Bu hanımdan bir oğlu oldu. Alnındaki son peygamberin nuru bu hanıma ve bu hanımdan da doğan oğluna geçti. Bunun evlâtların- dan Peygamber efendimize kadar ulaştı. Bu hanımın hizmetinden çok memnun olan Hazreti ibrahim de, bu beldede ya- şayanlar için hayır duâda bulundu. Onun duâsı bereketi ile Mekke civarında bereket çok oldu. Bu sırada annesi Hazreti Hacer de vefat etti ve Kâ- be temelinin bitişiğine defnedildi. Hazreti ibrahim yine ara sıra gelip gidiyordu. Allahü teâlâ Kâbe’nin yapılmasını emredince, baba oğul Kâbe’nin eski temelini bulup yeniden inşa ettiler ve şöyle duâ ettiler: “Ey Rabbimiz bizden bu hayırlı işi kabul et. Hakikaten sen duâmızı işitici, niyetimizi bilicisin.” Hazreti ismail’in peygamberliği Hazreti ibrahim, Kâ- be’nin inşaatı bitince, Cebrail aleyhisselâmın tariş üzere, oğlu ve inananlarla birlikte hac ettikten sonra, Kâbe’nin bakım ve emniyetini oğlu Hazreti ismail’e havale ederek, tekrar Şlistin’e dönüp, bir müddet sonra orada vefat etti ve Kudüs yakınlarında, bugün Halilürrahmân ismiyle meşhur olan yerin civarında bir mağaraya defnedildi. ismail aleyhisselâm aralarında yaşamakta olduğu, Yemen’den gelip Mekke’ye yerleşen Cürhüm kabilesine peygamber olarak gönderildi ve kendisine başka kitap ve din verilmedi. Babası ibrahim aleyhisselâmın dininin hükümleri ile amel ederek, bunu insanlara tebliğ etmesi emredildi. insanları elli yıl imana davet etti, ancak pek az kimse imanla şereşendi. ismail aleyhisselâmın dini, islâmiyete kadar devam etti. Cürhümîlerden iki defa evlendi. Arapça’yı onlardan daha fasih konuştu. Hazreti ismail’in, Cürhümî kabilesi reisinin kızı olan, ikinci olarak nikâhladığı Hâle adındaki mübarek hatundan, kızları ve oğulları oldu. Muhammed aleyhisselâmın nuru da bu mübarek hatunun oğullarından olan Kaydar’a intikal etti. Böylece onun soyundan gelen iman sahibi kimseler, Resûlullah efendimizin nurunu taşımakla şereşendiler. Nitekim, hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, Âdemo- ğullarından ismail’i seçti. ismail’in evlâdından Benî Kinâne’yi seçti. Benî Kinâ- ne’den Kureyş’i seçti ve ayırdı. Kureyş’ten Benî Hâ- şim’i seçti. Benî Hâşim’den de beni seçti ve ayırdı.) ismail aleyhisselâm, vefatına yakın, kardeşi Hazreti ishak’ı yanına davet edip, kızını Hazreti ishak’ın oğlu iys’e nikâhladı ve bazı vasiyetlerde bulundu. Mekke’de 133 veya 137 yaşlarında iken vefat edince, Mescid-i Haram’da Kâbe-i muazzamanın kuzey duvarı önünde bulunan ve annesi Hazreti Hacer’in de yattığı Hatim denilen yere defnedildi. Abdullah bin Abbas hazretlerinin bildirdiğine göre; ismail aleyhisselâmla Resûlullah efendimizin yirmi birinci babası olan Adnan arasında otuz baba vardır. Adnan’la Hazreti ismail arasındaki babaların isimleri kesin olarak belli değildir. Adnan’dan başlayarak, Resûlullahın mübarek babaları olan Abdullah’a kadar, yirmi mübarek zatın isimleri ihtilâfsız olarak bildirilmiştir. Bunlar; Adnan oğlu Mead oğlu Nizâr oğlu Mudar oğlu ilyâs oğlu Müdrike (Amir) oğlu Huzeyme oğlu Kinâne oğlu Nadr oğlu Mâlik oğlu Şhr oğlu Gâlib oğlu Lüeyy oğlu Ka’b oğlu Mürre oğlu Kilâb oğlu Kusayy (Zeyd) oğlu Abd-i Menâf (Mugîre) oğlu Hâşim (Amr) oğlu Abdülmuttalib (şeybe)’dir. Hazreti ismail’den Muhammed aleyhisselâma kadar Resûlullahın bütün babaları ibrahim aleyhisselâmın dininde, Müslü- man olup, bu dine göre ibâdet ederlerdi. Resûlullahın dedelerinden birinin iki oğlu olsa, yahut bir kabile iki kola ayrılsa, Hâtemül enbiyâ’nın soyu, en şereşi ve en hayırlı olan tarafta bulunur ve her asırda, Onun dedesi olan zat, yüzündeki nurdan belli olurdu. Bu nur, Peygamberimizin Âdem aleyhisselâma emanet edilen mübarek nuru olup, Hazreti ismail’e de babasından intikal etmişti ve alnında sabah yıldızı gibi parlardı. Neticede bundan da evlâtlarına geçerek, Resûlullaha kadar geldi. ismail aleyhisselâmın mucizeleri Hazreti ismail’in on iki oğlu olup, bunlar, Kâbe’nin hizmetini yapar, emniyet ve muhafazası- nı sağlarlardı. Onun soyuna ve Kâbe-i muazzamaya hürmet etmeyen kavimler, Kâbe’nin içinde çok çirkin hareketler yapacak kadar ileri gittiklerinde gelen bir sel, şehri alt üst edip, Kâbe-i muazzamayı bile yıktı. Ahali çevreye dağıldı ve birçokları öldü. Hazreti ismail’in çoğalan çocukları, zamanla Arabistan’ın çeşitli bölgelerine yayıldılar. Hazreti ismail’in soyu ilk defa Adnan’da kabilelere ayrıldı ve Arapların birçok kabileleri onların soyundan meydana geldi. Resûlullahın yirmi birinci babası Adnan’ın iki oğlundan Akk, Yemen’e gidince; Meâd da Mekke’de kaldı. Resûlullah efendimizin dünyayı teş- rişerinde, Mekke’ye Adnan’ın soyundan gelen Kureyşoğulları hâkim olmuşlardı. Kureyşoğulları, ismail aleyhisselâmın torunları idiler ve onun konuştuğu Arapça ile konuşuyorlardı. Nitekim Kur’an-ı kerim de, Kureyş lisanında inmiştir. Hazreti ismail’in torunları, baba ve dedelerinin dininden bazı güzellikleri örf ve âdet olarak muhafaza etmekle beraber, zamanla çok az sayıdaki müminlerden ve Muhammed aleyhisselâ- mın nurunu taşıyan aileden başkaları azıtıp, doğ- ru yoldan ayrılarak, putlara tapar oldular. Hatta Kâbe’nin içini bile putlarla doldurdular. Bu hâl Muhammed aleyhisselâmın gelişine kadar devam etti. ismail aleyhisselâmın mucizelerinden bazıları şunlardır: Dikenli bir arazide yaşayan müşriklerin tekliş üzerine duâ edip, dikenli ağaçlarda çeşitli meyveler bitmiştir. ismail aleyhisselâm kendisine peygamberlik gelince, Zemzem kuyusunun çevresine yerleşen Cürhümîleri imana davet etti. Onlar da mucize isteyip; “şu kısır koyundan süt çıkar” dediler. O da mübarek elini koyunun sırtına koyarak; “Beni peygamber olarak gönderen Allahü teâlânın ismi ile…” dediği anda, koyunun memelerinden süt akmaya başladı. Yine bir defasında kendisine misaşr gelen iki yüz Yemenliye ikram edecek bir şey bulamayınca, mahcup oldu. O anda duâ etti ve yanındaki kumlar un oldu. Bunu gören misaşrlerin hepsi imanla şereşendiler. Hazreti ismail’in mucizelerinin en meşhuru; o zamanda hiç su bulunmayan Mekke-i mükerremede, onun teşrişyle Zemzem suyunun ortaya çıkmasıdır. ismail aleyhisselâm, birisine bir yerde buluş- mak için söz vermişti. Söz verdiği yere gidip üç gün beklemesine rağmen o şahıs gelmedi. Bununla birlikte asla yerinden ayrılmadı. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde Meryem suresi 54. âyet-i kerimede onu överek mealen; (O, vaadinde, sözünde sadıktı) buyurdu. Hazreti ismail’in hususiyetlerinden biri de; kavmine namaz ve zekâtı emrederek emr-i mârufta bulunmasıydı. Nitekim o, Meryem suresinin 56. âyet-i kerimesinde mealen; (Kavmine namaz ve zekâtı emrederdi ve Rabbi katında söz ve hâllerinin doğruluğu ile makbul idi) buyurularak, bu hususiyeti ile de methedilmiş- tir. ismail aleyhisselâmın hususiyetlerinden biri de Zebîhullah olması, yani Allahü teâlâ için kurban edilmesidir