Hicretin 10. Yılı
Hicretin 10. Yılı
Hicretin 10. Senesindeki Mühim Bazı Hadiseler – 1
HZ. İBRAHİM’İN VEFATI (Hicret’in 10. senesi Rebiülevvel ayının 10. günü Salı)
Peygamber Efendimizin mübarek kalbi, bütün insanlara karşı bir şefkat ve merhamet kaynağını andırıyordu. Mini mini yavrulara, şipşirin çocuklara karşı ise bambaşka bir muhabbet, apayrı bir şefkat besliyordu. Hele kendi çocuklarına karşı âdeta bir şefkat ve sevgi deryasıydı. Hz. Hatice’den dünyaya gelen üç oğlu Kasım, Abdullah ve Tâhir’i, henüz Mekke’de iken ve bebek yaşta ebedî âleme u-ğurlamıştı. Onların ebedî âleme göçüyle mübarek kalbleri oldukça teessür duymuştu. Fakat, Hz. Mâriye’den sevgili oğlu İbrahim’in dünyaya gelişi onu bir derece tesellî ediyordu. Bu sebeple, bu biricik oğlunu fazlasıyla seviyordu. Mübarek elleriyle başını okşuyor, kucağına alıp göğsüne basarak bu sevgi ve şefkatini izhar ediyordu. Evet, şefkat, “rahmet-i İlâhiyye’nin en lâtif, en güzel, en hoş, en şirin cilverindendir.” Şefkatin en şirini de evlâda karşı duyulanıdır. Çocuk ise, Cenâb-ı Hakk’ın, anne babaya muvakkaten teslim edilmiş bir emanetidir. İşte, Resûl-i Kibriya Efendimiz, her emanet gibi, bu emanete karşı da gereken alâkayı esirgemiyordu. Çocuğunu, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin bir cilvesi olarak görüyor ve onun için seviyor, bağrına basıyordu. Hz. İbrahim, 16 ayına henüz ayak basmıştı. Bu sırada Peygamber Efendimiz, onun hastalandığı haberini aldı. Sevgili oğlunun annesi Hz. Mâriye ile birlikte oturdukları bağ içindeki evine gitti. Peygamber Efendimiz, hasta yatan nur topu oğlunun gözlerinde eski parlaklığı ve hareketli bakışları göremiyordu. Gürbüz ve hareketli İbrahim, bir anda sessiz, sakin ve dünyadan küsmüş gibi duruyordu. Bu haliyle ebedî âleme yolcu olduğunu âdeta ifade etmek istiyordu. Bunu fark eden Efendimiz, kucağında tuttuğu sevgili oğlunun yavaş yavaş kayan gözlerine bakarak, “Allah’ın takdirine karşı elden ne gelir, ey İbrahim?..” diye buyurdu. Az sonra İbrahim, fâni dünyaya gözlerini yumdu. Bu esnada Efendimizin mübarek gözlerinden yaşlar boşandı. Hz. Abdurrahmân b. Avf, “Yâ Resûlallah!.. Siz de mi ağlıyorsunuz? Böyle ağlamaktan halkı menetmemiş miydiniz?” deyince, Efendimiz şöyle buyurdular: “Ey İbn-i Avf!.. Ben size günah ve ahmaklığın ifadesi olan iki ağlayış ve bağırışı yasakladım: Nîmete kavuşulduğu sıradaki eğlence, oyun bağırışından ve musibet ve felâket sırasındaki bağırışiyla yüz göz tırmalamak, üst baş yırtmaktan… Benim bu ağlamam ise, şefkatin eseridir, acımadan ibarettir. Merhamet etmeyene, merhamet edilmez!””20 “Göz Ağlar, Kalb Üzülür. ” Peygamber Efendimiz, yukarıdaki dersinden sonra da gözyaşlarına hâkim olamadı. Gözleri yaşla dolunca, “Göz yaş döker, kalb teessür duyar. Biz, Yüce Rabbimizin razı olacağı sözden başkasını söylemeyiz.” buyurdu ve ilâve etti: “Vallahi, ey İbrahim!.. Senin ayrılığın, bizi fazlasıyla mahzun etti» Bir erkek evlâda doyamamanin hasretli gözyaşlarını akıtan Efendimiz, daha sonra karşısındaki dağa bakarak, “Ey dağ!.. Eğer bendeki üzüntü sende olsaydı, muhakkak, yıkılmış, gitmiştin! Fakat, biz, Allah’ın bize emrettiğini söyleriz: ‘İnnâ lil-lah ve innâ ileyhi raciûn.””
Kabri Başında Teçhiz ve tekfininden sonra, en mutena ve mübarek eller ü-zerinde Hz. İbrahim Bakî Mezarlığına götürüldü. Efendimiz orada cenaze namazını kıldırdı. Kabir hazırlanmıştı. Peygamber Efendimiz, kabirde bir delik gördü. Kabri kazanın dikkatini çekti ve oranın kapatılmasını emretti. Kabirci, “Yâ Resûlallah!.. O delik mevtaya ne zarar verir, ne de fayda!..” deyince, Kâinatın Efendisi şu dersi verdi: “Evet, o, ölüye fayda da vermez, zarar da; ancak, dirinin gözüne zarar verir, onu rahatsız eder! Allah, kul bir iş yapınca onu mükemmel yapmasını ister.” Bundan sonra Hz. İbrahim kabre kondu. Resûl-i Kibriya E-fendimiz, mübarek elleriyle gözyaşları arasında kabrin üzerine toprak serpti, su serpti.
Peygamberimizin Müslümanları ikazı
Hz. İbrahim’in vefat ettiiği gün güneş tutulmuştu. Halk bunun, onun vefatıyla ilgili olduğunu sanarak, “İbrahim’in ölümü sebebiyle güneş tutuldu!” dedi. Resûl-i Kibriya Efendimiz bunu duyunca, Mescid-i Şerife vardı ve Allah’a hamd ve senadan sonra Ashab-ı Kiram’a şu dersini verdi: “Ey insanlar!.. Biliniz ki, güneş ve ay, Allah’ın kudret alâmetlerinden ikisidir. Bir kimsenin vefatı veya birinin hayatı sebebiyle tutulmazlar. Bunları tutulmuş gördüğünüzde, hemen mescidlere sığınınız; onlar açılıncaya kadar da Allah’a dua ediniz, namaz kılınız!”
BİR İŞARET
Hz. İbrahim’in ölümüyle Peygamber Efendimizin çocuklarından sâ- dece kızı Fâtıma hayatta kalmış oluyordu. Bu da onun neslinin hikmete binâen erkekten değil, kadından devam edeceğinin ifadesiydi. Böylece, “Muhammed, erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; fakat o, Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.”112” âyet-i kerîmesinin işarî mânâsı da anlaşılmış oluyordu: “Bir kısım, şu âyetten şöyle bir işaret-i gaybiyeyi fehmeder ki: Peygamber’in (s.a.v.) evlâd-ı zükûru [erkek çocukları], rical derecesinde kalmayıp, rical olarak nesli bir hikmete binâen kalmayacaktır. Yalnız ‘rical’ tâbirinin ifadesiyle nisanın [kadınların] pederi olduğunu işaret ettiğinden, nisa olarak nesli devam edecektir. Felillahilhamd, Hz. Fâtıma’nm (r.a.) nesl-i Mübâreki, Hasan ve Hüseyin gibi iki nurânî silsilenin bedr-i münevveri, Şems-i Nübüvvet’in manevî ve maddî neslini idame ediyorlar.”
HALiD B. VELiD’in NECRAN’a GÖNDERİLMESİ (Hicret ‘in 10. senesi Rebiülevvel ayı / Milâdî 631)
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu tarihte Hz. Hâlid b. Velid’i 400 mücâhidle Yemen civarındaki Necran’da oturan Haris b. Ka’b Oğullarına gönderdi.”28 Resûlullah’ın Hâlid b. Velid’e emri şöyleydi: “Onları üç gün İslâm’a davet et. İcabet ederlerse, gerekeni yap; şayet icabet etmekten kaçınırlarsa, onlarla savaş!””Hz. Hâlid, emrindeki mücâhidlerle Necran yakınına vardı. Birkaç taraftan süvari elçiler göndererek Haris b. Ka’b Oğullarını üç gün üst üste İslâmiyete davet etti. Necran halkı, sonunda davete icabet ederek Müslüman oldu. Bunun üzerine, Hz. Hâlid, İslâm’ın ahkâmını öğretmek üzere aralarında bir müddet kaldı. Sonra da durumu Resül-i Ekrem Efendimize bir mektupla bildirdi. Mektubunda, ne yapması gerektiğini de soruyordu.
Peygamberimizin Hz. Hâlid’e Cevabı
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Hâlid’in mektubuna şu cevabı yazıp gönderdi: “Resûlullah Muhammed’den Hâlid b. Velid’e… “Allah’ın selâmı üzerine olsun! “Senden (yaptığından) dolayı, Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah’a hamdederim! “Elçinin getirdiği mektubunu aldım. Mektubunda, Haris b. Ka’b Oğullarının karşı koymadan Müslüman olduklarını, tek bir şeriki olmayan Allah’a îman ettiklerini, Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şehâdet getirdiklerini, Allah’ın onları doğru yola hidâyet ettiğini haber veriyorsun! “Onları, Allah ve Resulünün emirlerine göre hareket ettikleri takdirde, âhiret nîmetleriyle müjdele; aykırı hareket ettikleri takdirde, âhiret azabıyla korkut! “Artık dön, gel! Onların elçileri de seninle birlikte gelsin! “Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketi üzerine olsun!”
Hâlid b. Velid’in, Benî Haris Heyetiyle Medine’ye Gelmesi
Resûl-i Ekrem Efendimizin emri üzerine Hz. Hâlid, Haris b. Ka’b Oğullarından bir heyetle Medine’ye geldi. Elçiler, Hz. Resûlullah’ın huzuruna çıkıp Müslüman olduklarını haber verdiler. Peygamber Efendimiz, Benî Haris b. Ka’blara, elçiler arasında bulunan Kays b. Husayn’ı vali ve kumandan tâyin etti. Elçiler, Medine’de bir müddet kaldıktan sonra, Resûl-i Ekrem Efendimizin verdiği hediyelerle yurtlarına döndüler.”
MÜSLÜMAN BELDELERE VALİ VE ZEKAT MEMURLARI GÖNDERİLMESİ
Hicret’in 10. senesinde İslâm güneşi birçok beldede bütün haşmetiyle parlamaya başlamıştı. Bu sırada Peygamber Efendimiz, İslâmiyetin yayıldığı bütün beldelere valiler ve zekât, sadaka tahsil memurları gönderdi. Necran, Hadramut, San’a, Kinde, Sadif, Yemen, Zebid, Rima, Aden, Sahil, Cened [Yemen], vali ve zekât tahsil memurlarının gönderildikleri yerler arasındaydı.”
Muaz b. Cebel ‘in Yemen ‘e Gönderilişi
Peygamber Efendimiz, Müslüman beldelere vali ve zekât tahsil memurları gönderdiği sıradaydı. Bir gün, sabah namazından sonra cemaate dönerek, “İçinizden hanginiz Yemen’e gider?” diye sordu. Hz. Ebû Bekir istekli çıktı; “Ben giderim, yâ Resûlallah!..” dedi. Peygamber Efendimiz, hiçbir cevap vermeyip sustu. Az sonra tekrar, “Hanginiz Yemen’e gider?”‘ diye sordu. Bu sefer Hz. Ömer ayağa kalktı; “Ben giderim, yâ Resûlallah!..” dedi. Peygamber Efendimiz, Hz. Faruk’a da cevap vermeyip sustu. Bir müddet bekledikten sonra tekrar, “İçinizden Yemen’e kim gider” diye sordu: Muaz b. Cebel (r.a.) kalkıp, “Yâ Resûlallah!.. Ben giderim!” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Ey Muaz!.. Bu vazife senindir!” buyurdu. O sırada Yemen, üç valiliğe ayrılmıştı. Hz. Muaz, valiliklerin en büyüğü olan Cened Valiliğine tâyin edilmişti. Orada kadılık yapacak, halka İslâmiyeti, Kur’ân-ı Kerîm okumayı öğretecek, Yemen ülkesinde tahsil edilen zekât ve sadakaları da vazifelilerden teslim alacaktı. Hz. Muaz, Medine’den ayrılacağı sırada Peygamber Efendimiz ona, “Sana herhangi bir dâva halli için getirildiği zaman nasıl ve neye göre hüküm verirsin?” diye sordu. Hz. Muaz, “Allah’ın Kitabındaki hükümlerle hüküm veririm!” dedi. Resûl-i Ekrem, “Eğer Allah’ın Kitabında onunla ilgili bir hüküm bulamazsan neye göre hüküm verirsin?” diye sordu. Hz. Muaz, “Resûlullah’ın sünnetine göre hüküm veririm.” dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu sefer, “Resûlullah’ın sünnetinde de onunla ilgili bir hüküm bulamazsan ne yaparsın?” diye sordu. Hz. Muaz, “O zaman, kendi görüşüme göre ictihad eder, hüküm veririm!” dedi. Peygamber Efendimiz, bundan son derece memnun oldu. Bu memnuniyetini, “Allah’a hamdolsun ki, Resûlullah’ın elçisini, Resûlullah’ın razı olduğu şeye muvaffak kıldı!” buyurarak izhar etti.”
Peygamberimizin Emir ve Tavsiyeleri
Yola çıkacağı sırada ise Peygamber Efendimiz, Hz. Muaz’a şu emir ve tavsiyelerde bulundu: “Sen, Ehl-i Kitap bir kavme gidiyorsun. Onları, bir olan Allah’a îmana ve benim de Resûlullah olduğuma şehâdete davet et. Eğer bunu kabul ederlerse, onlara, Allah’ın her gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Eğer bunu da kabul ederlerse, Allah’ın kendilerine, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek zekâtı farz kıldığını bildir. Eğer bunu kabul ederlerse, sakın mallarının en kıymetlilerini alma! Mazlumun duasından sakın; çünkü, bu dua ile Allah Teâlâ arasında perde yoktur.”” Bu sırada Muaz b. Cebel Hazretleri de, Efendimizden bazı tavsiyelerde bulunmasını istedi: “Yâ Resûlullah!.. Bana tavsiyelerde bulun.” Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Her ne hâlde ve nerede olursan ol, Allah’tan kork!” buyurdu. Hz. Muaz, “Yâ Resülallah!.. Bana biraz daha tavsiyede bulun.” dedi. Peygamber Efendimizi bu sefer, “Günahın arkasından hemen haseneyi [iyilik ve hayır] yetiştir ki, onu yok etsin!” Hz. Muaz, “Yâ Resülallah!.. Bana tavsiyeni artır.” diye dileğini tekrarladı: Peygamber Efendimiz, “İnsanlara, güzel ahlâkla muamele et!” buyurdu.” Resûl-i Ekrem Efendimizin, Hz. Muaz ve beraberinde gönderdiği Ebû Musa el-Eş’arî’yi uğurlarken de son tavsiyesi şu oldu: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Birbirinizle anlaşın, iyi geçinin; ihtilâfa düşmeyin!”
HZ. ALİ’NİN YEMENE GÖNDERİLMESİ
(Hicret ‘in 10. senesi Ramazan ayı / Milâdî 631) Bu tarihte, Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’ye, Yemen’ de bulunan Mezhiclere gidip onları İslâmiyete davet etmek vazifesini verdi. Hz. Ali’yle birlikte 300 süvari vardı.” Peygamber Efendimiz, uğurlayacağı sırada Hz. Ali, “Yâ Resûlallah!.. Nasıl yapacağım?” diye sordu. Peygamber Efendimiz, “Onların sahalarına girinceye kadar yürü; mıntıkılarına girince, onları ‘Lâ ilahe İllallah.’ demeye davet et. Eğer, ‘Lâ ilahe İllallah.’ derlerse, onlara namazı emret. Zekâtlarını da alarak, fakirlerine dağıt. Başka bir şey de isteme. Şunu da bil ki, Allah’ın senin vasıtanla bir kimseye hidâyet ihsan etmesi, sana, üzerinde güneşin doğduğu her şeyden Allah’ın yanında daha hayırlıdır. Onlar seninle çarpışmadıkça da sen onlarla çarpışma!”” diye buyurdu. Hz. Ali, bu emir üzerine, maiyetindeki mücâhidlerle Yemen mıntıkasına vardı. Kendisini karşılayan halkı Müslüman olmaya çağırdı. Halk, icabet etmeyip karşı koydu. Bunun üzerine Hz. Ali, ordusunu düzene soktu ve onlarla çarpıştı. Mücâhidlere karşı duramayan düşman, sonunda davete icbet etmeye mecbur kalıp, Müslüman olmayı kabul etti. Reislerinden bazıları gelerek Müslüman olduklarını, bu arkalarında bulunan kabilelerinin de temsilcileri bulunduklarını bildirdiler. Zekâtlarını da getirip Hz. Ali’ye teslim ettiler. Hz. Ali daha sonra, Veda Haccı sırasında gelip Peygamberimize kavuştu.”