Habib-i Acemi (k.s)
Habib-i Acemi (k.s)
Evliyânın büyüklerinden. Aslen Acem’dir (İranlıdır). Künyesi, Ebû Muhammed’dir. 738 (H.120)’de vefât etti. Vefât târihi hakkında başka rivâyetler de vardır. Habîb-iAcemî hazretleri, hazret-i Hasan-ı Basrî, hazret-i İbn-i Sîrîn, hazret-i Bekir binAbdullah el-Müzenî, hazret-i Ebî Temîme el-Huceymî gibi büyüklerle sohbet etti. İlim öğrenip hadîs rivâyet etti. Hazret-i Süleymân et-Teymî, hazret-i Hammâd bin Seleme, hazret-i Mutemir bin Süleymân, hazret-i Osman binHeysem gibi büyükler kendisinden hadîs-i şerîf rivâyet ettiler. Önceleri çok zengindi. Fâizle para verirdi.Her gün borç tahsîl etmeye çıkardı. Para olarak borcunu tahsîl edemediği zaman, ayak kirâsı alır, onunla da o günün rızkını temin ederdi. Bir gün borç tahsîl etmeye gitti. Aradığı şahsı evinde bulamadı. Borçlunun hanımı; “Sana verilecek bir şeyim yoktur. Sâdece bir koyun kellesi var. İstersen onu vereyim.” dedi. Habîb-i Acemî teklifi kabûl etti. Onu evine götürdü. Hanımına; “Bunu pişir de yiyelim.” dedi. Hanımı; “Evde odun ve ekmek yok.” dedi. Habîb-i Acemî aynı usûlle odun ve ekmek alıp geldi. Hanımı yemeği pişirip önüne koydu. Tam yemeği yiyeceği sırada, kapıya birisi geldi. “Allah rızâsı için bir sadaka.” dedi.Habîb dilenciye; “Bunca zamandan beri sana o kadar şey veriyoruz. Sen zengin olmadın, ama biz fakir oluyoruz.” diyerek yüzüne kapıyı kapadı. O kimse mahzun olarak gitti. Habîb-i Acemî, geri sofraya geldiğinde kabın içindeki yemeğin kan hâline dönmüş olduğunu gördü. O anda kalbinde bir değişiklik hissetti. Yerinde duramadı. Bir Cumâ günü Hasan-ı Basrî’nin evinin yolunu tuttu. Yolda giderken, oyun oynayan çocuklarHabîb-i Acemî’yi görünce birbirlerine; “Kaçın kaçın, fâiz yiyen Habîb geliyor. Ayağından kalkan toz bize gelir de, biz de onun gibi bedbaht oluruz!” dediler. Çocukların bu sözleri kendisine çok ağır geldi. Hasan-ıBasrî hazretlerinin meclisine gelip elini öptü. Allahü teâlânın, sonsuz olan lütfu ve ihsânı ile tövbe-i nasûh eyledi ve onun talebelerinden oldu. Önceki yaptıklarına çok pişman oldu. Allahü teâlâya şöyle münâcatta bulundu: “YâRabbî! Ben çok günahkârım. Fakat senin magfiretin sonsuzdur. Beni affet. Senin her şeye gücün yeter. Kudretin sonsuzdur. Dilediğini yaparsın. Sen öyle büyüksün ki, benim dermanım ancak sendedir. Ben ancak sana sığınırım. Yâ Rabbî! Fermanına boyun eğdim ve sana teslim oldum. Beni affet!” Oradan ayrılıp evine dönerken kendisine borcu olanlar onu görüp alacaklarını ister endişesiyle kaçmak istediler. Bu durumu görünce; “Kaçmayın! Bugün benim sizden kaçmam lazımdır.” buyurdu.Yolda giderken yine oyun oynayan çocukların yanından geçiyordu. Çocuklar kendisini görünce birbirlerine; “Kaçın, kaçın! Tövbekâr Habîb geliyor. Üzerine bizden toz bulaşmasın. Bulaşırsa cenâb-ı Hakk’a âsî oluruz.” dediler. Çocukların bu sözleri üzerine çok duygulandı, yüreği sızladı ve; “Yâ Rabbî! Bir tövbemle ismimi iyilerden eyledin.” diye şükretti. Habîb-i Acemî hazretleri, şehrin her tarafına tellâllar çıkararak; “Her kimin Habîb’e borcu varsa, bundan vazgeçti. Aldığı fâizleri de geri dağıtacaktır!” diye îlân ettirdi. Servetinin hepsini fakirlere dağıttı. Günün birinde bir kimse geldi. Dağıtacak malı kalmadığından, üzerindeki gömleği gelen kimseye verdi. Sonra Fırat Nehrinin kenarında bir kulübe yapıp orada ibâdetle meşgûl oldu. Gündüz Hasan-ı Basrî’nin sohbetinde bulunup, gece ibâdet ederdi. Hasan-ı Basrî hazretlerinin sözleri kalbine öyle tesir ederdi ki, kendinden geçmiş olarak dinlerdi. Ne zaman yanında Kur’ân-ı kerîm okunsa inleyerek ağlardı. “Sen Acemsin. Fârisî konuşursun. Arabî bilmediğin halde bu ağlaman hangi sebeptendir!” diye sorduklarında; “Evet, lisanım Acemîdir. Lâkin kalbim Arabîdir” buyururdu. Daha sonra Arabî lisânını öğrendi. Çok fasih (açık) Arabî konuşurdu.Kendisi, Terviye günü Basra’da, Arefe günü Arafat’ta görülürdü. Bir gün dervişlerden biri; “Habîb-iAcemî, Acem olduğu halde, Arabî bilmediği halde acaba bu çok yüksek mertebeye nasıl kavuştu?” diye kalbinden geçirdi. O anda hafiften bir ses “Evet o Acemîdir. Lakin Habîb (sevgili) ve âşıktır.” diyordu. Habîb-i Acemî hazretlerine; “Allahü teâlânın rızâsı hangi şeydedir?” diye sordular. “İçinde nifak tozu bulunmayan kalpte.” buyurdu. Hasan-ı Basrî, Dicle Nehri kenarında gemi bekliyordu. O sırada Habîb-i Acemî oraya geldi ve; “Ne bekliyorsun?” dedi. O da; “Gemiye bineceğim, onu bekliyorum.” dedi. Habîb-i Acemî; “Gemiye ne hâcet, suyun üzerinden yürüyerek geçiniz.” buyurunca Hasan-ıBasrî; “Suyun üzerinde gitmeye sebep gemidir. Biz sebeplere yapışarak hareket ederiz. Onun için gemiyi bekleyeceğiz.” dedi. Habîb-i Acemî; “Siz, yakîn mertebesine ulaşmamışsınız.” diyerek, su üzerinde yürüyerek karşıya geçti. Derecesi, kendisinden çok büyük olan Hasan-ı Basrî ise; “Sen de, ilm-ül yakîn derecesine kavuşamamışsın.” dedi ve geminin gelmesini bekledi. Horasanlı bir kimse, Basra’da yerleşmek için, Horasan’daki evini 10.000 dirheme satıp, hanımı ile berâber Basra’ya geldi. Hacca gidecekti. Basra’da, bu on bin dirhemi kime emânet edebilirim? diye sordu.Habîb-i Acemî hazretlerini gösterdiler. Horasanlı zât Habîb-i Acemî’ye geldi ve şöyle dedi: “Ben hanımımla berâber hacca gidiyorum. Bu on bin dirhem ile burada (Basra’da) bir ev almak istiyorum. Münâsip bir ev bulursanız, bu para ile alırsınız.” Horasanlı böyle dedikten sonra hanımı ile beraber Mekke’ye doğru yoluna devam etti. Bu sırada Basra’da kıtlık meydana geldi. Habîb-i Acemî dostlarıyla istişâre edip, bu parayla gıdâ maddesi almaya ve muhtaçlara dağıtmaya karar verdi. Bâzıları; “O kimse bu parayı, kendisine bir ev satın almanız için bırakmıştır.” dedi. Buyurdu ki: “Bu parayla aldığım gıdâ maddelerini tasadduk ederim sonra, o kimse için, azîz ve celîl olan Rabbimden, Cennet’te bir köşk satın alırım. Eğer Horasanlı bu duruma râzı olursa ne âlâ, yok râzı olmazsa paralarını geri veririm.” Böylece paraları muhtâc olanlara yiyecek temin etmekte kullandı. Nihayet, Horasan’lı hacdan dönüp Habîb-i Acemî’ye geldi. “Ben, on bin dirhemin sâhibiyim. O para ile ev almış iseniz onu istiyorum. Yok almamış iseniz bana paraları iâde edin ben kendim alayım.” dedi. Habîb-i Acemî hazretleri buyurdu ki: “Sana öyle bir köşk satın aldım ki, bahçesinde ağaçlar, meyveler, nehirler bulunmaktadır.” Horasanlı hanımının yanına döndü ve; “Bizim için, sultanlara mahsus azamette ve güzellikte bir ev satın almış.” dedi. İki-Üç gün sonra Habîb-i Acemî’nin yanına gelip, evi sordu.Habîb-i Acemî hazretleri Horasanlıya, Basralıların çektikleri yiyecek sıkıntılarını, insanlara hizmet etmenin faydalarını, buna mukabil Cennet nîmetlerinin güzelliklerini münâsip bir lisanla anlattı ve sonra; “Senin için Rabbimden, Cennet’te bir köşk aldım ki, sofaları, nehirleri fevkâlâdedir.” buyurdu. Horasanlı bunları dinledikten sonra tekrar hanımının yanına döndü. Olanları anlattı. Her ikisi de bu duruma çok sevindiler. Adam, Habîb’in yanına gelip; “Bizim için satın aldığını kabûl ettik. Lâkin bize bunun senedini de yazsanız.” dedi. Habîb-i Acemî; “Peki.” buyurdu ve bir kâtip istedi. Şöyle yazdırdı: “Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu, Ebû Muhammed Habîb-i Acemî’nin, azîz ve celîl olanRabbinden, şu Horasanlı için satın aldığının senedidir. Habîb-i Acemî, bu kimse için Rabbinden on bin dirheme Cennet’te öyle bir ev satın aldı ki, o evin köşkleri, nehirleri, ağaçları, sofaları ve daha nice güzel sıfatları vardır. Allahü teâlâ bu güzel evi bu Horasanlıya verecek, böylece Habîb’i on bin dirhem borçtan kurtaracaktır.” Horasanlı bu yazıyı alıp hanımının yanına döndü. Böylece kırk gün daha yaşadı. Nihâyet vefât ânı geldi. Hanımına; “Beni yıkayıp kefenliyenlere bu yazıyı ver, kefenime koysunlar.” diye vasiyet etti. Adam vefât edince vasiyeti yerine getirildi ve defnedildi. Sonra bu kimsenin kabrinin üstünde bir kâğıt buldular. Kâğıtta bulunan yazılar parlıyordu ve şöyle yazılıydı: “Ebû Muhammed Habîb-i Acemî’nin, Allahü teâlâdan şu Horasanlı için on bin dirheme satın aldığı köşkün beratıdır. Şüphesiz ki Allahü teâlâ, Horasanlıya Habîb’in arzu ettiği köşkü verdi ve Habîb’i on bin dirhem borçtan kurtardı.” Habîb-i Acemî mektubu alınca, hem okuyor, hem öpüyor, hem ağlıyor, hem de dostlarının bulunduğu yere doğru yürüyor ve; “Bu Rabbimden bana berâttır.” diyordu. Hasan-ı Basrî hazretleri,Habîb-i Acemî hazretlerini çok sever ve ona çok iltifât ederdi.Hattâ bâzan meclisinde Habîb’in sohbet etmesini söyler, Habîb de emredildiği için sohbet ederdi.Bâzı kimseler bu durumu merâk ederler; “Siz burada bulunduğunuz halde, onun sohbet etmesini istemenizin hikmeti nedir?” diye suâl ederlerdi. Hasan-ı Basrî hazretleri;”Habîb, kalbinden konuşur ve konuştuğunu insanların kalbine yerleştirir. Ben onun için onu konuşturuyorum.” buyururdu. Hanımı Umrete de sâlihâ bir kadındı. Kendisi ile berâber ibâdete devâm ederdi. Bâzan gece yarısı Habîb’i uyandırır; “Ey Efendim! Kalkınız. Gece geçiyor, önünde uzun bir yol var, azığımız ise az. Sâlihler kâfilesi gitti ve selâmete ulaştı. Biz ise geri kaldık.” der ve berâber ibâdet ederlerdi. Bir gün kapılarına bir fakir geldi. O sırada hanımı, hamur yoğurmuş ve ekmek yapmak için komşudan ateş istemeye gitmişti. Habîb gelen fakire; “Hamuru al!” buyurdu o fakir hamuru alıp gitti. Habîb’in hanımı gelip hamuru sorunca; “Hamuru ekmek yapmaya götürdüler.” buyurdu. Biraz sonra bir kimse bir sepet dolusu ekmekle et getirdi. Habîb’in hanımı ekmekle eti aldı ve; “Hamurlar ne çabuk ekmek oldu?” diye hayretini bildirdi. Habîb-i Acemî buyurdu ki: Kıyâmet günü Allahü teâlâ bana; “Ey Habîb! Şeytanın vesvesesinden uzak olarak, bir gün namaz kıldın mı? Bir gün oruç tuttun mu? Bir rekat olsun namaz kıldın mı? Bir tesbih çektin mi?” diye sorarsa; “Evet yâ Rabbî.” demeye gücüm yetmez. “Evet yâ Rabbî.” demeye yüzüm olmaz, böyle bir söz diyemem. Bir kimse beş vakit namazından birini kılmasa ve hangisini kılmadığını bilmese ne yapması îcâb eder?” diye suâl edildiğinde; “Bu gibilerin kalbi Hak’tan gâfildir. Cezâ olarak beş vakit namazın hepsini kazâ etmelidir. Boş oturmayınız. Çünkü ölüm peşinizdedir. Zâhirî ilimler kâlden (sözden), bâtınî bilgiler ise hâlden başka bir şey değildir. İŞİNİ ARTIRSIN Bir gün hanımı, nafakalarının bittiğini, ev için erzâk lâzım olduğunu bildirdi. Habîb-i Acemî bir şey demeyip sustu. Sabahleyin; “Çalışmaya gidiyorum.” diyerek evden çıktı. Kulübesine gidip ibâdetle meşgûl oldu. Akşam eve gelince hanımına: “Öyle bir zâtın işinde çalışıyorum ki gâyet cömerttir. O zâtın kereminden utandım da bir şey isteyemedim. On günde bir ücret vereceğini söylüyorlar. On gün sabret. On günlük olunca kendisi verecektir.” dedi. Onuncu gün olduğunda, kulubesinde öğle namazını kıldıktan sonra, “Bu akşam hâtuna ne söyleyeyim.” diye düşünüyordu. Tam bu sırada Habîb-i Acemî’nin hânesine beyaz elbiseli kimseler geldi. Birisinin sırtında un çuvalı, birisinin sırtında yüzülmüş koyun, birisinin sırtında, içinde yağ, bal, baharat, vb. eşyâların bulunduğu bir tulum ve birisinin elinde, içinde 300 gümüş bulunan bir kese vardı. Habîb’in hânesinin kapısını çaldılar. Hâtun kapıyı araladı. Gelenler ellerindekilerini bıraktılar ve; “Bunları, efendinizin çalıştığı yerin sâhibi gönderdi. Eğer, Habîb işini artırırsa biz de ücretini artırırız diye söyledi.” deyip gittiler. Habîb-i Acemî, akşam mahzun ve mahcûb bir şekilde evine döndü.Daha eve girmeden, içeriden tâze ekmek ve yemek kokuları geldi. Hanımı kendisini karşıladı ve şöyle söyledi: “Efendi! Kime çalışıyorsan, hakîkaten o çok iyi bir kimseymiş, ikrâm ve ihsân sâhibi bir zâtmış. Bugün öğle vaktinde şunları göndermiş. Ayrıca, Habîb’e söyle, eğer işini artırırsa biz de ücretini artırırız, diye haber göndermiş.” Bunun üzerine Habîb, hayretle; “Allah Allah, on gün çalıştım. Bana bu ihsânlarda bulundu. Demek daha çok çalışırsam kim bilir neler verecek.” dedi ve kendini tamâmen Hak teâlâya ibâdete verdi. Böylece Allahü teâlâya ibâdet edip, Hasan-ı Basrî hazretlerinin kalplere tesir eden sohbetleri ile yükselerek duâsı makbûl büyük zâtlardan oldu. Edebi ve anlayışı fevkalâde olup, ilm-i siyâseti çok iyi bilirdi. ÜÇ YÜZ DİRHEM ALACAK Bir gün bir kimse, Habîb-i Acemî hazretlerine gelip; “Sende üç yüz dirhem alacağım vardır.” dedi. Habîb; “Ben hatırlayamadım. Nerede, ne zaman borcum oldu?” buyurdu. O kimse; “Ben de bilmiyorum. Fakat benim sende üç yüz dirhem alacağım vardır.” dedi. Habîb, o kimseye; “Bugün gidin de yarın gelin.” buyurdu. Gece olunca, abdest alıp iki rekat namaz kıldı ve namazdan sonra şöyle duâ etti: “Yâ Rabbî! Eğer o kimse doğru söylüyorsa, borcumu ona ödememde bana yardım et. Şâyet yalan söylüyorsa sen bilirsin.” Sabah olunca o kimsenin, bir tarafının felç olduğunu gördüler. Habîb o kimseye; “Sana ne oldu?” diye sordu. O kimse, “Tövbe ettim, tövbe ettim. Ben sizden alacağım olmadığı halde üç yüz dirhem istedim. Bunun için bana bu hastalık geldi. Ben tövbe ettim.” dedi. Habîb; “Peki niçin böyle yaptın?” dedi. O kimse “Kendi kendime; “Habîb Allahü teâlâdan ve kullardan çok utanır. Ben bu parayı istersem bana verir.” dedim. Habîb-i Acemî merhametinin çokluğundan o kimseye acıdı ve; “Yâ Rabbî! Doğru söylüyorsa ona şifâ ihsân eyle.” diye duâ etti.Allahü teâlâ o kimseye şifâ verdi ve hiç felç olmamış gibi ayağa kalktı. 1) Müjdeci Mektuplar; c.1, s.216 |