Seyyid Velayet (k.s)
Seyyid Velayet (k.s)
Anadolu’da yetişen büyük velîlerden. Sevgili Peygamberimizin mübârek soyundan olup, ismi, Seyyid Velâyet bin Seyyid İshak’tır. Silsile-i nesebi, Seyyid Muhammed Bâkır bin Zeynel’âbidîn’e kadar ulaşmaktadır. 1451 (H.855) senesinde Bursa’ya bağlı Kırmasti kasabasında doğdu. 1522 (H.929) senesinde İstanbul’da vefât etti. Evinin yakınında bulunan mescidin bahçesine defnedildi. Zamânının âlimlerinden, aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Hadîs ilmini Molla Gürânî’den okudu. Âşıkpaşa evlâdından Şeyh Ahmed hazretlerine talebe oldu. Onun hizmetinde bulunup feyz aldı ve yüksek mânevî derecelere kavuştu. Hocası Şeyh Ahmed’in kızıyla evlendi. Tasavvuf yolunda kemâle erdikten sonra, Allahü teâlânın dînini ve Peygamber efendimizin güzel ahlâkını insanlara anlatmak husûsunda icâzet alıp, bu işle vazifelendirildi. 1475 senesinde hacca gitmek için yola çıkınca, Mısır’a uğradı. Orada Şeyh Seyyid Vefâ bin Seyyid Ebû Bekr hazretlerinin de sohbetlerinde bulundu. İrşâd, insanlara hak ve hakikatı anlatmak için icâzet aldı. Mekke-i mükerremede Şeyh Abdülmu’tî ile karşılaşıp, âlimlerin ve tasavvuf ehli zâtların bulunduğu bir mecliste, Esmâ-i hüsnâ okumağa icâzet aldı. Bu yolculuğu esnâsında, annesi İstanbul’da vefât etti. Babası da 1481 senesinde İstanbul’da vefât edip, oturduğu evin bir köşesinde defnedildi. Babasının vefâtından kırk iki gün sonra, Fâtih Sultan Muhammed Hân vefât etti. Seyyid Velâyet, ilk hacca gidişinden başka, iki defâ daha hac ibâdetini yerine getirdi. Üçüncü gidişi, Yavuz Sultan Selim Hânın pâdişâh oluşunun ikinci yılında idi. 73 yaşına vardığı sırada, İstanbul’da vefât etti. Cenâze namazında, âlim ve sâlih birçok kimse bulundu. Şeyhülislâm Zenbilli Ali Cemâlî Efendi cenâze namazını kıldırdı. Vasiyeti gereği, evinin yakınında bulunan mescidin bahçesine defnedildi. Derviş Muhammed adındaki oğlu, vefâtından sonra onun yerine irşâd vazifesiyle vazifelendirildi. O da 1535 (H.942) senesinde vefât etti ve babasının yanına defnedildi. Seyyid Velâyet, zâhirî ve mânevî ilimlerde yüksek derece sâhibi, âlim, fazîletli bir zât idi. Derin ilmi ve tasavvuftaki yüksek derecesiyle etrâfına yıllarca feyz verdi. Sultanlar ve vezîrler onu ziyârete giderlerdi. Bereketli ve feyzli sohbetleriyle, binlerce insanın Allahü teâlânın rızâsına kavuşmalarına ve kemâle ermelerine vesîle oldu. Yüksek hâller ve kerâmetler sahibi olan Seyyid Velâyet hazretleri, herkese iyi davranır, güler yüzlü ve hoşsohbet idi. Nakledilir ki: Seyyid Velâyet, hac ibâdeti için Arafat’ta bulunduğu sırada, Şeyh Ahmed Mahmûd da yanında idi. Bir ara Şeyh Ahmed Mahmûd ona; “Bugün imâmın sağında kim bulunuyorsa, zamânın kutbu odur” dedi. Seyyid Velâyet namazı kıldıktan sonra, imâmın sağ yanında bulunan zâta dikkatlice baktığında, Bursalı Mevlânâ Ayas hazretleri olduğunu gördü. Hicâz’dan döndüğünde, Bursalı sâlihlerden biri onu ziyârete gelip, bu sene Arafat’ta imâmın sağında kimin bulunduğunu tesbit edip, edemediğini sordu. Seyyid Velâyet de; Şeyh Ahmed Mahmûd hazretlerinin hatırlatması üzerine tesbit ettiğini ve Bursalı Mevlânâ Ayas hazretlerinin olduğunu söyledi. O akşam çok hastalandı, hayattan ümîdini keser gibi oldu. İyileşip, sabahleyin kendini toparlayınca, o sâlih kişiyle berâber Mevlânâ Ayas hazretlerini ziyârete gitti. Duâsını almak istiyordu. Huzûruna varıp elini öptükten sonra oturdu. Mevlânâ Ayas ona sert bir şekilde bakıp; “Neden benim gizli hâlimi başkalarına yaydın. Dilini ve gözünü bu işten korumadın. Ben, bu gece senin vefâtın için üç kere Allahü teâlâya duâ edip yöneldim, her seferinde Resûlullah efendimizin azîz rûhu benimle duâmın arasına perde oldu. Bu sebepten senin nesebinin temizliğini kesin olarak bilmiş oldum” dedi. Seyyid Velâyet, Mevlânâ Ayas’tan özür dileyip, özürü kabûl edildi ve bunun üzerine ellerini öpüp hayır duâsını aldı. Seyyid Velâyet hazretleri, vefâtından iki yıl kadar önce ağır bir hastalığa tutulmuştu. Dostları ve talebeleri ondan ümidlerini kesmişlerdi. O sırada gözlerini açıp onlara; “Üzülmeyin dostlarım. Bugün, sabah güneş doğduktan sonra, ölüm meleği Azrâil aleyhisselâm, Müftî Ali Çelebi’nin sûretinde bana geldi. Rûhumu teslim alacağını zannettim ve teslimiyet içinde ölüme hazırlandım. Azrâil aleyhisselâm bana; “Hayır, rûhunu almağa değil, seni ziyârete geldim” diye tesellî ettikten sonra gitti” dedi. İki yıl daha yaşayıp, sonra bu fânî âlemden ayrıldı. Seyyid Velâyet’in sohbet meclisinde bir gün, SünbülSinân Efendinin hastalanıp, birkaç gün sonra da vefât ettiği haberi söylendi. SeyyidVelâyet bu sözü kabûl etmeyip; “Hayır, Sünbül Efendi benden sonra vefât edip, benim namazımı kılacaktır.” buyurdu. Buyurduğu gibi,Sünbül Efendi vefât etmemişti. Ondan sonra vefât edip, cenâze namazında bulundu. Pîrî Mehmed Paşa, İstanbul’da büyükçe bir dergâh yaptırmış ve içinde de Şeyh Cemâl Efendiyi oturtmuştu. Rebî’ul-Evvel ayı olunca, mevlid okutmak üzere geniş hazırlık yaptı ve yaptırdığı dergâhta, o geceyi tes’îd için âlim ve sâlih kişileri dâvet etti. Sohbet esnâsında Seyyid Velâyet başını kaldırıp, bir müddet düşünüp, murâkabe ettikten sonra; “Bu dergâh, Cemâl Efendinin vefâtından sonra medrese olup, aslâ dergâh olmayacaktır.” buyurdu. Sağ kalanlar, bu kerâmetini gördüler. Şeyh Cemâl Efendi vefât edince, dergâhı medreseye çevrildi. PEK UZUN SÜRMEYECEK Nakledilir ki: Sultan İkinci Bâyezîd Hân, ömrünün sonuna yakın; “Yerime, en lâyık olan Yavuz Sultan Selim’dir. Sağlığımdayken saltanat vazifesini ona vereyim” diye, onu İstanbul’a dâvet etti. Ancak Şehzâde Sultan Ahmed’in sevenlerinin ısrâr etmesi üzerine, İkinci Bâyezîd tereddüde düştü. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim, sâlih ve âlim zâtlardan yardım ve duâ istedi. Bu sırada Seyyid Velâyet ile de görüşmek istedi. Fakat Seyyid Velâyet onunla görüşmeyi kabûl etmedi. Şehzâde Yavuz Sultan Selim’in ısrârı üzerine görüştü. Yavuz Sultan Selim, Seyyid Velâyet hazretlerinden duâ istedi ve pâdişâh olup, olamıyacağını sordu. Seyyid Velâyet bir müddet cevap vermedi. Sonra; “Üzülmene lüzûm yok. Saltanat yakında sana nasîb olacaktır. Ancak, pek uzun sürmeyecektir” buyurdu. Dediği gibi olup, Yavuz Sultan Selim’in pâdişâhlığı sekiz yıl sürdü. 1) Şakâyik-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.352 |