Rislan Dımeşki (k.s)
Rislan Dımeşki (k.s)
Şam’ın büyük velîlerinden. İsmi Rislan (Erslan) bin Yâkûb bin Abdurrahmân bin Abdullah Dımeşkî’dir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1164 (H.560) senesinde Şam’da vefât etti. Rislân Dımeşkî ilim ve edeb üzere yetişti. Tasavvuf adı verilen kalp ilimlerinde yüksek derecelere ulaştı. Zamânında çok sevilip hürmet gördü. Âlim ve velîler sohbetinde bulunup, kendisinden feyz aldılar. Yüksek bir ahlâk ve edep sâhibiydi. Evini dergâh yaptı. Hikmetli sözlerini dinlemek için çok uzak yerlerden gelenler vardı. Kerâmetleri ve güzel halleriyle meşhûr oldu. Ebü’l-Hayr Hımsî anlatır: “Bir defâsında, on beş kişi ona misâfir gelmişti. Beş yufka ekmeği vardı. Ekmeğin misâfirlere yetmesi, bereketli olması için duâ etti.Ekmeği misâfirlere teslim etti. Çok aç oldukları hâlde ekmek bol bol yetti ve arttı. Artanları da misâfirlere, giderken yolda yemeleri için verdi.Şam’danBağdât’a giden misâfirler, yol boyunca o ekmekleri yediler, yolda da onlara kâfi geldi.” Ebû Ahmed Muhammed bin el-Kürdî anlatır: “Rislân ed-Dımeşkî hazretlerini, bir defâsında havada uçarken, bir defâsında havada yürürken, bir defâsında da suda yürürken gördüm. Bir defâsında da onu Arafat’ta, Mekke’de hac sırasında gördüm. Şam’a dönünce halka sordum. Şam’dan hiç bir yere çıkmadı, fakat Arefe ve bayram günleri görünmedi dediler. Bir başka sefer, bir arslanın onun ayaklarına kapanıp sürtündüğünü gördüm. Yine bir defâsında onu Şam’ın dışında gördüm eline çakıl alıp, havaya atıyordu. Ne yapıyorsun? diye sorunca, İslâm askerleri, kâfir ordusu ile çarpışıyor. Onlar, düşman üzerine oktur. Kâfir askerlerini öldürmek için atıyorum dedi. Sonra askerler Şam’a dönünce şöyle anlattılar: Savaş sırasında, gökten düşman askerlerinin üstüne çakıl taşları düşüyordu. Kime isâbet etse öldürüyordu.Hattâ çakıllardan biri bir süvâriye isâbet etti, atı da kendi de düşüp öldü. Böylece çok düşman askeri kırıldı.” Dâvûd bin Yahyâ bin Dâvûd el-Harîrî anlatır: “Rislân ed-Dımeşkî, bir mescid inşâ ettiriyordu. Ebü’l-Beyân adında bir zât, yardım olarak talebelerinden biri ile bir mikdâr altın ve gümüş göndermişti. Getiren kimse, içinde bir mikdâr altın ve gümüş bulunan keseyi kendisine uzatınca, bize mi gönderdi? diyerek yanındaki taşa, toprağa işâret etti. Getiren kimse, onun işâret ettiği taşın, toprağın altın ve gümüş olduğunu görünce, şaşıp kaldı. Git bunu hocana anlat dedi. Bu hâdise üzerine o kimse, Rislân ed-Dımeşkî hazretlerine talebe oldu ve ölünceye kadar ayrılmadı.” Ona bir gün; “Ârif kime denir?” dediler. O; “Ârif, öyle bir kimsedir ki, Allahü teâlâ onun kalbine bütün varlıkların sırlarını bir sayfa hâlinde yerleştirmiştir. Değişik şekillerine rağmen, Allahü teâlânın ihsânı ile onların hepsini idrâk eder, anlar. Yapılan her işin sırrını çözer. Dünyâ ve melekût âleminde, ister zâhir, açık, ister bâtın ve gizli olsun, bütün hareket ve işlere Allahü teâlâ onu muttalî kılar. Gözünden perdeyi kaldırır. Artık o, her işi ve her hareketi, ilim ve keşif yoluyla müşâhede eder, görür. Melekût âlemine yükselir. Orada bir güneş gibi parlar. Güneşe bakılmadığı gibi, ona da bakılamaz. Ârifin, Rabbini tanıyan irfân sâhibinin sıfat ve alâmetleri ise şunlardır: 1) Amellerinin ilme, dîne uygun olması. 2) Hallerinde gizliliğe uyması, gizlemesidir. Güzel ahlâktan sorulunca; “Güzel ahlâk şunlardır: 1) Gücü yettiği halde affetmek, 2) Her hâlükârda tevâzu üzere olmak, 3) Karşılık beklemeden ve başa kakmadan vermek, bağışlamak.” buyurdu. Kızmak ve öfkenin zararlarını anlatırdı. Bu hususta; “Hiddet (kızgınlık), şerrin (kötülüklerin) anahtarıdır. Gadab (kızgınlık), seni öyle bir hâle sokar ki, artık orada özür zelîldir, geçmez.” Yine; “Gadabın (öfkenin) sebebi, kendinden üstün birinin, hoşlanmadığı bir şekilde hücûm etmesidir. Öfke, insanın içinden dışına doğru çıkar. Hüzün ise, dışından içine doğru işler. Öfkeden güç ve intikam hırsı, hüzünden ise dert ve hastalık doğar.” buyurdu. Kendisine eziyet edenleri affeder, başkalarına da böyle davranmayı tenbih ederdi. Bu hususta; “Eğer kendinde, sana düşman olan kimseyi yenmeye bir güç bulursan; bulduğun bu güce, kuvvete şükür olarak onu affet.” “Kerim olan kimse, eziyetlere dayanır, belâlardan şikâyetçi olmaz.” “Ahlâkın en güzeli, gücü yettiği halde affetmek ve kendi ihtiyâcı olan şeyi cömertçe vermek.” buyurdu. Şam’da yaşayıp, insanlara uzun müddet feyz verdi. Cenâzesi defnedilmek üzere omuzlar üzerine alınıp götürülürken, gökte yeşil renkli bir kuş sürüsü ortaya çıkıp, tâbutu hizâsında kanatlarını gererek durdular. Kabri Şam’da olup, ziyâret edilmektedir. ALLAHÜ TEÂLÂYI ZİKİR Bir gün etrâfında toplanan kalabalık bir cemâat arasında sohbet ediyordu.Hava son derece sıcaktı. Biri ona, temkîn sâhibi velî kimdir? diye sordu. O; “Allahü teâlânın, tasarruf etmeyi ihsân ettiği kimsedir.” buyurdu. Peki bunun alâmeti nedir? deyince, eline bir kamış ağacı alıp dört parçaya böldü. Birine bu yaz için, birine bu kış için, diğer bir parçaya bu sonbahar için, dördüncü parçaya da bu ilkbahar için deyip bir kenara koydu. Bu yaz için dediği parçayı alıp sallayınca, sıcaklık son derece arttı. Onu bırakıp, sonbahar için diyerek ayırdığı parçayı alıp salladı. Bu sefer hava sonbahar havası oldu. Kış için dediğini alıp sallayınca, hava görülmedik bir şekilde soğumaya başladı. Nihâyet ilkbahar için ayırdığı parçayı alıp sallayınca, ağaçlar yeşermeye ve çiçekler açmaya başladı. Sonra bir ağacın altına gelip, üzerindeki kuşa; “Haydi, seni yaratan Allahü teâlâyı zikret!” deyince, kuş yanık yanık ötmeye başladı. İşitenler kendinden geçti. Sonra diğer ağaçların altına gidip, dallarda duran kuşlara da; “Haydi sizi yaratan Allah’ı tesbîh ediniz!” dedi. Bu ağaçlarda bulunan kuşlar da yanık yanık ötmeye başladı. 1) Kalâid-ül-Cevâhir; s.97 |