Talebelerinden biri şöyle anlatır:
Hocam ile birlikte yolculuğa çıkmıştık. Kâhlân denilen yere vardığımızda duhâ, kuşluk namazı kılmak için mola verdik. Ben hâcet için tenhâ bir yere gittim. Abdestimi tâzeleyip geri döndüğümde, hocamın yanında taze hurmalar gördüm. Hâlbuki yakınlarda hurma bahçesi yoktu ve mevsim de hurma mevsimi değildi. Çok hayret edip, kendisinden bunun nasıl olduğunu, nereden geldiğini suâl ettim. Tebessüm etti ve; “Hurmalardan ye! Fakat nereden geldiğini sorma!” buyurdu.
Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf verâ sâhibi, Selef-i sâlihînin yoluna çok bağlı idi. Bu yönden çok meşhurdu. Zühd sâhibi olup, dünyâya îtibâr etmezdi. Cömert ve kerem sâhibi idi. Binlerce dinar para ve çeşitli nîmetlerden ihtiyâç sâhiplerine verirdi. Her hurma ağacını dikerken yanında bir Yâsîn-i şerîf okurdu. Fidan dikilme işi tamamlandıktan sonra bir hatm-i tehlil (70.000 kelime-i tevhîd) okuyarak sekiz oğluna ve altı kızına hediye ederdi. Onlar da bu hediyenin sevâblarını ona bağışlarlardı. Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf on tane mescid, oğulları ise üç tane mescid yaptırmışlardı. ayrıca bu mescidlerin devâm etmesi için her mescide âit vakıflar bırakmıştı.
Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf’ın meclislerinde evliyâdan ve ricâl-i gayb denilen zâtlar da hazır bulunurdu. Bu zâtlar arasında İmâm-ı Gazâlî, Abdülkâdir Geylânî gibi büyükler de vardı. O büyüklerin rûhâniyetlerinden istifâde eden Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf kutbiyyet makâmına yükselmişti.
Âlimler ve evliyâlar, hâllerini gizlemesi sebebiyle ona Sekkâf lakabını vermişlerdi. Çünkü o insanları hâliyle, makâmıyla ve sözüyle üzmezdi. İlmiyle ve ameliyle insanlara karşı büyüklenmezdi. Şöhretten şiddetle kaçınırdı. Hâlbuki o, zamânındaki evliyânın en yükseği idi. Abdurrahmân es-Sekkâf sâdece Allahü teâlâdan rızâsını kazanmak için çırpınır; “Vallahi kalbim Allahü teâlânın başka, evlâda, mala, âile fertlerine, Cennet’e ve Cehennem’e hiç iltifat etmez. Allahü teâlânın rızâsına muvafık olmayan ne bir ev, ne bir mescid binâ ettim, ne de bir hurma fidanı diktim.” buyururdu.
Abdurrahmân es-Sekkâf insanlara karşı güzel huylu, tatlı dilli ve güler yüzlü davranırdı. Kimseyi üzmemeye çok dikkat ederdi. Ancak ona zarar verenler veya onu üzenler başlarına bir hâl gelip pişman olurlardı.
Kur’ân-ı kerîmi ezbere bilen bir kimse vardı. Bu zât, Abdurrahmân es-Sekkâf hazretlerinin hizmetçilerinden birini üzdü. O da, durumu efendisine arz edince, üzüldü. Tam bu sırada, hizmetçiyi üzen kimse, hâfızasında ne varsa hepsinin silindiğini hissetti. Hemen sebebini anladı ve gidip hizmetçiden özür diledi. Tövbe istigfâr ettiğini, bildirdi. Hizmetçi özrünü kabûl edip, durumunu efendisine arz etti ve onu sevindirdi. O sırada özür dileyen kimse, hâfızasının yerine geldiğini hissetti. Başına gelen bu hâl sebebiyle, o zâtın büyüklüğünü daha iyi anladı.
Haramlardan ve şüphelilerden şiddetle kaçınır, harama düşmek tehlikesinden dolayı mübâhların fazlasını bile terk ederdi. Malı varsa zekâtını, bahçesinden kalkan mahsüllerinin uşrunu eksiksiz verir, fazlasını tasadduk ederdi. Etrafında hurma bahçeleri bulunan bir bahçesi vardı.
Bir defâsında çocuklar, bu bahçeler arasında oynarlarken ateş yaktılar. Sonunda ateş büyüyerek etrâfı sardı. Bahçelerdeki ağaçlar yanmaya başladı. Bütün ağaçlar bu yangında yandıkları hâlde, mahsüllerinin uşrunu tam olarak verdiği için, bu zâtın bahçesine hiçbir şey olmadı. Ağaçlardan biri bile zarar görmedi. İnsanlar hayret içinde kaldılar.
Tayy-i zaman ve tayy-i mekân sâhibi olan Abdurrahmân bin Muhamed es-Sekkâf her sene hac mevsiminde memleketinde bulunuyordu. Fakat hacca gidenler onu, Hicaz’da hac vazîfesini yaparken görürlerdi. Kendisine bu durumdan suâl edildiğinde; “İşte gördüğünüz gibi, buradan ayrılmadım.” diyerek bu kerâmetini setreder, gizlerdi. Yine Abdurrahmân es-Sekkâf, Allahü teâlânın velî kullarına ihsân edip verdiği bir hâl ile bir anda başka başka yerlerde, başka başka hâllerde görülürdü.
Bir defâsında, uzak bir yerden bâzı kimseler, Abdurrahmân hazretlerine misâfir olmuşlardı. Onlara; “Falan gün sizin beldenizde şiddetli yağmur yağmış, çok sel olup, beldenizde bulunan dere taşmış ve sel sizin beldede çok zarara sebeb olmuş.” buyurdu. O kimseler bu habere hayret ettiler. Memleketlerine döndüklerinde, Abdurrahmân bin Muhammed’in haber verdiklerinin hepsinin doğru olduğunu, bildirdiği şeylerin aynen meydana geldiğini hayretle gördüler. O zâtın bu hâlleri, kerâmet olarak anladığının ve kendilerine bildirdiğinin farkına varıp daha çok şaştılar. Ona olan muhabbetleri daha çok arttı.
Fazîletler ve kerâmetler sâhibi olan Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf hazretlerinin duâları kabûl olurdu. Bir defâsında, fâsıklardan, açıkça günah işleyen kimselerden bir kısmı yanına gelmişti. Kendisinden duâ istediler. O da hâzır olanlara sâlih ameller işlemek nasîb olması için duâ etti. O fâsık kimseler tövbe edip, sâlih ameller işlemeye başladılar ve tövbelerini bozmadılar.
Bir defâsında da çocuğu olmayan bir kadın, Abdurrahmân binMuhamed’e haber gönderip, çocuklarının olmasını çok istediklerini, fakat olmadığını, bunun için kendisinden duâ istirhâm ettiklerini bildirdi. O da duâ etti. Bundan sonra o kadın hâmile oldu ve çok güzel bir çocuğu oldu.
İşlerinde, masraflarında çok isrâf eden bir topluluk vardı. Abdurrahmân bin Muhammed bunlara duâ edince, tövbe ettiler. Hâlleri, yaşayışları gitgide güzelleşti.
Abdurrahmân binMuhammed es-Sekkâf hazretleri talebelerinin ve sevenlerinin imdâdına yetişirdi. Talebelerinden birisi şöyle anlatır:
Bir yolculukta bulunuyordum. Issız yerlerden geçerken, yolumu kaybettim. Bir taraftan da çok şiddetli susuzluk çekiyordum. Ne kadar aradıysam su bulamadım. Duâ edip, hocamdan yardım istedim. Bu esnâda yanıma biri gelip, su verdi. O sudan kana kana içerek rahatladım. Sonra, yola devâm ettim. Yolculuğum müddetince de su içmek ihtiyâcı hissetmedim.
Abdurrahmân es-Sekkâf’ı sevenlerden biri, bir yolda yalnız başına giderken, önüne yırtıcı bir hayvan çıktı. Kendisine saldırmak üzere iken, yolcu sesinin çıktığı kadar bağırarak, Abdurrahmân hazretlerinden yardım istedi. Bu sırada, kuvvetli ve heybetli bir kimse görünüp hayvanı tuttu. Güçlü kuvvetli olduğundan hayvan, elinde zor hareket ediyordu. Bu sıkıntıdan kurtulan kimse, hocasının yanına döndüğü zaman, henüz bir şey söylemeden, hocası; “Bir sıkıntıda kalırsan, yine bizden yardım iste! Fakat o kadar şiddetle bağırmana lüzum yok. Hafifçe söylesen, hattâ kalbinden bile geçirsen, Allahü teâlânın izni ile onu duyar ve yardımına geliriz.” buyurdu.
Talebelerinin ve onların âile fertlerinin giyim ve iâşelerini de düşünen Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf hazretleri bir defâsında talebesi Abdurrahîm ile Şu’ayb’e bir parça kumaş verdi ve; “Bu kumaştan çocuklarınıza üç tane elbise dikiniz.” buyurdu. Şu’ayb terzi idi. Kumaşı görünce; “Efendim, bu kumaştan çıksa çıksa iki elbise çıkar. Üç elbisenin çıkması mümkün değildir.” dedi. “Siz Besmele ile kesmeye başlayın. İnşâallah bu kumaştan üç elbise çıkar.” buyurdu. Dedikleri gibi üç elbise çıktı.
Abdurrahmân hazretlerinin hizmetçilerinden birisi huzurda, bir elbiseye ihtiyâcı olduğunu, bunun için on beş dirhem lâzım geldiğini bildirdi. Hizmetçiye; “Falan yerde bulunan kesenin içinde on beş dirhem olacak. Onu al! İhtiyâcın için kullan!” buyurdu. Hizmetçi, keseye baktığını ve boş olduğunu bildirdi. Bunun üzerine; “Sen git bak! O kesede on beş dirhem bulursun.” buyurdu. Bildirilen yerdeki kesenin yanına tekrar giden hizmetçi, kesede on beş dirhem bulunduğunu gördü ve alıp ihtiyâcına sarfetti.
Abdurrahmân es-Sekkâf’ın talebelerinden, Abdürrahîm bin Ali anlatır:
Hocam Abdurrahmân bin Muhammed bana bir mikdâr gümüş para vererek, mutfağın ihtiyaçlarını almak üzere, vekil etmişti. Elimdeki para bitmek üzere iken, gidip; alacağımız nevâle için, bu paranın yetmeyeceğini bildirdim.Biraz düşündü. “Hangi şeyler ihtiyaç ise, siz onları almak üzere gidin. İnşâallah yeter.” buyurdu. “Peki efedim” deyip gittim. İhtiyaçlarımızı aldıktan sonra, paranın bir mikdârını artmış buldum ve bunun bir kerâmet olduğunu anladım.
Başka pekçok kerâmetleri de görülen Abdurrahmân es-Sekkâf hazretleri, bir defâsında bulunduğu Izz köyünden bir yolculuğa çıkacaktı. O sırada hanımı hâmile idi. Yola çıkacağı zaman hanımına bir bez verdi ve dedi ki:”Ben yolda iken, belki bir oğlumuz doğabilir. Aynı gün vefât edebilir. Eğer öyle olursa, bu bezi ona kefen yaparsınız.” Hanımına bunları söyledikten sonra yola çıktı. Hakîkaten, bir erkek çocuğu oldu. Bildirdikleri gibi, aynı gün vefât etti. Bıraktığı bezi çocuğa kefen yaptılar.
Abdurrahmân bin Muhammed’in hurma ağaçlarından birisinin, boyu çok kısa ve dalları yere yakın olduğundan, gece köpekler gelerek hurmaları yerdi. Bunun için hizmetçilerden birisi, her gece o hurma ağacının yanında bekçilik yapar, köpeklerden korurdu. Bir gece Abdurrahmân hazretleri hizmetçiye; “Sabaha kadar beklemenize ne lüzum var. Ağacın etrâfında genişçe bir dâire çizin! Kendiniz de gidip istirahat edin!” buyurdu. Hizmetçi bildirilen şekilde yaptı. Sabahleyin baktıklarında, çizginin dışında köpek izleri görüldü, gerçekten içeri girememişlerdi.
BENDEN NE FARKI VAR?
Kardeşim Abdurrahmân ile hurmaların taksimi husûsunda aramızda bir husûmet meydana gelmişti. Kendi kendime; “Onun benden üstün yanı nedir, o oruç tutuyorsa ben de tutuyorum, o namaz kılıyorsa ben de kılıyorum. Babamız birdir. Benim misâfirlerim ise ondan çoktur.” dedim. Rüyâmda bir kişi bana gelerek; “Kardeşin hakkında böyle böyle söyledin mi?” dedi. Ben de; “Evet söyledim.” dedim. “Öyleyse benimle berâber gel.” dedi. Birlikte kardeşim Abdurrahmân’ın yanına gittik. Kardeşimin bedeninin nûr ile kaplı olduğunu ve uzuvlarının üzerinde nûr ile “İhlâs” ve “Lâ ilâhe illallah Muhammedürresûlullah” yazılı olduğunu gördüm. O kimse bana, bu makâma ulaştığın zaman böyle böyle konuş, eğer bundan sonra ona inat edersen bu rüyâyı hatırla.” dedi. Ben de ondan sonra kardeşim hakkında kötü düşünmekten vazgeçtim.
PİŞMAN OLDULAR!
Bir defâsında, bâzı kimseler gemi ile bir yere gidiyorlardı. Yolcular arasında Abdurrahmân hazretlerinin talebelerinden birkaç kişi de vardı. Bir ara, geminin tabanından bir yer delindi. Ne yaptılarsa delinen yeri tıkayamadılar. Vazîfeliler çâresiz kalıp, geminin batmasından korktular. Onlardaki bu telaşı görüp, vaziyeti anlayan talebeler, hocaları Abdurrahmân bin Muhammed’den yardım istediler. O esnâda hocalarını gemide gördüler. Ayağını, gemiye su giren yere koydu. Sonra bir şeyler ile o delik yeri kapadı. Su girmez oldu. Bu duruma yolcular çok sevindi. Herkes rahatlamıştı. Abdurrahmân hazretleri, birden gözden kayboldu. O büyük zâtın talebeleri hürmetine, diğerleri de kurtuldular ve yollarına devâm ettiler. Bu hâdiseyi işitenlerden bâzıları, onun bu kerâmetini inkâr ettiler. “Böyle şey olmaz.” dediler. Îtirâzcılar, bir yolculuğa çıkmışlardı. Yollarını kaybettiler. Üç gün üç gece dolaştıkları hâlde yollarını bulamadılar. Ellerinde bulunan yiyecek ve suları da bitmişti. Başlarına gelen bu sıkıntının, o zâtın kerâmetini inkâr etmekten olduğunu anladılar. Îtirâzlarına tövbe ederek, bu sıkıntıdan kurtulmaları hâlinde mallarından belli mikdârını o zâta vermeyi ve hizmetinde bulunmayı adadılar. Tam bu sırada yanlarına, hiç tanımadıkları biri geldi. Bunlara tâze hurma ve su verdi ve yolu târif edip gitti. O kimseler, hurmalarla karınlarını doyurdular ve sudan içtiler. Târif edilen yere doğru gidince, yollarını kolayca buldular. Memleketlerine vardıkları zaman adaklarını yerine getirdiler.