Hz. Pir Abdülkadir Geylani (ks) Hakkında Söylenenler
Hz. Pir Abdûlkadir Geylani (ks) hakkında söylenen güzel vasıfların hepsinin derlenip yazmaya çalışılması belki müstakil bir kitap yazılmasını gerekli kılacaktır. Bu nedenle bizler burada bazı büyüklerimizin söylediklerini aktaracağız.
- İmam-ı Nevevi’nin (ks) söyledikleri:
Şeyhu’l İslam Muhyiddin en-Nevevi “Bustanu-l Arifîn” adlı kitabında evliyanın kerametlerini nakleden güvenilir âlimlerden bugüne kadar duyduklarımıza ve öğrendiklerimize göre Bağdat’ın Şeyhi Muhyiddin Abdûlkadir Geylani (ks)’nin kerametleri kadar hiçbir veliden keramet nakledilmemiştir. O, Bağdat’ta oturan Şafiî ve Hanbelî âlimlerinin Şeyhi idi. Kendi zamanında ilim başkanlığı O’na verilmiştir. Büyüklerden birçoğu O’nun sohbeti ile yetişmiştir. Irak’ın önde gelen Şeyhlerinin çoğu O’na intisap etmiştir. Hal ve keramet sahiplerinden birçokları onun feyzinden feyizlenmiş, Şeyhler ve Âlimler O’nun çok üstün bir âlim ve veli olduğu hususunda müttefik olmuşlardır. İhtilaflı meselelerde son söz O’nun olurdu. Her taraftan âlimler ve halk ziyaretine gelirlerdi. Gayet güzel görünüşlü, güzel huylu, kâmil bir edep ve şahsiyet sahibi, çok tevazulu, daima güler yüzlü, ilmi ve aklı bol bir zattı. Şeriat sözüne ve hükümlerinde son derece titizlikle davranır. İlim ehline tazimde bulunur. Din ve sünnet erbabına çok cömert idi.
“O, halifelere, vezirlere, sultanlara, kadılara, avama, havassa herkese iyiliği emreder ve kötülükten menederdi. Gayet açık bir dille ve cesaretle kalabalığın içinde, minberde, aleni olarak onlara çatardı. Herhangi bir vali ve idareci zalimlik yaparsa ona itiraz eder ve Allah konusunda hiç kimsenin kendisini kötülemesine aldırış etmezdi.”
Şah-ı Nakşibend Hazretleri, Hz. Pir (ks) hakkında şu şiiri inşad etmiştir:
“Padişah-ı herdu âlem şah-ı Abdulkadirest,
Server-i evlad-ı âdem şah-ı Abdukadirest,
Afütab-u mahitab-ı arş ve kürsiyyi âlem,
Nur-i akdes nur-i azam şah-ı Abdulkadirest.”
Manası:
“İki âlem padişahı, Şah Abdulkadir’dir,
Âdemoğlunun serveri Şah Abdulkadir’dir,
Güneş, ay, arş, kürsi, kalem ve kalplerin,
Nuru hep Şah Abdulkadirdir.”
- İmam-ı Rabbanî’nin (ks) söyledikleri:
Şeyh Ahmed el-Farukî et-Tirmizî es-Serhendî İmam-ı Rabbanî (ks),”Mektubat” adlı eserinde şöyle buyurmuştur:
“Asıl maksat olan Allah‘a vuslat için 2 yol vardır:
*Birinci yol; nübüvvet yani peygamberlik yoludur ki, bu yoldan nebiler yani peygamberler maksata kavuşurlar. Bu yol son Peygamber Resul-i Ekrem ﷺ ile kapanmıştır.
*İkinci yol; velayet yani velilik yoludur. Bu yoldan ancak “maksata erişenler vasıtası ile” erişilebilir. Vuslata erenler aktap, evtad, nüceba ve diğer evliyadır. Bu yol ile vasıta ise Seyyidina Şah-ı Velayet Aliyyü’l Murteza (ra) efendimizdir. Hazret-i Ali efendimizin bu makamı, Peygamber Efendimiz`in ﷺ mübarek ayaklarının kendi başı üzerinde olmasına dayanır. Hazreti Ali (ra) ile Hazret-i Fatıma Zehra, Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin bu yüce makamda ortak ve beraberdirler.
Hazreti Ali, (ra) dünyaya gelmeden öncede bu makamda idi. Dünyaya geldikten sonra da bu Yüce Makama aynı şekilde mülazım olmuştur. Bir kimse Hz. Ali Efendimizin tarikatına girdiğinde feyizlere erişse de; vuslat ancak evliya vasıtası ile olur. Bu yolun başlangıç ve bitiş noktası evliyaya bağlanmıştır. Şu sebep ile ki Hz. Ali Efendimizin feyz saçan dönemlerinden sonra bu yüce mansıb (makam), Hz. Fatıma Zehra, Hz. Hüseyin ve ondan sonra sırası ile on iki imam efendilerimize verilmiştir. On iki imam kendi dönemlerinde tek feyiz kaynağı olmuşlardır. İlahi feyizler onların vasıtası ile evliyaya geçip ulaşmıştır. Nihayet Peygamber Efendimizin ﷺ veraseti Hz. Gavs-ı Sakaleyn Seyyid Abdûlkadir Geylani el- Hasaniyyü Hüseynî Efendimize (ks) geçmiş, bu Yüce Makam O’na verilmiş, O da aynı On iki İmam gibi bütün ümmete sonsuz feyizler dağıtmıştır. Gavs’ul A’zam Hazretlerinden (ks) başka hiçbir veliye On iki İmamın gücü ve yetkisi verilmemiştir. Bu lütuf ve inayet ancak O’na ihsan buyurulmuştur.
Seyyid Abdûlkadir Geylani hazretleri (ks) kendi asırlarında (hayatında) kutuplara, nücebaya ve diğer evliyaya ilahi feyizlerin tek kaynağı olduğu gibi vefatlarından sonra bu hususta aynı şekilde tek vasıta olmuş ve olacaktır.
Gavs’ul A’zam Hazretleri (ks) kendi meşhur kasidelerinde bu hususa işaret ederek şöyle buyururlar : “Önceki güneşler battı, yüce felek üzerinde velayet güneşimiz batmayacaktır.” Çünkü veraset nöbeti Gavs’ul A’zam Hazretlerine (ks) geçmiştir. Evliyaya ilahi feyizlerin ulaşmasına vasıta ancak O’dur.
“İşte, Kurân’ın tilmizlerinden Şah-ı Geylâni (ks), Rufâî, Şâzelî (ra) gibi şakirtleri, virdlerini okudukları vakit dinle, bak! Ellerinde silsile-i zerrâtı, katarat adetlerini, mahlûkatın aded-i enfâsını tutmuşlar, onunla evradlarını okuyorlar, Gavs-ı Geylâni (ks), o harika kasidesinin tazammun ettiği ezvâk-ı fevkalâde Hazreti Şeyhin sırr-ı azîm-i Ehl-i Beytin irsiyetiyle âl-i Beytin şahs-ı mânevîsinin makamı noktasında ve zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın verasetiyle hakikat-ı Muhammedi-yesinde kendini gördüğü gibi, fenâ-yı mutlak ile Cenab-ı Hakkın tecelli-i zâtîsine mazhariyet noktasında, kasidesinde o sözleri söylemiş. Onun gibi olmayan ve o makama yetişmeyen onu söyleyemez; söylese mes’uldür.”
“Hazreti Şeyh (ks), veraset-i mutlaka noktasında, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın kadem-i mübarekini omu-zunda gördüğü için, kendi kademini evliyanın omuzuna o sırdan bırakıyor. Kasidesinde zahir görünen, temeddüh ve iftihar değil, belki tahdis-i nimet ve âli bir şükürdür. Yalnız bu kadar var ki, muhibbiyet makamı olan makam-ı niyazdan mahbubiyet makamı olan nazdarlık makamına çıkmış. Yani tarik-i acz ve fakrdan, meşreb-i aşk ve istiğraka girmiş ve kendine olan niam-ı azime-i İlâhiyeyi yâd edip, bihakkın müftehirane şükretmiştir.
Cem-i kutbiyet, ferdiyet ve gavsiyet ile üç sütun üzerine durur.”
“Râyet-i ulviyet-i Şeyh-i hakkanîdir hitab-ı Abdulkadir.
İlham-ı Hüdâ, kitab-ı Abdulkadir.
Bâzü’l-eşheb ferd-i ferîd-i deveran.
Gavs-ı âzam Cenab-ı Abdulkadir.
Hazret-i Gavs, o derece yüksek bir mertebeye mâlik ve o derece harika bir keramete mazhardır ki, kâfirlerin bir kısmı demiş: “Biz İslâmiyeti kabul edemiyoruz; fakat Abdulkadir-i Geylâni (ks)’yi de inkâr edemiyoruz.” Hem evliyayı inkâr eden Vahhâbînin müfrit kısmı dahi Hazreti Şeyh (ks)’i inkâr edemiyorlar. Evliya, onun derece-i celâletine yetişmediği bütün ehl-i tarikatça teslim edilmiştir.”
- Yunus Emre’nin (ks) şiiri
Seyyah olup şol âlemi ararsan,
Abdulkadir gibi sultan bulunmaz.
Ceddi Muhammed’dir eğer sorarsan,
Abdulkadir gibi sultan bulunmaz.
Mevlam yüce devlet vermiş başına,
Meşgul olmuş yaradanın işine.
Allah ile Resul ile aşina,
Abdulkadir gibi sultan bulunmaz.
Cümle evladına yeşil yaraşır,
Aşkı gelir bu göynüme dolaşır.
Ona derviş olan hakka ulaşır,
Abdulkadir gibi sultan bulunmaz.
Hak Teâla yeri göğü düzeli,
Hoş nazar eylemiş ana ezeli.
Evliyalar serçeşmesi güzeli,
Abdulkadir gibi sultan bulunmaz.
Giderler gazaya çalarlar satır,
Daima yaparlar hoş gönül hatır.
Bağdat’ta türbesi nur olmuş yatır,
Abdulkadir gibi sultan bulunmaz.
Hayalidir karşımızda salınan,
Ne mürüvettir katarında bulunan,
Gam yemesin andan kisveye vurunan,
Abdulkadir gibi sultan bulunmaz.
Aşık Yunus çeker yüce gayreti,
Üstümüze hazır ola himmeti,
Oğlum demiş ona Resul Hazreti,
Abdulkadir gibi sultan bulunmaz.
Dimaşk’ın (Şam) odun satarak geçimini temin eden bu sevilen Şeyh, Hz. Pir Abdûlkadir Geylani (ks) hakkında şunları söylemektedir:
“O, zamanımızda Şeyhlerin önderlerindendir. Hikmet ile konuşur. Manevi tasarruf O’na teslim edilmiştir. Kabul ve ret, alma ve verme yetkisi O’nun elindedir. O, zamanımızda “Resulullah’ın naibidir.”
- Abdulkâhir Sühreverdî’nin (ks) söyledikleri:
Şihâbeddîn Ömer es-Sühreverdi, bir gün amcası Sühreverdî ile birlikte Hz. Pir Abdûlkadir Geylani (ks)’yi ziyaret eder. Amcası Abdûlkadir Geylani (ks)’nin huzurunda, hiç kimsenin yanında göstermediği bir edep ile oturur. Öyle ki, yeğen Sühreverdi’nin tabiriyle “sanki dilsiz kulak” olmuştur. Nizâmiye’ye döndüklerinde amcasına Abdûlkadir Geylani (ks)’nin yanında takındığı tavrın sebebini sorar. Amcası:
“O’na karşı nasıl edepli olmayayım ki? O, tam bir “vücud”a sâhiptir (insan-ı kâmildir, vecd ve tevâcüd mertebelerini geçmiştir). O, mülk âleminde tasarruf sahibidir. Melekût âleminde O’nunla övünülür. Zamanımızda kevn âleminin “ferd”i O’dur. O’na karşı nasıl edepli olmayayım ki? Hem benim hem de bütün evliyanın üzerinde O’nun tasarrufu vardır. O evliyanın kalplerinin sâhibi ve hallerinin malikidir. İstediği tasarrufu yapar diyerek, Hz. Pir (ks)’in manevi âlemdeki yetkisini yeğenine öğretir.
Mısır’a yerleşip, orada vefat eden bu zatın Hz. Pir (ks) hakkındaki görüşleri de zikredilmeye şayandır: “Şeyh Abdûlkadir (ks), şeyhimiz, imamımız ve efendimizdir. O, aynı zamanda, asrımızda, Allah-u Teâla ﷻ için tarikata girenlerin ve kendisine hal ve makam ihsan edilenlerin de efendisidir. O; ilimde, halde ve makamda herkesin önderidir. Cenâb-ı Hak ﷻ O’nun sözüne uyma, emrini tutma ve O’nun makamına karşı saygılı davranma hususunda zamanımız evliyasından ahit almıştır. Günümüzde hiçbir veliyullah yoktur ki, kendisine bağışlanan şeyler Abdûlkadir Geylani (ks) vasıtasıyla olmasın. O’nun sâhip olduğu bütün hal ve makamların tamamı ise Resulullah’ın elinden verilmiştir. Zamanımızda Abdûlkadir Geylani (ks)’ye olduğu kadar başka bir kimseye ihsanda bulunulmamıştır. O’nun Allah ﷻ ve Resulünden başka hiç kimseye minneti yoktur.”
Ahmed er-Rifâî hazretleri kendisini görmek isteyen Şeyh Abdûlkadir Geylani (ks)’nin bir dervişine:
“Abdûlkadir Geylani (ks) gibi evliyanın seyyidine mülâki olup da, benim gibi birisini görmek isteyen kimdir? Ben de sâdece O’nun raiyyetinden biriyim” diyerek, tevazu ile onun tasavvuftaki derecesine işaret etmiştir.
Yine bir keresinde, Ahmed er-Rifâî hazretleri kendisini ziyarete gelen Hz. Abdûlkadir Geylani (ks)’nin dervişlerinden birinden O’nun menkıbelerini anlatmasını ister. Buna kendi dervişlerinden birisi razı olmayarak, o dervişi men etmeye kalkar. Dervişinin bu davranışına Şeyh Ahmed er- Rıfai, fena bir şekilde kızıp onu azarladıktan sonra: “O’nun vasıflarını anlatmaya kimin gücü yetebilir? O’nun derecesine kim ulaşabilir? O, sağında şeriat, solunda hakikat denizi olandır. İsteyen istediği denizden kabını doldursun. Bu devirde O’nun bir ikincisi daha yoktur” deyip, O’nun ilim ve marifetinin, makamının yüksekliğini ifade etmiştir.
Hz. Pir Abdûlkadir Geylani (ks) büyük bir feyiz kaynağıdır. Ahmed er-Rifâi herkesin bu feyizden istifade etmesini ister. Bilhassa yakınlarına O’nu ziyaretin önemini Bağdat’a giden birisine hitap ettiği şu cümlelerinde dile getirir: “Bağdat’a gittiğinizde sakın ola ki, O’nu ziyaretten önce hiç bir iş yapmayasınız! Ahval sâhibi oraya gider de (Şeyh ölmüş dahi olsa) O’nu ziyaret etmezse hâli kendisinden çekip alınır. O’nu ziyaret etmeyene yazıklar olsun!.. Ahmed er-Rifâî’ye göre Hz. Abdûlkadir Geylani (ks) hâlinde sadık, işinde mübarek, ilmiyle amil birisidir. O tevkife mazhar olmuştur ve nasip sâhibidir.
“Racül-i vâhid bazen kadın da olabilir. Racül-i vâhidin delili: “O, kulları üzerine kâhirdir (kahredici güce sâhiptir)” ayetidir. O, Allah-u Teâla ﷻ dışında her şey üzerine hükmedebilir. Cesur ve kahramandır. Hakkı müdafaada azimlidir. Hakkı söyler, adâlet ile hükmeder. Bu makamın sâhibi, Bağdat’ta yaşamış olan Şeyhimiz Abdûlkadir Geylani (ks) idi. O, halk üzerine tasarruf etme hakkına malikti. Şanı çok yüce idi. Zaten haberleri meşhurdur. Ben O’na ulaşamadım. Fakat zamanımızda bu makamın sâhibi olan şahıs ile karşılaştım. Ancak Hz. Abdûlkadir Geylani (ks) bu şahıstan daha mükemmel idi.”
“Seyr-u sülükte bir de tahkim derecesi vardır. Burada hüküm ilgili kişiye verilir. Başka bir ifadeyle, seyr-u sülüke ait meselelerde sorumlu ve yetkili olan mürşittir. Bu konuda en bariz kıstas Hz. Peygamber’in ﷺ muallimi olan Hz. Cebrail’dir. Esasında muallim, tilmizini, kendi derecesine ulaşması için daima uyanık tutan, onu uyaran kişiden başkası değildir. Bir müddet sonra da tilmiz tahkim derecesine ulaşabilir. İşte bu makama tahkim derecesine tilmizlerini ulaştırabilen ender insanlardan birisi de İbn-i Arabi’ye göre Hz. Pir Abdûlkadir Geylani (ks)’dir.”
Ona göre Abdulkadir Geylâni (ks) tasavvufun girift mes’elelerini ince îzahlarla halletme kabiliyetina hâiz, te’sîr, tasrîf, hüküm, dâvâ ve ilâhî kuvvet ile âlem-i kevnde Zâhir ismine mazhar olmuş, kendisine himmet ve savlet (te’sîr) verilmiş, melâmet menzili sâhibi birkaç kişiden birisidir.”
Gavsu’l- A’zam’dan sonra, aynı velayet makamını aynı yetki ile işgal edebilecek bir veli’nin, mevcut olup olmadığını gayb âleminden öğrenmek istedim ve şundan haberder oldum ki: “Kulların üstünde kadir ve kahir olan Yüce Mevla ﷻ, böyle bir veliyi sırr-ı kaderde tayin etmemiştir.”
“561 yılında Bağdat’a girdiğimizde, Şeyh Abdûlkadir (ks)’i ilmin zirvesine yükselmiş olarak gördük. O, bildiğini tatbik ediyor, sorulan çetin soruları doyurucu bir tarzda cevaplandırıyor, yanındaki çeşitli ihtiras sahiplerine karşı sabır ve metanet gösteriyordu.
Ne kadar güzel huy ve vasıflar varsa, Allah, hepsini sanki O’nda toplamıştı. Ondan sonra O’nun gibisine hiç rastlamadım.”
“Maşukiyet makamında bu gök kubbe altında Gavsul – A’zam ayarında hiçbir veli yoktur.”
599’un Ramazanının üçüncü günü, Harran’da bir Cuma günü, bir adam Şeyh Hayat b. Kays’a geldi. O’na benden evvel hiç kimsenin adını duydun mu? diye sorunca; “Evet Şeyh Abdûlkadir’in ismini duydum, fakat O’ndan hiçbir hırka ve öğüt almadım’’ dedi. Bunun üzerine Şeyh Hayat b. Kays anlatmaya başladı:
“Şeyh Abdûlkadir’in gölgesinde uzun bir ömür geçirdik. Onun irfan pınarlarından kana kana içtik. Onda öyle bir ruh yüceliği vardı ki; etrafında yayılan nur, gökyüzünü kaplardı. Her veli, mertebesine göre o nurdan faydalanırdı. O söylenmesi tembih edilen, “Şu ayağım her velinin boynundadır” sözünü söyleyince bütün velilerin kalplerinde nurlar’ ziyadeleşti. İlimlerinde bereket, hallerinde yücelik görüldü. Çünkü onlar istisnasız başlarını O’nun ayağına doğru uzatmışlardı.”
“Şeyhin kerameti tevatür derecesine ulaşmıştır. Bunlardan en önemli kerameti ölü gönülleri diriltmesi idi. Allah-u Teâla ﷻ O’nun kalbinin teveccüh etmesiyle ve dilinin tesiriyle yüzbinlerce insana yeni imanlı bir hayat bahşediyordu. O’nun mübarek varlığı İslam için bir bahar rüzgârı gibi idi ki, bu rüzgâr kalplerin içindeki mezarlığa yeni can verdi. İslam dünyasında yeni bir iman ve maneviyat havası dalgalandırdı.”
“Maddeciliğin darbesine maruz kalmış bu devirde Abdûlkadir Geylani Hazretleri’nin (ks) varlığı bir canlı mucizedir. Büyük bir ilahi destek ve te’yiddir. O’nun şahsiyeti, O’nun büyük meziyetleri, etkileri, O’nun Allah ﷻ katında makbul ve değerli olduğunun işaretleridir. Kullar arasında da beğenildiğinin, O’na hayranlık duyulduğunun açık görüntüleridir. O’nun talebelerinin ve terbiyesinden geçmiş kimselerin ahlâkı, yaşayışları, hayat tarzları, hepsi İslam’ın sadık ve gerçek bir din olduğunu delil ve onun canlı, zinde oluşunun ispatıdır. Aynı zamanda bu, şu gerçeğin açığa çıkmasıdır ki, gerçek maneviyat, nefis terbiyesi, Allah ile irtibat ve ilişki için en büyük yetenek İslam’dadır ve O’nun hazinesinde hiçbir zaman mücevherler ve kıymetli servetler eksik olmamıştır.”
- Şeyh Hammâd Ed-Debbâs’ın (ks) Söyledikleri:
Şeyh Abdûlkadir (ks) henüz genç iken Şeyh Hammâd’ın yanında anıldı. O da;
─ “O’nun başının üzerinde iki tane bayrak gördüm. O’na yerin yedi kat dibinden Melekût’u Âlâ’ya kadar aydınlanmıştı. Şâûs bir münadinin ufuklarda sıddıkların lakaplarıyla O’nu çağırdığını ismini haykırdığını işittim.” dedi.
Ebu Sait Abdullah b. Muhammed b. Abdullah Ali b. Amrûn Temîmî Şafiî dedi ki;
“İlim talep etmek (öğrenmek) için gençliğimde Bağdat’a geldim. İbn-i Sakâ’da o zamanlar Nizamiyedeki çalışmada arkadaşım idi. Birlikte ibadet ediyor ve Salihleri ziyaret ediyorduk. O vakit Bağdat da kendisine “Gavs” denilen bir adam vardı. “O bazen ortaya çıkar, bazen de gizlenir” deniliyordu.
Bunun üzerine ben, İbn-i Sakâ ve o zamanlar henüz genç olan Şeyh Abdûlkadir, O’nu ziyaret etmeye niyet ettik.
Biz yoldayken İbn- i Sakâ;
─ “O’na, cevabını bilemeyeceği bir soru soracağım” dedi. Ben;
─ “Ben de ona bir soru sorup ne diyeceğine bakacağım muhakeme edip düşüneceğim” dedim.
Şeyh Abdûlkadir ise;
─ “O’na bir şey sormaktan Allah’a sığınırım. Ben O’nun huzurunda O’nu görmenin bereketini nimet ve lütfunu beklerim” dedi.
Böylece oraya vardık. O’nun yanına girdiğimizde O’nu yerinde göremedik. Bir saat bekledik birden baktık ki O, yerinde oturuyor. Birden İbn-i Sakâ’ya gazaplı bir halde baktı ve ona;
“Yazıklar olsun sana Ey İbn-i Sakâ! Cevabını bilemeyeceğim bir soru sormak için mi geldin? O soru şudur ve cevabı da şudur. Şüphesiz ben sende küfür ateşinin alev alev yandığını parladığını, canlandığını görüyorum” dedi. Sonra bana baktı ve:
“Ey Abdullah, soracağın mesele hakkında diyeceğim şeyi muhakeme edip, düşünmen için mi bana soru soruyorsun? O soru şudur ve cevabı da şudur. Şüphesiz bu edebine karşılık iki kulağının yumuşağına kadar dünya üzerine akacaktır” dedi. Sonra Şeyh Abdûlkadir’e baktı, O’nu kendisine yaklaştırdı, O’na lütuf nezaket, şefkat ve iltifatta bulundu ve “Ey Abdulkadir, muhakkak edebinle Allah ve Rasûlünü razı ettin, Şüphesiz ben senin Bağdat’ta, kürsünün üzerine çıkıp kalabalık bir topluluğa konuşarak; “Bu ayağım bütün Allah dostlarının boynundadır” dediğini görür gibiyim. Yine sana tazimden dolayı senin zamanındaki evliyaları, boyunlarını eğmiş iki büklüm halde görür gibiyim “dedi. Sonra o vakit gözden kayboldu ve O’ndan sonra da O’nu görmedik.
Ebu Sait dedi ki;
“Şeyh Abdûlkadir’e gelince; “O’nun üzerinde Allah’a ﷻ yakınlığının alametleri zuhur etti. Havas ve avam onun üzerinde birleşti ittifak etti. Sonra da; “Bu ayağım Allah Teâla’nın ﷻ bütün dostlarının boynundadır” dedi ve O’nun zamanındaki evliyalar O’nu ikrar ettiler kabul ettiler, desteklediler.”
İbn-i Sakâ’ya gelince; “O da şer’î İlimlerle uğraştı, ta ki o ilimlerde akranını geçti. O alanda kendi zamanındaki birçok kimseye üstünlük sağladı. O’nunla münazara edene bütün ilim dallarında üstün geldi. Fasih bir lisanı, muhteşem hoş bir sekînet vakarı vardı. Bunun üzerine Halife onu kendisine yakın kıldı ve O’nu “Rum Hükümdarına” elçi olarak gönderdi. Hükümdar da O’nun birçok dalda ilim sahibi, fesahat ve sekînet vakar ehli olduğunu görünce ondan etkilendi ve hemen Hristiyan din âlimlerini ve papazlarını onunla: münazara etmeleri için topladı. O da onlarla münazara etti ve delillerle onları susturdu. Onlar cevap vermekten aciz kaldı ve böylece o, hükümdarın gözünde iyice büyüdü yüceldi. Sonra İbn-i Sakâ Hükümdarın güzel kızını gördü, ona tutuldu âşık oldu ve babasından onu kendisiyle evlendirmesini istedi. Babası da ancak onun da hristiyan olması şartıyla evlendirmeyi kabul etti. İbn-i Sakâ da bu hususta ona icabet edip kabul etti. Hükümdar da kızını onunla evlendirdi. O vakit İbn-i Sakâ “Gavs’ın sözünü hatırladı ve anladı ki o sebepten dolayı oldu, onunla da ölecek.
Ravi devamla dedi ki;
Bana gelince; “Ben ise “Dımeşk’a” geldim. Sultan Nureddin, beni vakıflar idareciliğine vakıflar sorumlusu olarak atadı, bende kabul ettim. Bundan sonra dünya bana yöneldi ve dünya nimetleri çoğaldı. Dedi ki: “Böylece “Gavs’ın” hepimiz hakkındaki sözü doğru çıkmış oldu.”
Şeyh Şihabuddin Sühreverdi dedi ki:
“Ben genç iken ilmi kelam ile iştigal ettim. O hususta birçok kitaplar ezberledim ve ilm-i kelam’da fakih oldum. Amcam beni bundan menediyordu ama ben onun menetmesine aldırmıyordum. Böylece amcam, ben de beraberinde iken Şeyh Abdûlkadir’in ziyaretine geldik. Amcam bana;
“Ey Ömer, Allah Teâla; ﷻ “Ey iman edenler! Peygamber ile başbaşa konuşacağınız zaman, başbaşa konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet sadaka verecek bir şey bulamazsanız, bilin ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” buyurdu. (Mücadele; 12) İşte biz de kalbi Rabbinden haber veren bir kimsenin yanına giriyoruz. O’nu görmenin bereketlerinden görebilmen istifade edebilmen için O’nun huzurunda nasıl olmamız gerektiğini düşün bak” dedi. Amcam ona;“Ey Efendim, bu kardeşimin oğlu Ömer, ilmi kelam ile iştigal ediyor. O’nu menettim fakat vazgeçmedi” dedi. Şeyh bana; “Ey Ömer hangi kitabı ezberledin?” dedi. Ben; “Falan kitabı, falan kitabı” dedim, Bunun üzerine elini göğsümün üzerinden geçirdi. Allah’a yemin olsun ki ben o kitaplardan bir şey ezberimde olduğu sürece elini kaldırmadı. Böylece Allah ﷻ bana o kitapların bütün meselelerini unutturdu. Lakin onun yerine Allah ﷻ sadrımı o vakit “İlmi Ledünni” ile teskin etti, vakur kıldı. Öyle oldum ki O’nun huzurundan hikmetle konuşur halde kalktım. Bana; “Ey Ömer, sen “Irak’ın” son meşhurlarından olacaksın” dedi.
Şeyh Şihabuddin Sühreverdî’nin arkadaşı Şeyh Necmeddin dedi ki;
“Şeyhimizin yanında kırk gün halvette riyazette kaldım. Kırkıncı gün bana vakıada, Şeyh Şihabuddin yüksek bir dağın üzerinde gösterildi. Yanında birçok mücevherler vardı. Dağın altında da birçok kimseler vardı. Elinde ise bir ölçek olup, onu o mücevherlerle dolduruyor ve insanlara takdim ediyor veriyordu. İnsanlarda o mücevherlere yöneliyorlar alıyorlardı. Her azaldığında, mücevherler arttı, sanki bir pınardan kaynıyor gibiydi. Sonra halvetten o günümün sonunda çıktım ve gördüğüm şeyleri haber vermek için Şeyh Şihabuddin’e geldim. Ona bir şey anlatmadan önce bana;
“Gördüğün o şey haktır (veya gördüğün hak idi dedi) ve onun kat kat misli de birlikte. Bu bana, Şeyh Abdûlkadir (ks)’in ilm-i kelamı benden alıp ta yerine koyduğu unsurlardandır. Vuku bulan tasarruf ve daimi olağanüstü fiil hususunda O’nun Allah-u Teâla’ya ﷻ bağlı eli vardır” dedi.
Ebu Hasan Ali b. Hîtî ve Şeyh Mâcid Kürdî dediler ki:
“Ariflerin Tacı Ebu Vefa hazretleri, bir gün kürsüde insanlara hitap ediyordu. Bağdat’a gelişinin ilk zamanlarında ve o zamanlar henüz genç olan Şeyh Abdûlkadir (ks), O’nun meclisine giriverdi. Birden Tacû’l Arifin Ebu Vefa sözünü kesti ve Şeyh Abdûlkadir (ks)’in dışarı çıkartılmasını emretti ve çıkarıldı. Sonra Tacû’l Arifin Ebu Vefa konuşmasına devam etti. Şeyh Abdûlkadir (ks) tekrar meclise girdi. Ebu Vefa tekrar sözünü kesti ve Şeyh Abdûlkadir (ks)’in çıkartılmasını emretti ve çıkarıldı.
Sonra Tacû’l Arifin Ebu Vefa konuşmasına devam etti. Şeyh Abdûlkadir üçüncü defa meclise girdi. Tacû’l Arifin Ebu Vefa Hazretleri bu defa kürsüden indi, O’nu kucakladı, gözlerinin ortasından öptü ve:
“Ey Bağdat ahalisi! Allah’ın velisi için ayağa kalkın. Ben O’nu hor görüp, aşağılamak için dışarı çıkarılmasını emretmedim. Lakin O’nu tanıyıp bilesiniz diye dışarı çıkarttım. Hak Mabud’un izzetine andolsun ki, başının üstünde kolları şarka ve garba ulaşan sancaklar vardır.” dedi. Sonra O’na:
“Ey Abdulkadir, şu an zaman bizimdir. Fakat yarın senin olacaktır. Ey Abdulkadir, her horoz öter ve susar. Ancak senin horozun müstesna, o kıyamete kadar ötecek.” dedi. Sonra ona seccadesini, gömleğini, tesbihini, çanağını ve bastonunu verdi.
Bunun üzerine O’na;
“O’ndan biat (ders) al!” denildi. Şeyh Abdûlkadir de:
“O’nun habibi olan “Mahramî’ye” dedi.
Ben derim ki adı geçen Şeyh Mahramî O’nun elinden hırka giyecek olandır. O, Şeyh Ebu Said b. Ali Mahramî’dir.
Ravi devamla dedi ki:
“Meclis sona erip de Ariflerin Tacı Ebu Vefa kürsüden indiğinde, merdivenin sonuna oturdu, Şeyh Abdûlkadir’in elinden tuttu ve O’na;
“Ey Abdulkadir, senin bir zamanın var ki, o zaman geldiğinde bu ihtiyarı da hatırla!” dedi ve kızının evinde vefat etti.
Şeyh Ömer Bezzâr dedi ki:
Ariflerin Tacı Ebu Vefa Hazretlerinin Şeyh Abdûlkadir’e verdiği tesbihi, Şeyh Abdûlkadir yere koyduğunda tane tane olur ve dönerdi. Şeyh Abdûlkadir (ks) vefat ettiğinde tesbih şalvarının cebinde bulundu ve ondan sonra tesbihi Şeyh Ali b. Hîtî, ondan sonra da Şeyh Muhammed b. Kâid aldı. O’na verdiği çanağa ise eliyle kim dokunsa mutlaka eli titrerdi.