Ebû Midyen Mağribî (k.s)
Ebû Midyen Mağribî (k.s)
Kuzey Afrika’da yetişen büyük velîlerden ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimlerinden. On ikinci asırda yaşadı. İsmi, Şuayb bin Hasan (Hüseyin veya Sinan) olup, künyesi Ebû Midyen’dir. Mağribî nisbesiyle ve Şeyhu’l-Meşâyih lakabıyla meşhur olmuştur. Bugün İspanya’da bulunan Sevilla(İşbiliyye) şehri civârındakiKatniyon kasabasında doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1197 (H.594) senesinde Cezâyir şehirlerinden Tlemsan yakınındaki Ribâtu’l-Ubbâd kasabasında vefât etti. Kabri orada olup ziyâret edilmektedir. Vefâtı için 1184 (H.580) ile 1193 (H.590) ve başka târihleri bildiren kaynaklar da vardır. Küçük yaştan îtibâren zârûrî olan temel îmân ve ibâdet bilgilerini öğrenen ve Kur’ân-ı kerîmi ezberleyen Ebû Midyen Mağribî, dokumacılık sanatını öğrendi. Bir müddet bu sanat ile meşgul oldu. Fakat ilme ve âlimlere karşı aşırı sevgisinden, bu yola girmeyi arzu etti. Fakir bir âileye mensûb olması sebebiyle bâzı maddî engellerle karşılaştı. Fakat ilim yolunda hiçbir engeli dinlemeyen ve memleketini terk eden Ebû Midyen, adlarını ve şöhretlerini duyduğu müderrislerden ilim öğrenmek üzere Fas’a gitti. Murâbıtlar Hânedânının sonunda veya Muvahhidler Hânedânının ilk zamanlarında Fas’a giden Ebû Midyen Mağribî, buranın ileri gelen âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. İlim öğrenmeye başladığı zamanlarda başından geçen hâdiseleri şöyle anlattı: “Talebeliğimin ilk günlerinde, Fas hâricinde rahatça ibâdet edebileceğim boş bir yer bulmak için ayrıldım. İbâdet için boş bir yer buldum. Orada yerleştim. Bir ceylan gelip bana sığındı. Onunla yakınlık kurdum. Ayrıca, Fas’a bitişik bir köyün köpekleri de etrâfımda dolaşıp beni korurlardı. Artık orada ikâmet ediyordum. Bir gün Fas’ta, Endülüs’ten tanıdığım bir kimse ile karşılaştım. Onun yardıma ihtiyâcı vardı. İmdâdına yetişmek îcab ettiğini düşünerek, elbisemi on dirheme sattım. Parayı o kimseye vermek üzere gittiğimde, kendisini bulamadım. Yolumun üzerinde bulunan köyden geçerken, her zaman etrâfımda dolanıp beni korumak isteyen köpekler, bu defâ bana saldırdılar. Geçmeme izin vermiyorlardı. Zorlukla kurtulup, yalnız kaldığım yere ulaştım. Ceylan geldi, eskisi gibi bana yaklaşıp beni koklamadı. Kendisine yaklaşmak istediğimde benden uzaklaştı. Beni hoş görmedi. Huysuzlaşıyor, yerinde duramıyordu. Bu ceylanın ve köpeklerin niçin böyle davrandıklarını düşünmeye başladım. Nihâyet cebimdeki on dirhemden olduğunu anladım. Sonra Fas’a geri giderek, tanıdığım Endülüslüyü bulup on dirhemi ona verdim. Aynı köyden geçerken, köyün köpekleri bu sefer çıkıp etrafımda dolaşmaya, bana yaklaşmaya başladılar. Yalnız kaldığım yere gelince, ceylan da eskisi gibi yakınlık gösterdi. Önümde hareket ediyor, sanki seviniyor gibi hareketler yapıyordu. Epey müddet orada kaldım. Bir zaman sonra büyük âlim ve velî Ebû Ya’zî hazretlerinin haberleri, sözleri, kerâmetleri, dilden dile nakledilerek bana kadar gelince, kalbim ona karşı muhabbetle doldu. Bâzı kimseler ile berâber kendisine gittik. Bizi karşıladı. Yanında ders okumaya başladık ve çok istifâde ettik. Ebû Ya’zî hazretlerinin sohbetlerinde ve ilim meclislerinde bulunan Ebû Midyen Mağribî, zâhirî ilimlerde yüksek dereceye ulaştı. Bilhassa hadîs, tefsîr ilimlerinde ihtisas sâhibi oldu. Ayrıca tasavvuf yolunda da ilerledi. Hocası Ebû Ya’zî hazretleri Ebû Midyen Mağribî’yi çok sever ve fazlası ile yakınlık gösterirdi. Talebeleri arasında ona ayrıca iltifat gösterip diğer talebelerinden üstün tutardı. Ebû Ya’zî hazretlerinin hizmetinde olgunlaşıp kemâle gelen Ebû Midyen Mağribî, ondan izin alarak hacca gitmek istedi. Hocası ona izin verdi ve; “Yolunun üzerinde bir arslan ile karşılaşırsan ondan korkma! Şâyet korkacak olursan ona, Ehl-i beyt-i Resûl hürmetine yolumdan çekil, de!”buyurdu. Hocasının huzûrundan “Peki.” deyip ayrılan Ebû Midyen Mağribî, yolda hocasının dediği gibi arslanla karşılaştı. Kendisine tavsiye edilenleri yapınca, arslan ona zarar vermedi. Ebû Midyen hazretleri hac yolculuğu sırasında birçok yerlere uğrayıp âlimler ile görüştü. Harem-i şerîfte Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri ile karşılaştı ve sohbetlerinde bulundu. Kendisinden çok hadîs-i şerîf ve tasavvufun inceliklerini dinledi. Abdülkâdir-i Geylânî rahmetullahi aleyh kendisine sûfîlik hırkası giydirdi. Onun yanında nice nûr ve sırlara kavuştu.Ebû Midyen Mağribî, Abdülkâdir-i Geylânî’nin sohbetinde bulunmakla iftihâr eder ve onu, kendilerinden ilim öğrendiği hocalarının en büyüklerinden sayardı. Tasavvuf yolunda ilerleyen Ebû Midyen Mağribî hazretleri, kutubluk ve gavslık makamlarına ulaştı. Hac vazîfesini yerine getirip sevgili Peygamberimizin kabr-i şerîfini ziyâret ettikten sonra Kuzey Afrika’ya dönüp Becâye şehrine yerleşti. Dünyâdan ve içinde bulunanlardan tamâmen yüz çevirip zühd hayâtı yaşadı. İnsanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatıp, talebe yetiştirmeye başladı. İnsanlar derslerinde bulunup, sohbetlerinden istifâde etmek için onun etrâfında toplandılar. Husûsî derslerinde talebelerine daha ziyâde İmâm-ı Tirmizî hazretlerinin Câmî isimli meşhûr eserindeki hadîs-i şerîfleri ile İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin İhyâu Ulûmiddîn adlı eserini okuttu. Mâlikî mezhebinin fıkıh bilgilerinde ziyâdesiyle bilgi sâhibi olduğu için, kendisine sorulan suâllere cevap verirdi. Ebû Midyen Mağribî’nin şöhreti her tarafta duyulup insanlar akın akın onun sohbetine koştular. Herkes, ona talebe olmak için can attı. Zamanın âlimleri ve evliyâsı onun şerefini ve yüksek mertebesini kabûl ettiler. İnce, kibâr ve zarîf bir zât olan Ebû Midyen Mağribî hakkında; “Doğudaki evliyânın reisi Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî ve batıdakilerin reisi de Ebû Midyen Mağribî’dir.” diye medholundu. Ebû Midyen Mağribî hazretlerinden Muhyiddîn-i Arabî ve başka birçok büyük zâtlar ilim öğrenmişlerdir. Haram ve şüphelilerden çok sakınırdı. Büyüklüğü herkes tarafından bilinir, her taraftan insanlar akın akın sohbetine gelirlerdi. Herkes kendisine talebe olmak isterdi. Bütün veliler onun şerefini ve yüksek mertebesini kabûl etmişlerdi. Yanına gelenler, huzûrunda edeple durur, konuşmasını dinlerlerdi. Mütevâzi, zâhid ve verâ sâhibiydi. O, sözleri kalplere tesir eden fazîlet sâhibi, hakîkî âlimlerin büyüklerindendir. Allahü teâlâyı tanıyan evliyânın imâmı ve üstünü olmakla bilinir. Evliyâdan bir zât, rüyâsında bir kimse gördü. O kimse evliyâdan olan bu zâta dedi ki: “Ebû Midyen’e şöyle söyle: İlmi yay! Yarın yüksek kimselerle birlikte bulun, kimseye aldırma! Sen zürriyetlerin babası olan Âdem aleyhisselâmın durumundasın.” Bu zât, ertesi gün rüyâsını Ebû Midyen hazretlerine anlattı. Rüyâyı dinledikten sonra buyurdu ki: “Ben buralardan ayrılıp, tenhâda yalnız kalmak, kendi başıma bulunmak istiyordum. Her şeyden uzaklaşmak niyetindeydim. Senin bu rüyân ise, benim bu niyetime mâni oluyor. Meclis kurup, insanlara ilim öğretmemi emrediyor. “Yarın yüksek kimselerle berâber bulunacaksın.” sözü, “Allahü teâlâyı zikredenlerin, O’nun hatırlandığı, emirlerinin anlatıldığı yerin Cennet bahçelerine benzetildiği.” hadîs-i şerîfine işârettir. “Yüksek kimseler”, Cennet ehlinin “İlliyyîn” denilen yüksek tabakasına işârettir. “Zürriyetlerin babası olan Âdem aleyhisselâmın durumundasın.” sözü şuna işârettir ki, Âdem aleyhisselâma, nikâh (izdivac) verildi ve nikâh yapması emrolundu. Fakat bu nikâhdan meydana gelecek zürriyetin hepsinin mümin ve itâatkâr olması kuvveti ona verilmedi.” İnsanları hidâyete kavuşturmak kuvveti yalnız Allahü teâlâya mahsustur. İşte bunun gibi, bize de ilim verildi ve onu yaymak, öğretmek emredildi. Fakat, bu ilim öğrettiklerimizin hepsinin muvaffak olmaları, hepsinin bize tâbi olmaları kudreti bize verilmedi.” Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, Fütûhât-ı Mekkiyye isimli kıymetli eserinde şöyle anlatıyor: İnsanlardan birçoğu, bereketlenmek için Ebû Midyen hazretlerine ellerini sürerlerdi ve ellerini öperlerdi. Kendisine suâl edildi ki: “Efendim! Bu hal karşısında hiç nefsinize bir düşünce gelir mi?” Cevâbında buyurdu ki: “Hacer-ül-Esved’e bu zamâna kadar, nebîler, resûller ve velîler el sürüp, onu öptüler. Ona, onu taş olmaktan çıkaracak bir düşünce gelir mi?” Gelmez. İşte ben de bu hükümdeyim. Bana da öyle bir düşünce gelmez.” Ebû Midyen hazretlerinin kalbi, her an Allahü teâlâ ile meşgul dü. Hayâtının son kelimesi; “Allah.” olmuştur. Kendisinden bir meselede fetvâ istense, ânında cevap verirdi. İnsanlara İslâmiyetin doğru bilgilerini anlattığı bir vâz meclisi vardı. İnsanlar etrâfında toplanıp vâz edeceği zaman, kuşlar üzerinde uçuşmaya başlardı. Vâz başlayınca, kuşlar da durup dinlerlerdi. Ebû Midyen hazretlerine bir gün, Allahü teâlâya muhabbet ve O’ndan hayâ etmek husûsunda suâl edildi. Cevâbında buyurdu ki: “O’nun evveli, Allahü teâlâyı devamlı zikretmek, her an O’nu hatırlamak, ortası, zikredilene yakınlık, sonu ise O’ndan başka bir şeyi görmemek, her görünen şeyde, o şeyi yaratan Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünmektir.” Yine bir gün kendisine; “Allahü teâlânın emirlerine tam teslim olmanın alâmeti nedir?” diye suâl edildi. Cevâbında; “Nefsi, Allahü teâlânın hükümlerinin îfâ edildiği meydana göndermek, ona devamlı Rabbimizin râzı olduğu şeyleri yaptırmak, bu hususta çekeceği elem ve sıkıntılarda ona şefkat göstermemektir.” buyurdu. Ebû Midyen Mağribî hazretleri bir ara insanlardan uzaklaşıp evine kapandı. Bir yıl müddetle dışarı çıkmadı. Yalnız Cumâ namazlarına çıktı. Halk onun ayrılığına dayanamayıp, kapısı önüne yığıldı.Evden çıkıp, kendilerine nasihatte bulunmasını istediler. Sonunda iknâ ettiler, dışarı çıktı. Evinin bahçesinde bir ağaç vardı. Üzerine serçe kuşları konmuştu. Kendisini görünce kaçtılar. Bu hâle çok üzüldü, hemen içeri girip; “Eğer sizlere ders için faydalı olsaydım, bu kuşlar benden kaçmazdı.” buyurdu. Bir yıl daha evinde kaldı. Sonra halk yine toplandılar ve sohbetini tekrar istediler. Dışarı çıktı. Bu sefer kuşların kendilerinden kaçmadıklarını gördü ve insanlarla konuşmaya başladı. Öyle konuşmalar yapardı ki, kuşlar gelip önünde sevinerek kanat çırparlardı. Hatta bir kısmı düşüp can verirdi. O konuşmaları dinleyen cemâatten bâzıları, kendinden geçerek düşüp bayılırdı. Bir sohbeti sırasında buyurdu ki: “İlim ganîmettir. Sükût kurtuluştur. Halktan bir şey ummamak rahatlıktır. Zühd, dünyâya düşkün olmamak âfiyettir. Bir göz açıp kapayacak kadar Allahü teâlâyı unutmak, O’nun verdiği emânete hıyânettir.” “Almayı, vermekten daha tatlı gören, hal sâhibi olamaz.” “Fakirliğin kendine has bir nûru vardır ve onu gizlediği müddetçe durur. Açığa vurunca, kaybolup gider.” “Allahü teâlânın emirlerini yapıp, yasaklarından sakınmakla huzur bulmak, Cennet’tir. Bu halden yüz çevirmek ateştir. Allahü teâlâya yakınlık, lezzettir. O’ndan ayrılmak, O’na karşı yabancılık, ölümdür.” “Kalp, birçok tarafa yönelebilir. Onu hangi tarafa yönlendirirsen, diğer tarafları kapalı kalır. Bir kimse dünyâ ve âhiretin ikisine birden yönelemez. Bunlardan biri diğerine mâni olur.” Ebû Midyen Mağribî ilimde yüksek derece sâhibi olduğu gibi güzel ahlâk sâhibiydi. Güzel ahlâkla ilgili olarak buyurdu ki: “Fütüvvet, kulların iyiliklerini ve güzelliklerini görmek, gıybet ise onların kötülüklerini görmektir. “İnsanlarla birlikte bulunmakta güzel ahlâk, onlarla iyi geçinmektir. Âlimler ile berâber olmakta güzel ahlâk, onlara ihtiyâcı olduğunu bilmek ve onları edebe uygun olarak dinlemekle olur. Mârifet ehli ile bulunmakta güzel ahlâk, sükûn üzere, ümitli ve sabırlı olarak beklemekle olur. Yüksek velî ile berâber olmakta güzel ahlâk, kırıklık hâlinde bulunmakla olur.” Her işinde Allahü teâlânın rızâsına kavuşmayı arzu eden Ebû Midyen Mağribî hazretleri, ihlâs sâhibi idi. İhlâsla ilgili olarak buyurdu ki: “İhlâsın alâmeti, her an Allahü teâlâyı müşâhede etmek, O’ndan başkasını hiç hatırına getirmemektir.” “Kalbinde, kendisini kötülükten koruyan bir kuvvet bulunmayan kimse, harâb olmuştur.” “Allahü teâlâ, vicdanlardaki gizli sırlara, insanın her nefeste ve her haldeki hâline muttalîdir, hepsini bilir. Hangi kalbi kendisine yönelmiş görürse, onu felâketlerden, sıkıntılardan, sapıklıklardan ve fitnelerden muhâfaza eder.” Muhyiddîn-i Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye kitâbında şöyle anlatıyor: “Büyük zâtlardan biri ile uzak bir dağa gittik. Orada önümüze keskin bakışlı bir yılan çıktı. Arkadaşım bana; “Ona selâm ver, selâmına mukâbele edecektir.” dedi. Selâm verdim. Selâmıma cevap verdi. Sonra bize; “Neredensiniz?” dedi. “Bicâye’deniz.” dedik. “Ora halkı ile Ebû Midyen’in arası nasıl?” dedi. Hakkında uygun olmayan şeyler söyleyenler çıkıyor.” dedik. Bu cevâbımıza şaştı ve; “Allah’a yemin olsun ki, bu âdemoğullarına şaşıyorum. Yine Allah’a yemin ederek diyorum ki, Allahü teâlâ, kullarından birine velâyet tâcını giydirsin de, sonra onu kötü gören olsun. Böyle bir şey olacağını hiç sanmıyordum.” dedi. “Ebû Midyen’i sana kim tanıttı?” dedim. “Yâ, şaştınız mı? Sübhânallah… Acabâ yeryüzünde onu tanımayan bir hayvan var mıdır? Allah’a yemin ederim ki, Allahü teâlâ bir kimseyi velî yaparsa, kullarının kalbine de onun sevgisini verir. Bundan sonra onu kim sevmezse, ya kâfirdir veya münâfıktır.” dedi. Ebû Midyen hazretleri, bir defâsında namazda; “Cennet’te kendilerine zencefil karıştırılmış Cennet şerbetinden dolu bir bardak da içirilir.” meâlindeki İnsan sûresi on yedinci âyetini okumuştu. Namazdan sonra dudaklarını yalamaya başladı. Sebebini soranlara; “O şerbetten bir bardak içtim. Tadından dudaklarımı yalıyorum.” buyurdu. Yine bir defâsında namazda; “Muhakkak ki iyiler, Na’îm Cennetindedirler. Fâcirler ise,Cehennem’dedirler.” meâlindeki İnfitâr sûresi on üç ve on dördüncü âyet-i kerîmelerini okudu. Namazdan sonra; “Her iki kısımda olanların yerleri, Cennet ve Cehennem bana gösterildi.” buyurdu. Evliyâdan birisi şeytana; “Ebû Midyen ile aran nasıldır?” diye sordu. Şeytan; “Onun kalbine bir vesvese getiremem. Benim hâlim, okyanusa bevletmek gibidir. Koskoca okyanus bununla kirlenmediği gibi, temiz durur. Ne zaman kalbine bir vesvese verecek olsam, benim vesvesem yok olup, tesirsiz hâle geliyor.” Bir gün, bir sözüne îtirâz için biri huzûruna geldi. Ebû Midyen hazretleri onu görünce; “Niçin geldin?” diye sordu: Cevâbında: “Sizden istifâdeye geldim.” “Koynunda ne var?” “Kur’ân-ı kerîm var, efendim.” “Kur’ân-ı kerîmi çıkar ve herhangi bir sayfasını aç! Kendi düşünceni oradan oku!” buyurdu. O şahıs, Kur’ân-ı kerîmden bir sayfa açtı ve Şuayb aleyhisselamın kıssasında geçen; “Şuayb’ı yalanlayanlar, ziyân etmişlerdir.” meâlindeki Ârâf sûresi doksan ikinci âyetini okudu. Ebû Midyen hazretlerinin adı da Şuayb idi. O kimseye hitâben; “Bu sana yetişir mi?” buyurdu. Gelen şahıs, suçunu îtiraf edip tövbe etti ve hâlini düzeltti. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleriyle ve diğer evliyâ ile mânevî âlemde görüşür, onların güzel hallerini insanlara anlatırdı. Bir gün yakınları ile otururken başını önüne eğmiş vaziyette duruyordu. Bu esnâda; “Allah’ım, ben de onlardanım. Sen ve meleklerin şâhidim olun, duydum ve kabûl ettim.” dedi. Bu konuşmayla neyi kasdettiği sorulduğunda, buyurdu ki: “Şu anda Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri Bağdât’ta, benim iki ayağım bütün evliyânın boyunları üzerindedir, buyurdu, onu kabûllendim.” dedi. Kendisi Cezâyir’de idi. Târihini tuttular, gerçekten aynı gün ve aynı saatte, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin bu sözü söylediği tesbit edildi. Talebelerinin ve sevenlerinin yaptıkları işleri ve hattâ düşündüklerini Allahü teâlânın bildirmesiyle bilirdi. Derslerine devâm eden talebelerinden birisi, bir gece hanımına çok hiddetlendi. Onu boşamaya kat’î olarak karar verdi. Sabahleyin, ders için hocasının meclisine geldiği zaman, Ebû Midyen hazretleri bu talebeye hitâben; “Zevceni nikâhında tut! (Onu boşama) Allah’tan kork!” meâlindeki Ahzâb sûresi otuz yedinci âyet-i kerîmeyi okudu. Talebe; “Vallahi ben bu durumu hiç kimseye anlatmadım.” dedi. Ebû Midyen hazretleri buyurdu ki: “Mescide girdiğim zaman, sırtında bulunan hırkanın üzerinde bu âyet-i kerîmenin yazılı olduğunu gördüm. Aranızdaki meseleyi ve senin niyetini böylece anlamış oldum.” Bir gün deniz kenarında abdest alıyordu. Yüzüğü denize düştü. “Yâ Rabbî! Yüzüğümü bir sebeb ile göndermeni istiyorum.” dedi. O anda denizden bir balık çıktı. Ağzında Ebû Midyen hazretlerinin yüzüğü vardı. Yüzüğünü balığın ağzından alıp, Allahü teâlâya şükretti. Becâye’deki ilim talebeleri; “Mümin ölünce, Cennet’in yarısı ona verilir.” hadîs-i şerîfinde ihtilâf edip, hadîs-i şerîfin görünüş mânâsına göre, iki mümin ölünce, Cennet’in bütünü onların olur. Bu ise mümkün değildir. En iyisi gidelim, bu hadîs-i şerîfin mânâsını Ebû Midyen hazretlerinden suâl edelim dediler. Nihâyet Ebû Midyen hazretlerine geldiler. Ebû Midyen rahmetullahi aleyh o sırada talebelerine ders veriyordu. Risâle-i Kuşeyrî’den anlatıyordu. Gelir gelmez, ne için geldiklerini anlayıp; “Bundan murâd, kendiCennet’inin yarısı ona verilir, kabrinde onunla nîmetlenmek ve sevinmek için, ona Cennet’le arasındaki perde açılır. Diğer yarısı da kıyâmette verilir.” buyurdu. Talebeler, Ebû Midyen hazretlerinin bu kerâmetini görünce, ona olan muhabbet ve bağlılıkları daha da artarak döndüler. Evliyânın vasıflarını ve hallerini soran birisine buyurdu ki: “Hâlis olarak evliyâlık yolunda bulunmanın alâmeti, fakr hâli, yâni varlığını Allah yolunda harcamaktır.” “Velî olduğu söylenen kimse, dînin emir ve yasaklarına aykırı hareket ederse, ondan sakınmak lâzımdır.” “Bütün evliyânın kerâmetleri, efendimiz Muhammed aleyhisselâmın mûcizelerinin neticeleridir. Bizim bu yolumuz da, O’nun sallallahü aleyhi ve sellem yoludur. Biz bu yolumuzu, senetle, icâzetle, Ebû Ya’zî’den aldık. O da aynı şekilde, Cüneyd-i Bağdâdî’den, o, Sırrî-yi Sekatî’den, o, Habîb-i Acemî’den, o, Hasan-ı Basrî’den, o, hazret-i Ali’den aldı. O da Resûlullah’tan sallallahü aleyhi ve sellem, O da Cebrâil’den (aleyhisselâm) ve o da, âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâdan aldı.” “Mukarreb odur ki, kendisine kalb-i selîm (küfür, dalâlet, günahlar ve sâir âfetlerden temizlenmiş, ihlâs ile dolu olan kalp) verilen kimsedir. Öyle ki, Allahü teâlâdan başka her şeyden kurtulmuştur. O kalp, Allahü teâlânın rızâsından başka bir şey bulunmayan bir kaptır. İşte bu ve bunun gibi güzel hasletlere sâhib olan zâta mukarreb denir.” Ebû Midyen Mağribî hazretleri çeşitli sohbetleri sırasında buyurdu ki: “Allahü teâlâ bana; talebelerimin hepsine ve beni sevenlere çok hayırlar vereceğini vâdetti.” “Hatâsı olan kimsenin, bu hatâsını üzülerek, kalbinin kırık, boynunun bükük olması, itâatkâr kimsenin, itâatına güvenerek kendini kıymetli sanmasından, kırıcı hareket etmesinden hayırlıdır.” “Hakîkî âlim, yol gösterici zât; güzel ahlâkı ile sana doğru yolu gösteren, gidişâtı ile seni kuvvetlendiren, nûrları ile senin bâtınını aydınlatan zâttır.” “Bir kimse halkı doğru yola dâvet ettiği halde, kendisi bu yolda değilse, halkı fitneye düşürür.” “Normal insanların bozulmasının alâmeti, âmirlerinin kendilerine zulmetmesiyle meydana çıkar. Büyük zâtların, ileri gelen âlimlerin bozulmasının alâmeti de, dinde çeşitli karışıklıkların ve fitnelerin ortaya çıkmasıdır.” “Kim dünyâyı (insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyleri) istemekle meşgûl olursa, Allahü teâlâ onu zillete mübtelâ kılar.” “Sâlihlerin hizmetinde bulunan kimse yükselir. Allahü teâlânın, kendisini, sâlihlere hürmet etmekten mahrûm ettiği kimse, insanlardan gelen sıkıntılara mübtelâ olur.” “Nefsini tanıyan kimse, insanların övmelerine aldırmaz.” “Nefs, ihlâs sâhibini doğru yoldan kaydıramaz.” “Yaratılmış olan bir şeye, şehvet arzusu ile bakan kimse, o şeyden ibret alamaz ve o şeyden faydalanamaz.” Ebû Midyen Mağribî hazretlerinin pekçok kerâmeti görülmüştür. Bir gün deniz sâhilinde yürüyordu. Bulunduğu şehri istilâ eden düşmanlar, onu esir alıp sâhildeki gemiye koydular. Gemide pekçok müslüman esir vardı. Yakalayan kimseler, gemiyi hemen hareket ettirmek istediler. Fakat bütün uğraşmalarına rağmen buna muvaffak olamadılar. Müslüman esirler; “Son olarak getirdiğiniz o şahıs, Allahü teâlânın sevgili bir kuludur. O, gemide olduğu müddetçe bu gemiyi hareket ettiremezsiniz.” dediler. Bunun üzerine Ebû Midyen hazretlerini serbest bıraktılar. Fakat o; “Gemideki bütün müslüman esirler serbest bırakılmadıkça, dışarı çıkmam.” dedi. Düşmanlar baktılar başka çâre yok, bütün esirleri bıraktılar. Gemi de normal şekilde hareket edip yoluna devâm etti. Mağrib’de, müslümanlarla frenkler arasında harp çıkmıştı. Frenkler gâlip gelmek üzere iken, Ebû Midyen kılıcını alıp, talebelerinden biri ile sahraya çıktı. Bir kum tepesi üzerine oturdu. Uzaktan sahrayı dolduran domuzlar görüldü. Yakına gelinceye kadar bekledi. Sonra kılıcını kaldırıp, başlarına vurmaya başladı. Pek çoğunu öldürdü. Nihâyet, geri dönüp kaçtılar. “Bunlar nedir?” diyenlere; “Frenklerdir. Allahü teâlâ onları mağlûb ve perişân etti.” buyurdu. Bir zaman sonra, düşmanın kırıldığı haberi geldi. İslâm askerleri gelip; “Eğer siz ön safta olmasaydınız, mağlûb olmuştuk.” dediler. Halbuki, Ebû Midyen hazretlerinin bulunduğu yer ile harbin yapıldığı yer arasında bir aylıktan çok mesâfe vardı. Ebû Midyen hazretleri devlet ve siyâset işlerine karışmaz, kendi hâlinde yaşardı. Fitne ve fesat durumu olursa, bulaşmamak îcâb ettiğini bildirir, böyle bir durum ile karşılaşılması hâlinde nasıl davranılacağına işâretle; “Ne tanın, ne de tanı.” buyururdu. Becâye’de ikâmet eden, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâ ve âhirette kurtuluşa ermeleri için çırpınan Ebû Midyen Mağribî’yi, fitneciler ve çekemeyenler rahat bırakmadılar. Şöhretinin her geçen gün biraz daha arttığını, talebeleri ile sevenlerinin çoğaldığını gören hasedciler, onu Merrâkeş’te bulunan Muvahhidî sultanı Ebû Yûsuf Yakub el-Mansûr’a şikâyet ettiler. Sultan, Ebû Midyen Mağribî’nin sorgulanmak üzere Merrâkeş’e gönderilmesini emretti. Sultânın emri üzerine Merrâkeş’e götürülürken, Tlemsan yakınındaki Ribâtü’l-Ubbâd denilen yere gelince; “Bizim sultanla işimiz yok. Bu gece müminleri ziyâret etmek isteriz.” dedi. Bineğinden indi. Yanında bulunanlara, vefât edince, Ribâtü’l-Ubbâd denilen yere defnedilmesini vasiyet etti. Kıbleye döndü. Sonra Kelime-i şehâdet getirdi. “İşte geldim, işte geldim.” dedi. Sonra da; “Rabbim sana acele geldim, tâ ki râzı olasın.” meâlindeki Tâhâ sûresi seksen dördüncü âyet-i kerîmesini okudu. Sonra; “Allah el-Hak” deyip rûhunu teslim etti. Onun vefâtını haber alan Tlemsanlılardan büyük bir kalabalık cenâze namazında bulundu. Gerekli hazırlıklar yapılıp cenâze namazı kılındıktan sonra vasiyeti üzerine Tlemsan yakınındaki Ribâtü’l-Ubbâd denilen yerde defnedildi. Bu büyük velîye aşırı ve pek ziyâde sevgi gösteren Tlemsanlılar, onun defnedildiği Ribâtü’l-Ubbâd denilen yerde yerleşmeye başladılar. Böylece Ribâtü’l-Ubbâd kasabası meydana geldi. O zamandan sonra Tlemsan’ın pîri ve hâmisi olarak kabûl edilen Ebû Midyen Mağribî’nin kabrinin üzerine türbe ve etrâfına medreseler yapıldı. Ebû Midyen Mağribî’nin kabri üzerindeki türbe, Muvahhidî Sultânı Muhammed en-Nâsır’ın emri üzerine yaptırıldı. Bilhassa Merînî sultanları Ebû Midyen Mağribî’nin türbesi civârında câmi ve medreseler yaptırarak buranın tam bir ilim beldesi olmasına çalıştı. Sonra gelen sultan ve emirler de gereken ihtimâmı gösterip, bu mübârek zâtın feyz ve bereketinden, istifâde ettiler. Ebû Midyen Mağribî hazretlerinin Tlemsan yakınındaki Ribâtü’l-Ubbâd kasabasında bulunan kabri bugün bütün müslümanlar tarafından ziyâret edilmektedir. Kabrini ziyâret edip kendisi vesîle edilerek yapılan duânın kabûl edildiği çok tecrübe edilmiştir. Muhammed el-Havârî bu hususta Tenbih adlı bir kitap yazmıştır. Ebû Midyen Mağribî hazretlerinin bâzı tasavvufî şiirlerinden başka, El-Vasiyye ve El-Akîde adlı eserleri vardır. Bu kitaplar, Pâris Millî Kütüphânesi Arapça yazmalar kısmı, 1230, 3410, 4585 numaralarda ve Cezâyir Millî Kütüphânesi Arapça yazmaları Kısmı, No: 376, 599, 938, 1859 numaralarda mevcuttur. İTÂATKÂR ARSLAN Ebû Midyen hazretlerinin en büyük talebelerinden olan Ebû Muhammed Abdürrezzâk diyor ki: Hocam bir defâsında bir merkeb gördü. Bir arslan saldırmış, onu yiyordu; yarısını bitirmişti. Sâhibi de uzaktan bakıyor, yanına yaklaşamıyordu. Bu hâli biraz seyretti. Sonra merkeb sâhibinin yanına gitti. “Benimle gel.” dedi. Birlikte arslanın yanına gittiler. Sonra merkebin sâhibine baktı ve üzülmüş görünce; “Tut şu arslanın kulağından al götür, merkebin yerine kullan.” dedi. Adam; “Efendim! Ben ondan korkarım.” dedi.”Korkma, sana bir şey yapamaz.” buyurdu. Adam arslanın kulağından tuttu, üzerine bindi, gitti. Bu hâli gören insanlar hayretle onlara bakıyorlardı. Bir zaman sonra o adam, arslan ile birlikte Ebû Midyen hazretlerinin huzûruna gelerek; “Efendim! Bu arslan ben nereye gidersem oraya gidiyor. Bana çok itâat ediyor, yanımdan ayrılmıyor. Fakat ben, alışkın olmadığım için kendisinden çok korkuyorum. Onunla birlikte olmaya tâkat getiremiyorum.” dedi. Ebû Midyen rahmetullahi aleyh, arslana; “Şimdi git! Bir daha dönme! Ne zaman âdemoğluna eziyet verirsen, onlar da size musallat olurlar.” buyurdu. BENİM HATÂLARIMDIR Ebû Midyen Mağribî hazretleri, vefâtından sonra rüyâda görülüp; “Allahü teâlâ sana ne muâmele eyledi?” diye soruldu. Cevâbında buyurdu ki: “Allahü teâlâ beni huzûrunda durdurup; “Yâ Şuayb! Sağındakiler nedir?” buyurdu. “Yâ Rabbî! Senin ihsânındır.” dedim. “Solundakiler nedir?” buyurdu. “Yâ Rabbî! Bunlar senin takdîrindir ve benim hatâlarımdır. Affını dilerim.” dedim. “İyiliklerini çok arttırdım, hatâlarını da mağfiret ettim, sana ve seni sevenlere müjdeler olsun.” buyurdu. |