Şa’bi (k.s)
Şa’bi (k.s)
Tâbiînin büyüklerinden, meşhûr bir âlim, velî. İsmi, Âmir bin Şerâhîl, künyesi Ebû Amr, nisbeti Şa’bî’dir. Hemdân kabîlesinin bir kolu olan Şa’b kabîlesine mensup olduğu için, Şa’bî denmiştir. 641 (H.20) senesinde Basra’da doğup, 723 (H.104) yılında Kûfe’de ansızın vefât etmiştir. Aslen Yemenlidir. Babasının isminin Abdullah olduğunu söyliyenler de vardır. Şa’bî hazretleri, büyük bir fakih (fıkıh âlimi, İslâm Hukuku âlimi) ve muhaddis (hadîs âlimi)dir. Hattâ İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe gibi, Ehl-i sünnet vel-cemâatın reîsi olan büyük bir müctehidin en büyük hocalarındandı. Saîd bin Müseyyib Medîne’de, Mekhûl Şam’da, Hasan-ı Basrî Basra’da, Şa’bî Kûfe’de o asırda dînin dört direği gibi idiler. Şa’bî hazretleri tefsîr hususunda, çok ihtiyatlı ve tedbirli davranırdı. Tefsîr ile ilgili açıklamaları, Resûlullah’tan ve Eshâb-ı kirâmdan gelen rivâyetlere dayanırdı. O kırâat ilmini Abdurrahmân es-Selemî ve Alkame’den, Muhammed bin Ebî Leylâ da ondan rivâyet etmiştir. Şa’bî hazretleri, Hâris el-A’ver’den de hesap öğrenmiştir. Hârikulâde (çok üstün) bir zekâsı vardı. Onun kuvvetli ezber kâbiliyeti, darb-ı mesel hâline gelmiştir. Eline kalem alıp, hiçbir şey yazmamıştı. Bununla berâber, kendisine rivâyet edilen hadîs-i şerîfi hemen ezberler, hiçbirinin tekrâr edilmesine lüzum hissetmezdi. Derdi ki: “En az rivâyet ettiğim şey şiirdir. Bununla birlikte, istersem size tekrâr etmeksizin, bir ay devamlı şiir söyliyebilirim.” Şa’bî’nin halîfe Abdülmelik bin Mervân ile arası çok iyiydi. Onun yakın dostu ve sohbet arkadaşıydı.Anlatılır ki: Şa’bî, Abdülmelik tarafından sefîr (elçi) olarak Rum Kayserine (Bizans İmparatoruna) gönderilmişti.Vazîfesini yerine getirdikten sonra, Kayserden bir mektub ile geri dönmüştü.Abdülmelik mektubu okuyunca, Şa’bî’ye; “Biliyor musun, Kayser mektubunda ne yazmış?” dedi. Şa’bî; “Hayır bilmiyorum.” dedi. Abdülmelik; “Senin dindaşlarının hâline şaşılır, nasıl olmuş da seni halîfe yapmışlar.” dedi. Bunun üzerine Şa’bî; “Ey müminlerin emîri! O yalnız beni gördü. Seni görmüş olsaydı böyle yazmazdı.” dedi. O zaman Abdülmelik, Şa’bî’ye; “Hayır, o bu yazısı ile seni öldürmek için, beni tahrik etmek istemiş.” dedi. Gerçekten Kayserin o sözleri, bu maksadla yazılmış olduğu, daha sonra Kayserin kendi ifâdesinden anlaşılmıştır. Şa’bî hazretleri Eshâb-ı kirâmdan beş yüz mübârek zâta yetişmiştir. Ali bin Ebî Tâlib, Sa’d bin Ebî Vakkâs, Saîd bin Zeyd, Zeyd bin Sâbit, Kays bin Saîd bin Ubâde, Ubâde bin Sâmit, Ebî Mûsâ el-Eş’arî, Ebû Mes’ûd el-Ensârî ve daha birçok Sahâbeden (r.anhüm), Hâris bin el-A’ver, Hârice bin Salt, Rebî’ bin Haysem, Süfyân-ı Sevrî, İbn-i Ebî Leylâ, Süveyd bin Gafele ve başka Tâbiîn-i kirâmdan hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ebû İshâk Sebîî, Saîd bin Amr bin Eşve’, İsmâil binEbî Hâlid, Beyân bin Bişr, Husayn bin Abdurrahmân, Süleymân bin Mihrân A’meş, Ebû İshâk Şeybânî gibi âlimler de ondan hadîs-i şerîf bildirmişlerdir. Şa’bî hazretleri buyurdular ki: “Fitne çıkaran âlimden ve câhil âbidden (çok ibâdet edenden) sakının. Bunların hâline meftûn olan (gönlünü kaptıran, aldanan) için ikisi de fitnedir. Hem de çok tehlikelidir.” “İnsanlar uzun zaman dinle yaşayacak, sonunda din gidecek. Sonra uzun zaman hayâya sarılacaklar, bir nevi utanma duygusu ile yaşıyacaklar, o da yok olacak, sonra onları bir rağbet ve istek yaşatacak, bir müddet de bu devam edecek. Sonra bu da, öbürleri gibi gidecek. Zannederim, bundan sonra gelecek zamanlar, birbirinden daha zor olacak.” “Keşke ilmim olmasaydı. Dünyâdan tertemiz çıksaydım. Âhirete vardığımda, hiç olmazsa bu hususta hesâba çekilmezdim.” “Bizim kendilerine yetiştiğimiz insanlar ilmi, aklı olan ve onunla amel edecek kimselere öğretmek için öğrenirlerdi. Ama şimdi ilim tahsili yapanlar, akılsızlar, iyi ameli olmıyanlar için ilim öğreniyorlar.” Şa’bî’ye birisi kötü sözler söyledi. Bunun üzerine; “Hakkımdaki bu sözlerin doğru ise, Allahü teâlâ beni affetsin. Doğru değil de, yalan söylüyorsan, Allahü teâlâ seni affetsin.” dedi. “Cimri ile yalancıdan hangisinin Cehennem’in daha derinine atılacağını bilmiyorum.” Şa’bî hazretleri anlatıyor: Bir cenâze namazı kılındıktan sonra, binmesi içinZeyd bin Sâbit’e katırını yaklaştırdım. Bu sırada, Abdullah bin Abbâs gelerek, üzengiyi tutmak istedi. Zeyd bunu görünce; “Ey Resûlullah’ın amcazâdesi, üzengiyi bırak.” deyince, İbn-i Abbâs; “Biz âlimlere bu şekilde muâmele ile emrolunduk.” cevâbını verdi. Bunun üzerine Zeyd, İbn-i Abbâs’ın elini öpüp; “Biz de Resûlullah’ın Ehl-i beytine böyle yapmakla emrolunduk” dedi. “Cennet’e giren bir cemâat, Cehennem’e giren diğer bir topluluğa: Sizin Cehennem’de ne işiniz var? Halbuki dünyâda siz bize öğretmiştiniz, biz de sizin dedikleriniz gibi yapmıştık. Sizin de Cennet’te olmanız lâzım değil mi? diye sorduklarında, Cehennem’dekiler; “Evet dünyâda size öğretmiş ve anlatmıştık. Fakat, biz, söylediklerimizle amel etmezdik. Onun için Cehennem’e düştük.” derler. “Bilmediği sorulunca, bilmiyorum demek, ilmin yarısıdır. Bilmediği bir şeyde Allah için sükût edenin alacağı sevâb, konuşandan az değildir. Çünkü, nefse en ağır gelen şey, bilmediğini kabûl etmektir.” “Din kardeşlerinin ayıplarını araştırıp bulan kimse, arkadaş edinemez.” “Dünyâda iyi bir şey bırakana, Allahü teâlâ ona âhirette daha hayırlısını verir.” “Kâdı Şüreyh ile berâberdim. Ona, birisi ile dâvâsı olan bir kadın geldi. Ağlamaya başladı. Bunun üzerine ben Kâdı Şüreyh’e; “Yâ Ebâ Ümeyye! Herhalde bu kadın mazlumdur.” deyince, Kâdı Şüreyh; “Yâ Şa’bî, hazret-i Yûsuf’un kardeşleri de babalarına ağlayarak gelmişlerdi. Bu kadının ağlaması, suçsuz olduğunu göstermez.” dedi. “İnsanın sâlih olan çoluk çocuğuna, dünyâ sıkıntılarından korunacak kadar mal bırakması, diğer şeylerden daha fazîletlidir.” “Peygamberlerden sonra ihtilâfa, anlaşmazlığa düşen her ümmette, mutlaka haksızlar, haklılara gâlip ve üstün gelmiştir.” “İlmin süsü, ilim sâhibinin hilmidir (yumuşaklığıdır).” Ebû Zeyd anlatır: Şa’bî’ye bir şey sordum. Bunun üzerine bana kızdı ve onu söylemiyeceğine yemin etti. O zaman gidip, kapısının önüne oturdum. Bana; “Ey Ebû Zeyd! Ben, sorunun cevâbını söylemiyeceğime, yemin ettim. Fakat sana üç şey söyliyeceğim, iyi dinle. Bunları da aklından çıkarma. Birincisi,Allahü teâlânın yarattığı bir şey hakkında, bunu niçin yarattı, bundaki murâd ve hikmet nedir, deme! İkincisi, bilmediğin bir şeyi, ben onu biliyorum deme! Üçüncüsü, dînî meselelerde kendi aklına göre, mukâyese yapma!Bakarsın, bir helâli harâm, harâmı da helâl yapabilirsin. Neticede, ayağın sürçüp, tökezler, mahvolup gidersin.” dedi. “Nefsin arzu ve isteklerine “hevâ” denmesi, kimde bulunursa onları Cehennem’e düşürdüğü içindir. Hevâ sâhiplerine de, “Ehl-i hevâ” denmesi, bunlar Cehennem’e düşecekleri içindir.” Birinin câriyesi, onun vasıtasiyle müslüman olmuştu. Şa’bî hazretleri ona; “Hayatında en hayırlı gün, bugünündür” buyurdu. Şa’bî hazretlerine; “Falanca şahıs âlimdir” dediler. Şa’bî bunu söyleyene, “Onda ilmin güzelliğini göremedim” dedi. “İlmin süsü ve kıymeti nedir?” diye sorulunca, “Vekardır, âlim olan kişi, kibirli, sert ve kaba olmaz” buyurdular. “İlmi ehline veriniz, ehli olmayana vermeyiniz. Yoksa günaha girersiniz.” Şa’bî’nin şu beyti, insanlar arasında çok söylenilegelmiştir: “Gerçek hilm (yumuşaklık ve kemal) hoşnutluk zamanında değil, gazap ve kızgınlık zamanında belli olur.” “Terbiyeli, edepli, sâliha kızını, fâsık erkekle evlendiren, onun felâketine sebep olur.” “Bir kimse Şam’ın en uzak bir yerinden, Yemen’in en uzak köşesine yolculuk yapsa, yolculuğu sırasında, hayâtında faydalı olacak bir kelime öğrense, bu yolculuğu boşuna yapmış sayılmaz.” İbn-i Sîrîn dedi ki: “Kûfe’ye gelmiştim. Şa’bî’nin büyük bir ilim halkasının bulunduğunu gördüm. Bu sıralarda Resûlullah’ın Eshâbından da (r.anhüm) bir hayli hayatta olanlar vardı.” Eş’as bin Siyâr, babasından rivâyet etti: Şa’bî vefât edince, Basra’ya geldim. Hasan-ı Basrî’nin huzûruna girdim. “Yâ Ebâ Saîd! Şa’bî, vefât etti.” dedim. Bunun üzerine; “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn. O ömrü uzun, ilmi çok ve müslümanlar arasında seçkin yeri olan bir zât idi.” dedi. Sonra, oradan ayrılıp, İbn-i Sîrîn’in yanına geldim. Ona da Şa’bî’nin vefâtını bildirince, o da Hasan-ı Basrî gibi söyledi.” Âsım bin Süleymân dedi ki: “O zaman, Kûfelilerden, Basralılardan, Hicâz ve çevrelerinde hadîs ilmini en iyi bilen Şa’bî idi”. Ebû Husayn; “Şa’bî, fıkıh ilminde çok yüksek derecelerde idi” dedi. İbn-i Uyeyne; “Şa’bî, zamanının İbn-i Abbâs’ıdır.” dedi. 1) El-A’lâm; c.3, s.251 |