Hicretin 3. Yılı Gatafan Gazası ve Karde Seriyyesi
Hicretin 3. Yılı
Gatafan Gazası ve Karde Seriyyesi
ŞÂİR KA’B B. EŞREFİN KATLİ
(Hicret ‘in 3. senesi / Milâdî 624)
Ka’b b. Eşref, muhteris bir Yahudî, meşhur bir şâirdi. Bilhassa
muhteşem Bedir muzafferiyetinden sonra, kıskançlık ve düşmanlığından
Peygamberimiz ve Müslümanları hicveder dururdu. Mekke’ye giderek
de müşrikleri Müslümanlara karşı tahrikte bulunur, Bedir’de öldürülen
müşrikler için mersiyeler düzerek onların intikam ve düşmanlık hislerini
kabartmaya çalışırdı. Medine’de ise, Müslümanların kız ve hanımlarına dil uzatacak kadar küstahlık gösterirdi. Şiir ve hitabetin Arap hayatında büyük rol oynadığından daha evvel bahsetmiştik. O günün şiir ve hitabeti bugünün matbuatı seviyesinde
tesir icra ediyordu. Dolayısıyla bu Yahudî şâirin İslâm düşmanlığı yalnız
kendisine âit kalmıyor, etrafa da sirayet ediyordu. Bu bakımdan, Resûli
Ekrem, bu menhus adamın şiirleri üzerinde fazlasıyla duruyor, önüne geçmek için çâreler arıyordu. Ka’b’ın, yalnız şiirleriyle İslâm düşmanlığı yapmakla iktifa etmediğini,
hattâ Peygamberimizin vücudunu ortadan kaldırmak için menfur bir
plânla suikast tertiplediğini bile, kaynaklardan öğreniyoruz.
Böyle bir adamın vücudu, İslâmiyet için mahza zarardı. Bu bakımdan da yok edilmesi gerekiyordu. Bu işi Resûli Ekrem’in müsaadesiyle ashabtan Muhammed b.
Mesleme, iki üç arkadaşıyla üzerine aldı. Bir gece vakti evine giderek
onu öldürdüler. Ka’b b. Eşref gibi şöhret sahibi birinin öldürülmesi, Yahudiler arasında
büyük bir panik meydana getirdi. Kabilesinden bazıları Hz. Resûlullah’ın huzuruna çıkarak, Ka’b’ın masum olduğunu, öldürülmeyi haketmediğini şikâyet suretinde arzedince, aldıkları cevap şu oldu:
“O, bizi hicv ve Müslümanlara (diliyle) eziyet etti; müşrikleri de bizimle harbe, bizimle uğraşmaya teşvik etti.” Bu hâdiseden sonradır ki, tarihte fitne ve fesad çıkarmakla meşhur olan Yahudiler, bir nebze de olsa Peygamber Efendimize ve Müslümanlara
karşı hürmetkar ve yumuşak davranmaya başladılar. Açıktan açığa
hakaret ve tahrikte bulunmadılar, ama âdeta kanlarına karışmış bozgunculuk
mesleklerinden gizli veya aşikâr hiçbir zaman da vazgeçmediler.
GATAFAN GAZASI
(Hicret ‘in 3. senesi Rebiülevvei ayı)
Bedir muzafferiyeti, Peygamberimizle sulh anlaşması akdetmemiş bulunan
civar Arap kabilelerini de kara kara düşündürüyordu. Büyük
kuvvet kazanmış bulunan Müslümanların bir gün kendilerinin de
kapısını çalabileceği endişesini taşıyorlardı. Bu bakımdan, Bedir Harbinden
sonra etraftaki Arap kabilelerinde bir hareket göze çarpar. Bu
hareketlenme sonucu cereyan eden gazalardan biri de, Gatafan veya Anmar Gazâsıdır.
Benî Muharib yiğitlerinden sayılan Haris oğlu Du’sur (diğer nâmıyla
Gavres), Gatafan Kabilesine mensup Salebe ve Muharip Oğullarından
çok sayıda adam toplayarak Medine üzerine baskın düzenlemeye karar
verdi. Maksat: Güya, Müslümanlara gözdağı vermek ve bir de Medine
civarında bulabilirse bir şeyler yağmalamak.
Resûli Ekrem Efendimiz, durumu derhâl haber aldı. Medine’de yerine
vekil olarak Hz. Osman b. Affan’ı bırakarak, aralarında atlıların da bulunduğu
450 kişilik bir kuvvetle çapulcu müşrikler üzerine yürüdü. Ancak,
Peygamberimizin gelmekte olduğunu duyan yağmacılar, kaçıp
tepelere sığınmışlardı. O anda kimse görülmedi. Sâdece Saiebe Oğullarından
Cabir adında biri esir edildi. Durum kendisinden öğrenildi.
Daha sonra İslâm’a davet edildi. O da icabet edip Müslüman oldu.
Gavres ‘in Suikast Teşebbüsü
Çapulcuların tepelere sığındığını öğrenen Peygamber Efendimiz, bir
müddet burada beklemeyi uygun gördü. Bekleme esnasında bir ara sağanak hâlinde yağmur yağdı. Efendimizin elbiseleri ıslandı. Kuruması için elbiselerini çıkarıp bir ağacın dalına astı. Kendisi de istirahat maksadıyla ağacın altına yanı üzerine uzanıverdi. Baskın düzenlemek isteyenler, tepeden Resûli Ekrem’i gözlüyorlardı. Peygamberimizin zırhını çıkarıp ağacın altına istirahate çekildiğini, yanında da kimselerin bulunmadığını farkedince, heyecan ve sevinç içinde reisleri Gavres’e haber verdiler: “İşte, eline bir daha geçmez bir fırsat! Muhammed, ashabının yanından ayrılıp tek başına kaldı. Ashabı gelip onu korumaya çalışıncaya kadar, biz işini hallederiz!”
Gavres, derhâl harekete geçti. Kimse görmeden, tam Peygamber
Efendimizin başı üzerine geldi. Yalın kılıç elinde olduğu hâlde: “Kim, seni benden kurtaracak?” dedi. Resûli Ekrem, “Allah!..” dedi; sonra da şöyle dua etti: “Allah’ım! Beni onun şerrinden koru!” Gavres, birden iki omuzu ortasına gaibden bir darbe yedi. Kılıç
elinden düştü ve kendisi de yere yuvarlandı.
Bu sefer Fahri Âlem Efendimiz kılıcı eline aldı ve, “Şimdi seni kim kurtaracak?” dedi.
Gavres, “Hiç kimse!..” dedi; sonra da, “Şehâdet ederim ki, Allah’tan
başka ilâh yoktur ve Muhammed de O’nun Resulüdür. Artık, bundan
sonra hiçbir zaman senin aleyhinde kimseyi toplamayacağım.” diye konuştu.
Bunun üzerine Resûli Zîşan Efendimiz, Gavres’i affetti. Gavres, giderken
bir ara Resûli Ekrem Efendimize döndü ve, “Vallahi, sen benden hayırlısın!” dedi.
Peygamber Efendimiz, “Elbette, ben, buna senden daha lâyıkım.” buyurdu.
Cesur ve pek cür’etkâr olan Gavres kavmine dönünce, hayretler içinde,
“Ne oldu sana, neden bir şey yapamadın?” diye sordular.
Gavres, onlara başından geçenleri anlattıktan sonra ilâve etti: “Vallahi,
ben şimdi insanların en iyisinin, en hayırlısının yanından geliyorum!”
Bir ay kadar süren seferden sonra, Resûli Kibriya Efendimiz, Medine’ye geri döndü.
KARDE SERİYYESİ
(Hicret ‘in 3. senesi Cemaziyelâhir ayı)
Peygamber Efendimizin etrafa hâkim olması üzerine, müşrikler, ticaret
yollarını değiştirmek mecburiyetinde kalmışlardı. Sahil yoluyla Şam ticareti tehlikeye düştüğünden, Irak yoluyla Şam’a gitmeyi daha uygun ve emin bulmuşlardı.
Hazırladıkları bir kervanı bu yolla Şam’a göndermişlerdi. Kervanla
birlikte gidenlerin içinde, Kureyş’in ileri gelenlerinden Safvan b. Ümeyye
ile Abdullah b. Ebî Rabia da vardı. Kaderin cilvesi bu: Tam o sırada müşriklerden biri Medine’ye geldi ve Yahudînin birinin evinde misafir kaldı. Kim bilir, onunla Müslümanlar
aleyhinde hangi plânı kurmak veya müşriklerin aldıkları hangi kararı veya tertipledikleri hangi plânı iletmek için gelmişti? İçtiler, konuştular, eğlendiler. Bu arada müşrik,farkında olmadan, bahsi geçen kervanın Irak yoluyla Şam’a gönderildiğini ağzından kaçırdı. Tam bunu anlatırken oradan ashabtan Salit b. Numan geçiyordu. Haberi duydu ve derhâl Hz. Resûlullah’ın huzuruna vararak durumu kendilerine arzetti. Mevsim, kış idi.
Peygamber Efendimiz, 100 kişilik bir süvari kuvveti hazırladı. Kumanlığa
Zeyd b. Harise Hazretlerini tâyin etti. Pazardan köle olarak satın
alınan, sonradan Peygamberimizin evlâdlık edindiği Zeyd, şimdi 100
kişilik bir sahabî müfrezesinin kumandanı olmuştu. Bu, İslâm’ın vazife
vermede, makam ve mevki sahibi kılmada, fakir zengin, köle efendi gözetmeden
tatbik ettiği adalet ve liyakat prensibinin şaheser bir misâlidir!
Seriyyenin teşkil maksadı, kervanı yakalamaktı.
Zeyd b. Harise, emrindeki kuvvetle yola çıktı ve Kureyş kervanının
önünü kesti. Kervandakiler, beklemedikleri bir hâdiseyle karşı karşıya
kalmışlardı. Bu durumda tabana kuvvet kaçmaktan başka çâreleri yoktu.
Öyle yaptılar. Her şeylerini de, canlarını kurtarmak uğruna geride bıraktılar.
Zeyd Hazretleri, sahipsiz kalan malları alıp Medine’ye, Resûli Ekrem
Efendimize getirdi. Beşte biri Beytû’lMâl’e ayrıldıktan sonra geri kalan
beşte dördü seriyyeye katılan mücâhidler arasında bölüştürüldü.
Bu arada, kervan kılavuzu Furat b. Hayyan da esir alınmıştı.
Medine’ye gelince, Müslüman olduğu takdirde serbest bırakılacağı teklif edildi. Müslüman oldu ve kurtuldu. Peygamber Efendimiz, bu muvaffakiyetinden dolayı Zeyd b. Harise’yi,“Seriyye kumandanlarının en hayırlısı, Zeyd b. Harise’dir.” buyurarak tebrik ve takdir etti. Bu seriyye, kumandanına izafeten Zeyd b. Harise Seriyyesi adıyla da anılır.
Efendimizin Hz. Hafsa ve Hz. Zeyneb’le Evlenmesi
PEYGAMBERİMİZİN, HZ. HAFSA’YLA EVLENMESİ
(Hicret ‘in 3. senesi Şaban ayı)
Uhud Savaşından iki ay kadar önceydi.
Peygamber Efendimiz, Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa’yla evlendi.
Resûl-i Ekrem Efendimize peygamberlik vazifesi verilmeden önce
dünyaya gelen Hz. Hafsa, daha önce Huneys b. Huza-fe’yle (r.a.) evlenmişti.
Huneys vefat edince Hz. Hafsa dul kalmıştı.”3
Hz. Ömer, kızını evvelâ münasip bir dille Hz. Osman’a, ondan müsbet
cevap alamayınca da Hz. Ebû Bekir’e vermek istemişti. Ancak o da bu
isteğine müsbet veya menfî hiçbir cevap vermemişti.
Bu durum karşısında üzülen Hz. Ömer, Resûl-i Ekrem Efendimize
başvurarak olup bitenleri anlattı. Hz. Ömer’in gönülden arzusunu farkeden
Peygamber Efendimiz, kendisini daha fazla üzüntü içinde bırakmak
istemedi ve, “Ben, sana Osman’dan daha hayırlı bir damat, Osman’a
da senden hayırlı bir kayınpeder söyleyeyim mi?” diye sordu. Hz. Ömer,
“Söyleyin yâ ResûlallahL” deyince, Resûl-i Ekrem, “Sen, kızın Hafsa’yı
bana nikâhlarsın; ben de kızım Ümmü Gülsüm’ü Osman’a nikâhlarım!”
94 buyurdu.Hz. Ömer’i bu teklif fazlasıyla sevindirdi ve derhâl
kabul etti. Böylece, Peygamber Efendimiz, Hz. Hafsa’yı Ezvac-ı Tâhi-rat
arasına alırken, kızı Hz. Ümmü Gülsüm’ü de Hz. Osman’a nikahladı. Hz.
Osman, daha önce de, Peygamberimizin vefat eden kızı Hz. Rukiyye île evliydi. Hz. Ümmü Gülsüm’le evlenince kendisine “Zinnureyn [İki Nur Sahibi]” lâkabı verildi.
PEYGAMBERİMİZİN, HUZEYME KIZI HZ. ZEYNEB’LE EVLENMESİ
Huzeyme kızı Hz. Zeyneb’in kocası Ubeyde b. Haris, Bedir Muharebesinde
yaralanmış ve bu yaranın neticesi olarak Safra denilen mevkide
vefat etmişti. Bu sebeple Hz. Zeyneb dul kalmıştı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, kocasını İ’lây-ı Kelimetullah uğrunda şehid veren bu muhterem kadını, Hicret’in 3. senesi Ramazan ayında zevceliğe alarak şereflendirdi.
Hz. Zeyneb, fakirleri ve yoksulları beslediği, onlara çok acıyıp merhamet
ettiği için “Ümmü’l-Mesakin [Yoksullar Annesi]” diye tanınırdı.
Hz. Zeyneb, Peygamber Efendimizin yanında üç ay kadar kaldıktan
sonra 30 yaşında iken vefat etti. Cenaze namazını bizzat Resûl-i Kibriya
Efendimiz kıldırdı. Bakî Mezarlığına defnedildi.
HZ. HASANIN DÜNYAYA GELİŞİ
Hicret’in 3. yılında Resûl-i Ekrem Efendimizi sevindiren bir hâdise
daha vuku buldu: Torunu Hz. Hasan dünyaya geldi. Hz. Hasan, Peygamberimize
torunları arasında en çok benzeyeni idi. Bu sebeple, annesi
Hz. Fâtıma onu severken, “Resûlullah’a benzeyen yavrum!” derdi.
Nebîyy-i Muhterem Efendimiz, torunları Hz. Hasan ile Hüseyin’i son
derece severdi. Onları zaman zaman omuzlarına alıp taşır ve, “Onlar benim dünyada öpüp kokladığım iki rey-hanımdır (güzel kokan bir çiçek, fesleğen)” buyurdu.
Yine, Hz. Hasan’ı zaman zaman omuzuna alıp gezdirir ve, “Allah’ım!
Ben onu seviyorum; Sen de sev; onu seveni de sev!” derdi.