Hz. Pir’i Nehre Atan Şeyh Hammad’ın Kabir Hali
Ebû Hasan Bağdadi, “Habbez” diye bilinen Şeyh Ebû Hasan Ali b. Süleyman ve “Kasir” lakaplı Celil Şeyh, dediler ki:
Şeyh Abdûlkadir (ks), 527 yılının Zilhicce ayının 27. Çarşamba günü beraberinde kalabalık bir fukaha (alimler) ve derviş gurubu ile birlikte “şuvenzeniyye mezarlığını” ziyaret etti. İnsanlar arkasında olduğu halde sıcaklığın şiddeti artıncaya kadar Şeyh Hammâd’ın kabri başında uzunca bir zaman durdu, sonra ayrıldı. Ayrılırken sevinci yüzünden belli idi. Şeyh’e böyle uzunca ayakta durmasının sebebi soruldu. Hz. Pir dedi ki:
“499 yılının Şaban ayının yarısında Cuma günü Şeyh Hammâd’ın ashabından bir toplulukla Rasâfe Camii’nde cuma namazını kılmak için Şeyh Hammâd da beraberimizde olduğu halde Bağdat’tan çıkmıştık. Nehrin köprüsüne vardığımızda beni itti ve suya attı. Bu hadise aralık ve ocak aylarının şiddetli soğuğunda idi. Ben hemen “Bismillahirrahmanirrahim” deyip cuma guslüne niyet ettim. Üzerimde yün bir cübbe vardı. Kolumda da yine başka bir cübbe daha vardı, ıslanmasın diye elimi yukarı kaldırdım. Beni böylece bıraktılar ve ayrıldılar. Sudan çıktım ve cübbeyi sıktım. Onların peşinden gittim. Soğuktan ötürü şiddetli eziyet görmüştüm. Şeyh Hammâd’ın ashabı yardım etmek için bana yöneldiler. Ancak Şeyh Hammâd onları menetti ve ‘Ben imtihan etmek için ona eziyet ettim lakin sarsılmaz bir dağ olarak gördüm.’ dedi.” Hz. Pir şöyle devam etti:
“Ben ise bu gün kabrinde Şeyh Hammâd’ı üzerinde kıymetli taşlarla süslü güzel bir elbise, başında yakuttan bir taç, kolunda altından bilezikler, ayağında altından iki ayakkabı vardı. Sağ kol ve eli ona itaat etmez bir halde gördüm. O’na, ‘Bu hal ne?’ dedim. ‘Bu, seni suya ittiğim el. Sen bunu bağışlıyor musun?’ dedi. ‘Evet’ dedim. ‘O halde Allah’tan elimi iade etmesini dilerim.’ dedi. Bunun üzerine bende Allah’a dua edip bunu istemeye başladım. Öyle ki Allah dostlarının çokluğundan yeryüzünde izdiham olmuştu. Benim şu makamımda, kabirlerinde de Allah’a dua ediyorlardı. Ta ki Allah, Onun elini tekrar iade etti ve o eliyle benimle musafaha etti. Böylece onun sevinci de tamam olmuş oldu.”
Bu söz Bağdat da yayılıp meşhur olunca, Bağdat ehlinden Şeyhler, Şeyh Hammâd’ın sofileri ve dervişlerden kalabalık bir topluluk, Şeyh Abdûlkadir’in Şeyh Hammâd hakkında dediklerinin doğru olup olmadığını tahkik için toplandılar. Medreseye geldiler ancak Şeyh Abdûlkadir’e hürmeten onlardan hiç kimse konuşmadı. Böyle olunca Şeyh, daha onlar söylemeden isteklerini yerine getirmek için davrandı ve onlara: “Şeyhlerden iki kişi seçin, onların lisanı üzere zikrettiğiniz mevzu açığa kavuşsun.” dedi.
İnsanlar bunun üzerine o günlerde Bağdat’a henüz gelmiş olan Şeyh Yakup b. Yusuf Hemedâni ile Bağdat’ta ikamet eden Şeyh Muhammed Abdurrahman Şuayb b. Mesud Kürdî (ra) üzerinde ittifak ettiler. Bu iki Şeyh, Hazık keşif ve yüksek hallerin ehli idiler. Topluluk, Şeyh Abdûlkadir’e:
“Bu ikisinin lisanı üzere mevzunun açıklanmasında sana bir hafta mühlet verdik.” dediler. Şeyh Abdûlkadir cevaben:
“Hayır, bilakis bu iş size ayan oluncaya kadar bulunduğunuz yerden kalkmayacaksınız.” dedi ve sustu. Onlar da başlarını eğip sustular.
Birden dervişler medresenin dışında bağırdılar. Birde baktık ki Şeyh Yusuf ayağı yalın, hasmına karşı kuvvetlenmiş bir halde geldi, medreseye girdi ve dedi ki:
“Allah, bana bu saatte Şeyh Hammâd’ı gösterdi. Şeyh Hammâd bana; ‘Ya Şeyh Yusuf, hemen Abdulkadir’in medresesine git ve orada meselenin aslını öğrenmek için gelmiş olan şeyhlere haber ver ki; Şeyh Abdûlkadir’in benim hakkımda verdiği haberler doğrudur, sadıktır.’ dedi.”
Şeyh Yusuf daha henüz sözünü tamamlamadan Şeyh Abdurrahman geldi ve Şeyh Yusuf’un söylediklerinin aynısını söyledi. Bunun üzerine bütün Şeyhler Şeyh Abdûlkadir için istiğfar ederek oradan ayrıldılar.