Hz.Resulullah’ın Hz.Abdülkadir Geylani’nin Ağzına Üflemesi
Hz. Resulullah’ın Ağzına Üflemesi
Üstadımız Hz. Pir Abdûlkadir Geylani (ks) buyurdu:
Öğleden evvel Allah Resulünü صلى الله عليه وسلم gördüm ve bana: “Niçin konuşmuyorsun?” dedi. “Ben bir acemim. Bağdat’ın fasih arapçası ile nasıl konuşayım” dedim.
—“Aç ağzını!” dedi, açtım; yedi kere üfürdü ve:
—“Haydi, insanlara hitap et, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütlerle davet et”, emrini verdi. Öğleyi kıldım, halk beni dinlemek için gelmiş ve huşû içinde oturmuşlardı. Ben onları görünce heyecanlandım. Tam bu esnada İmam Ali oracıkta beliriverdi:
—“Ağzını aç!” dedi, açtım. Altı defa üfürdü.
—“Neden yediyi tamamlamıyorsun,” diye sorunca:
—“Allah Elçisine karşı büyük saygım vardır da ondan,” diye cevap verdi ve gözden kaybolup gitti. Konuşmaya başladım. Halka dedim ki:
“Fikir dalgıçları, kalp denizine marifet incilerini toplamak için dalar. İncilerini göğüs sahiline çıkarınca lisan onu tekellüm etmeye başlar, nihayet Allah’ın ibadet için izin verdiği evlerde (Allah evleri, cami ve mescitler) en nefis paha biçilmez taatları satın alır. Benim gecem gibi ihya edilen bir gecede fenafillâh olur da, kişi nefsini öldürürse ölüm acısı ona tatlı gelir hiçbir şey hissetmez…”
Hazret-i Pir’in bu konu ile bazı nüshalarda şöyle dediği rivayet edilir:
“Ey Abdulkadir! sessizce Bağdat’a gir, insanları irşâd et.
Bağdat’a gidince insanların durumunu beğenmedim, aralarından çıktım. İkinci bir ses:
─“Ey Abdulkadir, insanlara vaaz ver nasihat et. Çünkü onlara senin yararın büyüktür.”
—“İnsanlardan bana ne? Onlar benim dinimi selamete çıkaramazlar ki!” dedim;
—“Dön, dinin selamet bulacaktır, sen tasalanma!” denildi. Böylece rabbimden beni mahcup etmeyeceğine, hiçbir müridimin tövbesiz ölmeyeceğine dair yetmiş kere söz aldım. İnsanları doğru yola davet ettiğim sırada kendimi nurlar içeresinde buldum. “Bu hal nedir?” deyince, “Resullullah, صلى الله عليه وسلم Allah’ın sana bahsetmiş olduğu bu ulvi mükaşafeyi tebrik etmeye geliyor,” diye cevap verdiler. Gittikçe nur çoğaldı, kendimi bambaşka hissettim, sevinçten ne yapacağımı bilmez bir halde iken, Resullullah’ı صلى الله عليه وسلم minberin önünde, havada gördüm. Beni “Ey Abdulkadir!” diye çağırdı. Allah’ın Elçisine kavuşmaktan husule gelen büyük bir sevinçle öne doğru yedi adım attım. Ağzıma yedi defa üfledi, ondan sonra İmam Ali gelip o da ağzıma altı defa üfledi. İmam Ali’ye “Neden Resullullah صلى الله عليه وسلم gibi yapmadın?” diye sorunca: “Ona karşı teeddüp ederim. Bu yüzden onun gibi yapamam,” diye cevap verdi. Bu merasimden sonra Allah elçisi bana bir elbise giydirdi. “Bu nedir?” dedim.
—“Bu veliler üzerindeki kutupluğuna mahsus velayet elbisendir.” Bu mana âleminden uyandım ve insanlara dini sohbette bulundum.
Hızır (as) beni, benden önceki velileri yaptığı imtihana tabi tuttu. Hâlbuki ben ehl-i mukaşefeden idim. Hızır (as) beni bırakıp giderken ardından seslendim.
―“Ey Hızır! Musa’ya benimle sabredemezsin demiştin, şimdi senin benimle sabretmeye gücün yetmemektedir. Ey Hızır! Eğer sen İsraillilerden isen, bil ki ben de Muhammediyim. İşte ben! İşte meydan! İşte Muhammed! İşte Rahman! İşte eyerlenmiş, dizginlenmiş atım! Okum yanımda, kılıcım belimde, buyur!”