Hicretin 4. Yılı Reci Vakası ve Bir’i Mauna Faciası
Hicretin 4. Yılı
Reci Vakası ve Bir’i Mauna Faciası
RECİ VAK’ASI
(Hicret ‘in 4. senesi Sefer ayı)
Uhud Harbinden sonra, Müslümanların harbteki mağlûbiyetleriyle
zaafa uğradıkları zannına kapılan etraftaki bazı Arap kabilelerinde,
İslâm’ın merkezi Medine’ye karşı bazı kıpırdanma ve hareketlenmeler
görüldü. Harekete hazırlananlardan biri de, Huzeyl Kabilesinden Hâlid
b. Süfyan idi. Medine üzerine yürümek için hazırlıklarını tamamlamıştı
ki, Peygamber Efendimiz durumu haber almıştı. Ashabı Suffa’dan Abdullah
b. Üneys’i, haberin doğruluğunu tahkik için göndermişti. Yayılan
haberin doğru olduğunu, bizzat hareketi plânlayan Hâlid b. Süfyan’dan
öğrenen Abdullah b. Üneys, bir fırsatını kollayıp, kılıcıyla onu öldürmüştü.
Bu hâdise, civar kabilelerin bir müddet sessiz sedasız durmalarını
sağlamıştı, ama Müslümanlara karşı intikam ve taarruz hırslarını da bilemiş oluyordu.
Sinsi düşman, açıktan açığa Müslümanlara karşı çıkamayacağını anlayınca,
bu intikam duygusunu tatmin için başka yollar aradı. Masum kılığına girerek Adal ve Kare Kabilesine mensup altı kişilik bir heyet, Medine’ye çıkageldi. Müslüman olduklarını söyleyerek Peygamber Efendimizin huzuruna çıktılar.
“Yâ Resûlallah!.. Kabilemiz arasında İslâmiyet yayılmış durumda. Sahabîlerinden
birkaçını, İslâm hükümlerini tebliğ etmek, Kur’ân okuyup öğretmek üzere bizimle beraber gönder!”195 diye ricada bulundular. Resûli Ekrem, İslâm’a hizmet teşkil edecek bu masum ve mâkul görünen talebi cevapsız bırakmadı; Mersed b. Ebî Mersed başkanlığında 10 sahabîyi gelenlerle birlikte gönderdi. İrşad vazifesiyle yola çıkan 10 sahabîden, isimleri bilinen yedisi şunlardı:Mersed b. Ebî Mersed, Hâlid b. Ebî Bukeyr, Abdullah b. Târik, Âsim b. Sabit, Hubeyb b. Adiyy, Zeyd b. Desinne ve Muattib b. Ubeyd.
İrşad heyeti, Huzeylilere âit Reci adındaki su başına geldiklerinde, âdi
ve alçakça bir hıyanetle karşı karşıya bulunduklarını anladılar. Bir anda
Benî Lihyan’dan 100 kadar okçunun hücumuna mâruz kaldılar. “Biz
Müslüman olduk, bize irşad heyeti gönder.” diye yalvaran bu adamlar,
şimdi Müslüman mürşidleri Lihyanlann okçularına teslim ediyorlardı.
Müslümanlar, kılıçlarını sıyırarak bir dağa iltica ettiler. Kendilerini
kılıçlarıyla müdafaa etmeye kalktılarsa da, kısa zamanda mukavemetleri
kırıldı. Hainler, Müslümanların sığındıkları dağın etrafını sardılar:
“Eğer yanımıza inip teslim olursanız sizi öldürmeyiz!” diye seslendiler.
Müslüman muallimler, müşriklerin bu sözlerine güvenmeyip teslim olmayı
reddettiler. İçlerinden Asım b. Sabit, “Ben, müşriklerin himayesini
ömrüm boyunca kabul etmemek üzere yeminliyim! Vallahi, ben bu
kâfirlere asla teslim olmam!” dedi; sonra da, “Allah’ım, Resulünü durumumuzdan
haberdar et!” diye dua etti. Bir taraftan da müşriklere ok
yağdırıyordu. Ok atarken de, “Ben ne diye çarpışmayayım ki?.. Gücüm
kuvvetim serinde, oklarım yanımda, yayımın kirişi kalın, enli temrünler
sebebiyle kayıp gitmekte.”Ölüm hak, dünya boş ve geçicidir. “Takdir edilen
elbette başa gelecektir! “İnsanlar er geç Allah’a dönecektir!
“Eğer ben sizinle çarpışmazsam annem evlâdsız kalsın.” diyordu. Bu kahraman sahabî, oku bitince, mızrağını kullanmaya başladı. O da kırılınca kılıcına sarıldı. Böylece birçok müşriki yere serdikten sonra son duası ise şu oldu:
“Allah’ım!.. Ben, Senin dinini korumaya çalıştım; Sen de cesedimi müşriklerden koru!”
Diğer sahabîler de kahramanca çarpıştılar. Ancak, 100 kişiye karşı 10
kişi ne yapabilirdi ki?.. Sonunda, aralarında Âsim b. Sâbit’in de (r.a.) bulunduğu
yedi sahabî, müşrik oklarıyla şehid oldular. Geri kalan üç
sahabî ise, müşriklerden kendilerini öldürmeyeceklerine dair kesin söz
alınca teslim oldular. Müşrikler üçünü de yaylarının kirişiyle sıkıca
bağladılar. Sonra Mekke’nin yolunu tuttular. Maksatları, onları götürüp
Müslümanlara karşı kalbleri kin ve nefretle dolu Kureyş müşriklerine satmaktı!
Yolda, Abdullah b. Târik, bir fırsatını kollayıp kaçtı. Ancak bu kaçış hayata değil, şehâdete idi. Müşriklerin attıkları taşlarla o da şehid oldu. Geriye iki kişi kaldı: Zeyd b. Desinne ve Hubeyb b. Adiyy… Bunları da götürüp Mekke’de sattılar.
Âsim b. Sabit, Uhud Muharebesinde, Sülâfe adındaki azılı bir müşrik
kadının iki oğlunu öldürmüştü. Bu şerir kadın, Hz. Âsım’ın başını eline
geçirdiği takdirde, onunla şarap içeceğine dair yemin etmişti. Lihyan
Oğulları bunu biliyorlardı. Bu sebeple hunharca şehid ettikleri Hz. Âsim b. Sâbit’in başını alıp Mekke’deki bu kadına götürmek istiyorlardı. Ancak
Allah, kendilerine bu fırsatı vermedi. Âsim b. Sâbit’in (r.a.) şehid
olmadan az önce, “Allah’ım!.. Müslüman olduğum günden beri Senin
yüce dinini müdafaa ve himaye etmek için nefsimi feda ettim. Bugün,
son günümdür. Sen de benim cesedimi (müşriklerin dokunmasından)
muhafaza eyle!” diye ettiği duasını Cenâbı Hakk kabul etti. Müşrikler
cesedinin başına yaklaşmak istedikleri sırada, cesedin başında birden bir
arı sürüsü peyda oldu ve onları cesede yaklaştırmadı. Bunun üzerine
cesedi sabahleyin gelip almak üzere ayrıldılar. Ancak, sabah geldiklerinde
ceset ortada yoktu. Şaşırdılar. Çünkü Cenâbı Hakk, gece bir yağmur
yağdırmış ve bu büyük sahabînin cesedini necis müşriklerin ellerinin
dokunmasına fırsat vermeden sellere sürükletip götürmüştü!
HZ. HUBEYB İLE HZ. ZEYD’İN ŞEHÂDETLERİ
Lihyan Oğulları tarafından Mekke’ye götürülen Hz. Hubeyb b. Adiyy
ile Zeyd b. Desinne, Bedir’de çok yakınları öldürülenler tarafından satın
alınmış ve hapsedilmişlerdi. Kureyş’in kararı, bu iki sahabîyi şehid etmekti.
Bir müddet hapiste işkence ve eziyetlere mâruz bıraktıktan sonra,
bir gün alıp ikisini birlikte Ten’im mevkiine götürdüler. İki kahraman
sahabî son olarak kucaklaşıp birbirlerine sabır tavsiyesinde bulundular.
Ten’im denilen yer, sanki bayram yeriymiş gibi, çoluk çocuk, genç ihtiyar,
kadın erkekle dolmuştu: Bu iki masum sahabînin mâruz kalacakları
gaddar hareketi seyre gelmişlerdi. Hürriyeti ve insanlığı ayaklar altına
alan canileri alkışlamaya koşmuşlardı. Yarım kalan Uhud muvaffakiyetleri
ile Bedir mağlûbiyetinin acısını çıkaramadıklarını biliyor ve o
acıyı, hıncı ve intikamı, bu iki masum, müdafaasız ve silâhsız sahabîyi
darağacında sallandırmakla almaya çalışıyorlardı.
Hz. Hubeyb ‘in Şehadeti
Çukur kazılmış, direk dikilmişti.
Hz. Hubeyb’i direğe doğru götürdüler. Gönlü Allah’ın ve Resulünün
muhabbetiyle dopdolu Hz. Hubeyb, telâşsız, tereddütsüz idi. Allah’ın
dini uğrunda şehid olmayı en büyük şeref biliyordu. İki rekât namaz kılmak
için müsaade istedi. İzin verilince bütün samimiyetiyle Yüce
Mevlâsınm huzuruna yöneldi. İki rekât namazını tamamladıktan sonra
müşriklere dönerek, “Vallahi,” dedi, “eğer Hubeyb ölümden korktu da
namazı uzattı demeyecek olsaydınız, namazı uzatır ve çoğaltırdım!”
Hz. Hubeyb, bu hareketiyle, idamdan önce iki rekât namaz kılma âdet
ve sünnetini de başlatan ilk insan oluyordu. Müşrikler ona, “Muhammed’in dinini terk eder ve ecdadının dinine dönersen sana eman veririz!” dediler.
Kahraman sahabî, “Vallahi, hayır!.. İslâm’dan asla dönmem! Hattâ,
dünya, içindekilerle beraber bana verilse, yine de dönmem!” diye cevap verdi.
Bu sefer müşrikler, “Doğru söyle: Şimdi senin yerine Muhammed olsa
ve sana bedel o öldürülse memnun olurdun, değil mi?” diye sordular.
Gönlü Resûlullah’a muhabbetle yanıp tutuşan sahabîden gelen cevap,
müşrik canileri şaşırttı, tüylerini diken diken etti: “Allah’a yemin ederek
söylüyorum ki, Peygamberimizin ayağına bir diken batmaktansa, evimden,
hayatımdan, çoluk çocuğumdan olmaya razıyım!” Müşrikler,
fedakârlığın böylesini görmemiş, Allah’a ve Resulüne bağlılığın tatlı saadetini
yaşamamış oldukları için, Hubeyb Hazretlerinin bu cevaplarına gülüp geçiyorlardı.
Etrafına bakan büyük insan, hiçbir nurânî yüz göremiyordu. Bütün
suratlar abustu; şirkin çirkinliği yüzlerine aksetmişti sanki… Kendisiyle
Resûlullah’a selâmını iletecek kimsecikler yoktu o kocaman kalabalıkta…
Bizzat kendi ağzıyla, hayatını uğruna feda ettiği Resûlullah’a
darağacında selâm yollamaktan başka çâresi yoktu. Şöyle niyazda bulundu:
“Allah’ım!.. Şu anda düşman yüzlerden başka yüz göremiyorum!
“Allah’ım!.. Burada selâmımı Resulüne ulaştıracak hiç kimse yok! Ne olur ona selâmımı Sen ulaştır! “Allah’ım!.. Sen, bize Resulünün peygamberliğini bildirdin. Bize reva
görülenleri de ona sabahleyin bildir.” Bu hazin dua yapılırken, Resûli Ekrem Efendimiz de, Medine’de, Hubeyb’in selâmını, “Aleykesselâm!” diyerek aldı; sonra da ashabına
dönerek, “Kureyş, Hubeyb’i şehid etti.” buyurdu.
Hz. Hubeyb, eli kolu ağaçtan direğe bağlı bekletiliyordu. Karşısında,
babalan öldürülmüş 40 genç, ellerinde mızraklarla duruyorlardı. Emir
alınca, dört bir taraftan mızrakları bu aziz sahabînin vücuduna
batırmaya başladılar. Hubeyb’in, işkenceler altında ruhunu teslim etmesini
istiyorlardı. Bir ara Hz. Hubeyb’in yüzü Kabe’ye döndü. Allah’a
bundan dolayı hamdetti: “Hamdolsun o Allah’a ki, yüzümü, Kendisinin,
Resulünün ve mü’minlerin razı oldukları kıbleye çevirdi!”
Kureyş müşrikleri buna da tahammül edemediler ve onun yüzünü
Kabe’den çevirdiler. Fakat, fedakâr sahabî, yüzü Kabe’ye doğru şehâdet
makamına erişmek istiyordu. Rabbi Rahîmine, “Allah’ım!.. Eğer ben, Senin
katında hayırlı bir isem, yüzümü kıblene çevir!” diye yalvardı. Kıbleye çevrilen Hubeyb Hazretlerinin yüzünü müşrikler, bir daha başka tarafa çeviremediler.
Hz. Hubeyb’in, ruhuyla yüce âlemlere yükselme zamanına kısa bir
süre kalmıştı. Ruhunu teslim etmeden önce kendisine Allah’a ve Resulüne
îman ve muhabbetten dolayı bu zulmü, bu eziyeti reva görenlere,
“Allah’ım!.. Kureyş müşriklerini mahvet; topluluklarını tarü mâr et; onların
birer birer canlarını al! Hiçbirini sağ bırakma Allah’ım!..” diye beddua etti.
Yüksek sesle yapılan bu beddua, Ten’im mevkiinde yankılandı, îmansız
kalblere müthiş bir korku verdi: Kimisi yüzükoyun yere uzandı,
kimi kulağını tıkadı. Bu korku, Hubeyb Hazretlerinin şehâdetinden çok
sonraya kadar da devam etti.
Mızraklar göğsüne saplı Hz. Hubeyb, o ibret verici manzara içinde bir
müddet Allah’ın varlık ve birliğini, Resulünün hak ve peygamberliğini
şirk ehlinin suratlarına haykırdı. Az sonra da hayatını şehâdet mertebesiyle
noktaladı. Böylece, Allah yolunda darağacında ruhunu teslim eden ilk Müslüman oldu.
Sıra, Hz. Zeyd’de…
Hz. Hubeyb’in şehâdetini, Hz. Zeyd’in şehâdeti takib edecekti.
Müşrikler onu da Ten’im’e alıp getirmişler ve darağacına bağlamışlardı.
Hz. Hubeyb’e yapılan tekliflerin aynısı ona da yapıldı. Fakat, bu
büyük sahabî de, Hubeyb’in verdiği aynı cevapları pervasızca verdi.Ebû
Süfyan, bu durum karşısında hayret ve takdirini gizleyemedi: “Ben, insanlar
arasında ashabının Muhammed’i sevdiği kadar hiç kimsenin, hiç kimseyi sevdiğini şimdiye kadar görmüş değilim!” Tekliflerinden netice almayan müşrikler, Hz. Zeyd’i oklarına hedef aldılar ve onu da şehid ettiler. Cesedi bağlı bulunduğu yerde kalan büyük sahabînin ruhu kim bilir hangi yüce âlemde tayeran ediyordu? Her iki sahabî de, îmanlarında, Allah’a ve Resulüne sadâkatte zerre kadar tereddüde düşmeden, işte böylesine imrenilecek güzel bir surette hayat defterlerini kapadılar.
Bİ’Rİ MAUNA FACİASI
Hicret’in 4. senesi Sefer ayı idi.
Benî Âmir Kabilesinin efendisi ve reisi Ebû Bera Amir b. Mâlik, Peygamberimizi
ziyaret maksadıyla Medine’ye geldi. Ebû Bera, samimî bir
insan, Resûli Ekrem’e ve Müslümanlara dost biriydi. Efendimize hediye
etmek üzere de iki at ile iki deve getirmişti. Ancak Resûli Ekrem, “Ben,
müşriklerin hediyesini kabul edemem. Eğer hediyenin kabul edilmesini
istiyorsan Müslüman ol!” diyerek onun hediyesini kabul etmedi ve kendisini
Müslüman olmaya davet etti.
Ebû Bera o anda Müslüman olmadı, ama İslâmiyete karşı gösterdiği
alâkadan da vazgeçmedi. Peygamber Efendimize, “Yâ Muhammedi..
Beni davet ettiğin din, pek güzel, pek şereflidir. Kavmim benim sözümü
dinler. Eğer sahabîlerinden birkaçını Kur’ân ve sünneti öğretmek üzere
gönderecek olursan, ümit ederim ki davetini kabul ederler!” dedi.
Resûli Kibriya Efendimiz, Necid halkına pek güvenmiyordu. Ashabına
bir hainlikte bulunabilirler endişesini taşıyordu. Bu endişesini,
“Göndereceğim kişiler hakkında Necid halkından korkarım!” diyerek de izhar etti.
Ancak Ebû Bera teminat verdi. “Onları” dedi, “ben himayeme aldıktan
sonra, Necid halkının onlara dokunması hadlerine mi düşmüş?” Ebû
Bera’nın güvenilir, sözüne itimat edilir biri olması, Peygamber Efendimizin
endişesini giderdi. Sonunda, 40 veya 70 kişiden ibaret irşad heyetini
göndermeye karar verdi. Altısı Muhacir, diğerleri Ensâr’dan idi. Hepsi
de Suffa ehli idi. Başlarına Münzir b. Amr tâyin edildi.
Peygamber Efendimiz, ayrıca Necid halkına ve Benî Âmir reislerine
verilmek üzere heyetle birlikte bir de mektup gönderdi.
İrşad ve tebliğ heyeti Bi’ri Mauna denilen mevkie vardı. Burası,
Medine’nin doğu tarafına düşen, Süleym ile Âmir Oğulları yurtları
arasında kalan, Benî Süleym’e âit bir su kuyusu idi. Burada Hz.
Resûlullah’ın mektubunu Amir b. Tufeyl’e götürmek vazifesini, Haram
b. Milhan üzerine aldı. Bu sahabî, mektubu götürüp ona teslim etti. Ne
var ki, mektubun muhatabı Âmir, okuma gereği bile duymadan elçi
sahabîyi orada şehid etti. Azîz şehidin, bu hain adamın darbeleri
altındaki son sözleri şunlar oldu: “Allahü Ekber! Kabe’nin Yüce Rabbîne yemin olsun ki, kazandım gitti!” Âmir b. Tufeyl, bu masum sahabîyi şehid etmekle de yetinmedi; Âmir
Oğullarını, heyetteki diğer sahabîleri de öldürmek için yardıma çağırdı.
Ancak, Âmir Oğulları, önceden Ebû Bera’ya, gelecek irşad heyetine dokunmayacaklarına
dair söz vermiş bulunduklarından, bu adama yardıma yanaşmadılar.
Benî Âmir’den yardım konusunda red cevabı alan Âmir, bu sefer
kendisi gibi gözleri ve gönülleri kan ve kin ile dolmuş Süleyman Oğullarından
birkaç kabîlenin yardımını temin etti. Hep birlikte, Mauna Kuyusu mevkiinde olup bitenden habersiz bekleyen masum sahabîleri de şehid etmek üzere harekete geçtiler.
Bu arada, mektubu götüren sahabînin geciktiğini gören irşad heyeti, dinlendikleri Mauna Kuyusu mevkiinden durumu öğrenmek üzere Necid bölgesine doğru yol almışlardı.
Tam o sırada, karşılarında elleri silâhlı kalabalık bir müşrik topluluğu buldular.
Sahabîler, kılıçlarını sıyırarak kendilerini çepeçevre kuşatanlara,
“Vallahi, bizim sizinle hiçbir işimiz yok. Biz sâdece Peygamberimizin
verdiği bir vazife için yolumuza gidiyoruz!” dediler.
Fakat, kana susamış müşrikler, bu sözlere aldırış bile etmediler. Kararlan
kesindi: İslâm’ı ve îmanı öğretmek kutsî vazifesiyle yola çıkan bu
fedakâr sahabîleri, teker teker şehid edeceklerdi.
Başlarına gelecekleri fark eden sahabîler, el açarak Rabbi Rahîmlerine,
“Ey Rabbimiz!.. Durumumuzu Resulüne haber verecek burada kimsemiz
yok. Selâmımızı ona Sen ulaştır! İlâhî!.. Peygamberin vasıtasıyla
kavmimize haber ver ki: Biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden razı
oldu ve bizi de razı etti.” diye yalvardılar.
Aynı anda Cebrail (a.s.), bu kahraman sahabîlerin selâmını ve durumlarını
Resûli Kibriya Efendimize ulaştırdı. Selâmlarına,
“Aleyhimüsselâm” diyerek karşılık veren Resûli Ekrem, ashabına
dönerek, müşriklerin bu fedakâr kardeşlerini şehid etmek üzere olduklarını
haber verdi ve onlar için mağrifet dilemelerini istedi.
Peygamber Efendimiz, ashabına bu haberi iletirken irşad heyetinde
bulunan sahabîlerin birkaçı müstesna diğerleri hain düşman mızraklarıyla
delik deşik edilmiş ve şehid olmuşlardı.Kurtulan sahabîlerden
ikisi deve gütmeye gitmişlerdi, biri ise öldü diye şehidler arasında terk
edilmişti. Develeri güden iki sahabî, bir müddet sonra Bi’ri Mauna
mevkiine dönünce dehşetli manzarayla ürperdiler. Bu ciğer parçalayıcı
sahne karşısında gözyaşı döktüler. Kendine hâkim olamayan biri,
müşriklerin arkasına takıldı ve şehid oluncaya kadar kendileriyle
çarpıştı. Diğeri ise esir alındı, ancak sonradan serbest bırakıldı. Şehidler
arasında öldü diye terk edilen Ka’b b. Zeyd Hazretleri ise, müşrikler
ayrıldıktan sonra, çıkıp Medine’ye geldi.”
Peygamberimizin Bedduası
Bu seçkin sahabîlerinin haince bir suikaste kurban gitmelerinden
dolayı, Peygamber Efendimiz, son derece üzüldü.
Enes b. Mâlik, “Resûlullah’ın, Bi’ri Mauna’da şehid edilen ashaba yanıp
üzüldüğü kadar hiçbir kimseye, hiçbir şeye yanıp üzüldüğünü görmedim!” der.
Duyduğu derin üzüntü, Peygamber Efendimizi, bu cahillikte bulunanlara
beddua etmeye kadar götürdü. Haber aldığı gecenin sabah
namazında birinci rekâttan sonra ikinci rekâtın rükûundan doğrulunca
şu bedduada bulundu: “Allah’ım!.. Mudar Kabilelerini kahreyle!
“Allah’ım!.. Onların yıllarını Yusuf Peygamber’in kıtlık yılları gibi çetin
yap, başlarına dar getir! “Allah’ım!.. Lihyan Oğullarını, Adal, Kare, Zi’b, Rı’l, Zekvan ve Usayya Kabilelerini Sana havale ediyorum. Zîra, onlar, Allah’a ve Resulüne karşı
geldiler!” Peygamberimiz, bu bedduasına bir ay boyunca her vakit namazından
sonra devam etti. Sahabei Kiram da “Âmin.” dediler. Fahri Kâinat’in bu duası kabul olundu. Kısa bir müddet sonra adı geçen bölgede kıtlık kuraklık başladı, yağışlar kesildi, sular çekildi, her taraf yanıp kavruldu.
Diğer taraftan, Ebû Bera da, Resûli Ekrem Efendimizin, “Bu, Ebû
Bera’nın başımıza getirdiği bir iştir.” sitemine ve yapmış olduğu himaye
taahhüdünün yeğeni Amir b. Tufeyl tarafından böylesine cânîce çiğnenmesine
tahammül edemedi ve üzüntüsünden hastalanarak kısa zaman sonra öldü.
Ard arda meydana gelen Reci ve Bi’rMauna facialarında 80 kadar güzide
sahabî şehid düşmüştü.
Peygamberimizin Anlaşmaya Sadâkat Göstermesi
Faciadan, Mudarîlerden olduğunu söylemekle kurtulan Amr b.
Ümeyye, Medine yolunu tuttu. Yolda iki adama rastladı. Bi’ri Mauna’da
sahabîlerı şehid eden kabîleye mensup kimseler olduğu zannıyla bir fırsatını
bulup onları öldürdü. Medine’ye gelip durumu haber verince, Resûli Ekrem Efendimiz, “Sen ne kötü bir iş yaptın!” buyurdu.
Zîra, bu iki kişi Âmir Oğullarından idiler ve Medine’ye gelerek Peygamberimizle
görüşmüşlerdi. Ayrılırlarken de Resûli Ekrem kendilerine
bir eman ve dokunmazlık yazısı vermişti. İşte Amr’ın öldürdüğü, eman
verilmiş bu kimselerdi. Dokunmazlık yazısını, öldürülen iki kişiyle Peygamber Efendimizden başkası bilmiyordu. Buna rağmen, Resûli Ekrem, verdiği sözün, bu
sözünden haberi olmayan bir sahabî tarafından ihlâl edilmesi sebebiyle
öldürülenlerin diyetini ödedi. Böylece, verdiği söze ve yaptığı anlaşmaya
sadâkatini göstermiş oldu.