HZ.iBRAHiM ALEYHiSSELÂM
HZ.iBRAHiM ALEYHiSSELÂM
ibrahim aleyhisselâm, Keldânîlerin memleketi olan Bâbil’in doğu tarafında ve Dicle nehri ile Fırat nehirleri arasındaki bölgede doğdu. Babası, Târûh isminde temiz bir mümin idi. Annesi, ibrahim aleyhisselâma hamile iken, babası Târûh vefat etti. Bundan sonra ibrahim aleyhisselâmın annesi, ibrahim aleyhisselâmın amcası olan, Âzer ile evlendi. Âzer, üvey babası ve amcası olup, putperest idi. Azgın bir kral Nemrûd ibrahim aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği Keldânî kavmi, yıldızlara ve putlara tapıyordu. Bu kavmin o devirdeki kralı Nemrûd idi. insanların; putlara ve kendine tapmasını emreden Nemrûd, zâlim ve bü- yüklük taslayan ve çok zulmeden azgın bir kraldır. Nemrûd’un babası Kenan, Hâm soyundandır. O zaman insanların pek çoğu ona boyun eğ- mişti. Zira, dünyanın meskun bölgelerine hâ- kim idi. Nitekim hadis-i şerifte buyuruldu ki: (ismini duyduğunuz kimselerden, yeryüzüne dört kişi malik oldu. ikisi mümin, ikisi de kâşr idi. Mümin olan iki kişi, Zülkarneyn ile Süleyman (aleyhimesselam) idi. Kâ- şr olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi. Be- şinci olarak, yeryüzüne, benim evladımdan biri, yani Mehdî malik olacaktır.) Nemrûd gurur, cehalet ve ahmaklıkla, hâşâ ulûhiyet davasında bulundu. Kur’an-ı kerimde Bekara suresi 258. ayet-i kerimesinde mealen buyuruluyor ki: (Allah, kendisine saltanat ve mülk verdi diye azarak ibrahim ile Rabbi hakkında mücadele edeni [Nemrûd’u] görmedin mi? Haberi sana ulaşmadı mı?) Nemrûd, saltanatının ilk yıllarında adalet ve insaf ile idare etti. Sonradan şeytanın vesvesesine aldanarak kibre kapıldı ve ilâhlık davasında bulundu. Bütün insanları kendine taptırmak istedi. insanlar, Allahü teâlâya iman ve ibadet etmeyi bırakıp, Nemrûd’a, yıldızlara ve putlara tapmaya başladı. Nemrûd ve ona tâbi olanlar, azgınlık ve isyan içinde yaşamakta iken, birgün, Nemrûd bir rüya gördü. Rüyasında, gökyü- zünde bir nurun parladı- ğını, güneşin, ayın ve yıldızların, bu nurun ışığında kaybolduğunu ve bir kimse gelip, kendisini tahtından kaldırıp yere vurduğunu gördü. Müneccimlerini toplayıp gördüğü bu korkunç rüyayı tâbir ettirdi. Müneccimler, “Yeni bir peygamber ve din gelecek, senin saltanatını temelinden yıkacak! Ona göre tedbirini almalısın” diye tâbir ettiler. Nemrûd, “Bu işin tedbiri kolaydır” diyerek, buna mâni olacağı zannına kapılıp, gücüne güvenerek önemsemedi ve şu emri verdi: – Bundan sonra, kimse çocuk sahibi olmayacak. Hanımlardan uzak durulacak. Doğan çocuklar, erkekse öldürülecek, kızsa bırakılacak! Bu işi gerçekleştirmek için memurlar tayin etti. Her on ailenin başına bir memur vazifelendirip, halkı o sene kontrol altına aldı. Bütün erkekleri şehirden dışarı çıkardı. şehrin çevresine de nöbetçiler dikti ve erkeklerin şehre girmesini engelletti. Yeni doğan erkek çocukları derhal öldürtüyordu. Bu suretle yüz bin masum bebeğin öldürüldü- ğü bildirilmiştir. Hazreti ibrahim’in doğumu Nemrud, doğacak erkek çocukların öldürülmesi için emir verdiğinde, annesi ibrahim aleyhisselâma hamile idi. Babası Târûh ise, bu sıralarda vefat etmişti. ibrahim aleyhisselâmın annesi, Tâ- rûh’un kardeşi Âzer ile evlendi. Mümine bir hanım olan bu kadın, Âzer’in şerrini bildiği için, doğacak çocuğa bir zarar vermesinden korkuyordu. Onun zararından kurtulmak için, Âzer’e dedi ki: – Eğer karnımdaki bu çocuk erkek doğarsa, gö- türüp Nemrûd’a teslim edersin. Böylece Nemrûd seni daha çok sever ve sana kıymet verir. Bu sözler üzerine, Âzer sevindi. Doğum zamanı yaklaşınca da, onu başından savmak için; “Kadınların doğum yapmasında ölmek tehlikesi de vardır. Çok korkuyorum. Sen puthaneye git, benim için duâ et de kurtulayım” dedi. Böylece hile ile Âzer’i yanından uzaklaştırdı. Âzer puthaneye giderek, içeri kapanıp çıkmadı. Bu sırada ibrahim aleyhisselâmın annesinin doğum zamanı geldi. Hemen doğum hazırlıklarını tamamlayıp, gizlice bir mağaraya gitti. Orada ibrahim aleyhisselâm doğdu. Böylece, Nemrûd gibi zâlim bir diktatörün bütün tedbirleri boşa gitmiş ve ibrahim aleyhisselâm dünyaya gelmişti. Annesi onu iyice emzirip, şehre döndü. Âzer’e haber gönderip, eve gelmesini istedi. Âzer eve gelip, merakla hâlini sorunca, ona dedi ki: – Bir erkek çocuk do- ğurdum. Çocuk zayıf doğ- du ve hemen öldü. Buna Âzer inandı. Hazreti ibrahim’in annesi, Âzer evden çıkıp gidince, gizlice çocuğunu bıraktığı mağaraya gider, onu emzirip dönerdi. Çocuğunun yanına gittiğinde, bazan onu, parmaklarını emer bir hâlde görürdü. Dört parmağından ağzına; yağ, bal, süt ve hurma şırası gelirdi. Ne zaman yalnız kalsa, Allahü teâlâ Cebrail aleyhisselâmı gönderir, bu gıdaları parmaklarından akıtırdı. ibrahim aleyhisselâm büyüyüp, mağaradan çıktıktan sonra, Keldânî kavmine doğru yolu anlatmaya başladı. Bu kavim putlara ve yıldızlara tapı- yordu. Azgın kralları Nemrûd da ilâhlık iddiasında bulunuyor, insanları kendine taptırıyordu. ibrahim aleyhisselâm putlara ve yıldızlara tapmanın bâtıl ve yanlışlığı- nı, Nemrûd’un da âciz bir insan olduğunu açık delillerle ve anlayacakları bir usûlle insanlara anlattı. ibrahim aleyhisselâm mağaradan çıkıp, üvey babası Âzer’in evine gittiği zamanlar, başta kavmin kralı Nemrûd olmak üzere, insanlar korkunç bir sapıklık ve azgınlık içinde idiler. ibrahim aleyhisselâm, Allahü teâlânın verdiği rüşd ve hidayet ile, insanların hidayete kavuş- maları, Allahü teâlâya iman ve ibadet etmeleri için tebliğe başladı. Önce üvey babası olan Âzer’e, putlara tapmaktan vazge- çip, Allahü teâlâya iman etmesini söyledi. ibrahim aleyhisselâm üvey babası Âzer’e, peygamberlik gereği, gayet yumuşak bir tavırla, putların; işitmeyen, görmeyen, fayda ve zarar vermekten âciz; onlara tapmanın ise sapıklık ve boş bir şey olduğunu söyledi. Üvey babasını imana davet etmesi ve nasihati, Kur’an-ı kerimde Enbiya suresinde bildirilmiştir. Âzer’i imana davet etti ibrahim aleyhisselâm, putlara tapmaktan vazgeçmesini üvey babasına söyledikten sonra, sözlerine şöyle devam etti: – Niçin bir fayda vermekten âciz olan şeylere taparsın? Duâ, niyaz ve ibadet, ancak, her şeye kâdir olan, her şeyi bilen Allahü teâlâya yapılır. Putlar kendilerini bile korumaktan âciz şeylerdir. Hiç onlara tapılır mı? Ey babacığım! Bana; vahiy yoluyla, senin bilmediğin bir ilim; Allahü teâlâyı tanımak, iman etmek ve Onun hükümleri geldi. Bana tâbi ol, söylediğim şeyleri kabul et! Seni, doğru bir yola, doğ- ru bir imana kavuşturayım. Ta ki, sapıklıktan kurtulup hidayete kavu- şasın! Ey babacığım! şeytanın seni aldatmasına kapılma, şeytanın seni aldatmak için süslü gösterdiği putlara tapma, küfründen vazgeç! şüphesiz ki şeytan, Allahü teâlânın emrine uymayıp isyan etmiştir. Böylesine âsi olan şeytana uyma! Eğer putlara tapmakla küfürde, iman etmemekte ısrar edersen, şeytana uyarsan, korkarım ki, bu isyanın sebebiyle azaba dü- şer, ebediyen felâkete uğ- rarsın! şeytanı dost edinmiş olursun ve şeytanla birlikte cehenneme atılırsın. Böyle ebedî bir felâ- keti düşün de şeytana uyma, putlara tapmaktan vazgeç! Allahü teâlâya iman et ve ebedî saadete kavuş! Âzer, ibrahim aleyhisselâmın yumuşaklıkla söylemesine ve Allahü te- âlâya imana davet etmesine rağmen, bunu kabul etmedi ve sert bir lisanla cevap verdi: – Ey ibrahim! Nedir bu öğütler? Yoksa sen bizim putlarımızı, tanrılarımızı mı reddediyorsun? Eğer tanrı- larımızı kötülemekten vazgeçmezsen, sana çirkin sözler söylemekten geri durmam veya seni öldürü- rüm! Evimden, yurdumdan çık, uzaklaş, git! Puthanenin nazırı, yani bakıcısı olan Âzer, put yapıp satarak geçimini temin ederdi. Yaptığı putları çocuklarına sattırırdı. ibrahim aleyhisselâmın da satmasını ister, ona da verirdi. Âzer’in oğulları, putları halk arasında överek satarlardı. ibrahim aleyhisselâm da, satmak için kendine verilen puta ip bağlayıp; sürükleyerek pazara götürürdü. insanların yaptığı bu putların; güçsüz, kudretsiz olduğunu göstermek için, sürükleyerek götürdüğü putun başını suya sokar, alay ederek; “Hadi iç” derdi. Böylece insanlara, bu âciz putlara tapmalarının manasızlığını gösterirdi. Hadis-i şerifte bildirildi ki: (Âzer, kıyamet günü, yü- zü simsiyah ve toz toprağa batmış bir hâlde iken, ibrahim aleyhisselâm ona, “Ben sana dünyada iken benim bildirdiklerime iman et, putlara tapma, demedim mi” deyince, Âzer, “işte bugün sana âsi olmayacağım” diyecek. Fakat iş işten geçmiş olacak, artık affolunmayacak. Bundan sonra Âzer, kana bulanmış bir sırtlan suretinde ibrahim aleyhisselâma gösterilecek ve ayaklarından tutulup cehenneme atılacaktır.) O zaman insanların putlara tapması; yıldızları ilâh kabul etmeleri ve putları da, ilâh kabul ettikleri yıldızlara yaklaşma vası- tası olarak düşünmeleri sebebiyle idi. ibrahim aleyhisselâm, Keldânî kavmini bu hususta da uyararak, yıldızlara tapmanın, onları ilâh kabul etmelerinin bâtıl ve yanlış olduğunu, gayet açık bir şekilde, anlayacakları tarzda bildirdi. Bu husus Kur’an-ı kerimde mealen şöyle bildirildi: (Vakta ki, ibrahim [üvey] babası Âzer’e; “Sen putları kendine tanrılar mı ediniyorsun? Ger- çekten ben, seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti.) [En’âm 74] ibrahim aleyhisselâm kavmine, onların anlayacağı dilden tebliğde bulunurdu. Bu konuda onların tapmış olduğu göklerden, Ay ve Güneş’ten misaller verirdi. Nitekim Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Biz ibrahim’e tevhidde yakîn üzere sabitlerden olması için, göklerin ve yerin melekûtunu öylece gösterdik.) [En’âm 75] Tefsir âlimleri buyurdu ki: Ayet-i kerimedeki göklerin melekûtu; Güneş, Ay ve yıldızlar, arzınki ise; dağlar, ağaçlar ve denizlerdir. Bütün bunlar; Allahü teâlânın büyüklüğünü, her şeye kâdir olduğunu ve âlemleri yoktan var ettiğini gösteren birer işaret ve delildir. ibrahim aleyhisselâma, göklerin ve arzın melekûtu gösterildiği beyan edildikten sonra, mealen şöyle buyuruldu: (Vakta ki, ibrahim’in üzerini gece bürüdü. Yıldız gördü. [“Böyle Rab olmaz” manasında] “Bu mu benim Rabbim” dedi. Yıldız batınca; “Ben böyle batanları sevmem” dedi. Sonra Ay’ı doğarken gördü. “Rabbim bu mudur” dedi. Fakat o da batıp kaybolunca; “Yemin ederim ki, eğer Rabbim beni hidayet üzerinde sabit bı- rakmasaydı, elbette ben dalalete düşenler topluluğundan olacaktım” demişti. Daha sonra Güneş’i doğarken görünce; “Daha büyük olan, bu Güneş mi benim Rabbim” dedi. Batınca da, “Ey kavmim, bu gördükleriniz hep yok olan varlıklardır. Ben, sizin Allaha şirk koştuğunuz şeylerden kat’î olarak uzağım. şüphesiz ben bir muvahhid, Allahü teâlâya iman eden olarak, gökleri ve yeri yaratan Allaha yö- neldim. Ben Allaha ortak koşanlardan, müşriklerden değilim” dedi.) [En’âm 76-79] ibrahim aleyhisselâm böyle söylemekle, yıldızlara tapan bir kavmi kınamak, onlara gittiği yolun sapıklık olduğunu göstermek ve bu delillerle hakikatı bildirmek, onları iyice düşünmeye ve anlamaya sevketmek istemiştir. Yıldızları, Ay’ı ve Güneş’i gösterip, her biri için; “Bu mu benim Rabbim” diyerek önce dikkatlerini çekmiş, sonra da böyle inanmalarının bâtıl olduğunu söylemiştir. Yani adeta şöyle denmiştir: iyice bir düşünün! ilâh dediğiniz bu yıldızlardan daha parlak olan Ay ve Güneş do- ğuyor, batıyor. Bunlar nasıl ilâh olabilir? Bunları bir yaratan vardır. O da Allahü teâlâdır. O, noksan sı- fatlardan münezzeh ve her şeye kâdirdir. ibrahim aleyhisselâm, Keldânî kavmini sapıklıktan kurtarmak ve hidayete kavuşturmak için, taptıkları yıldızların ve putların ilâh olmadığını, anlayabilecekleri açık delillerle onlara gösteriyordu. Onlara şöyle ikazda bulunuyordu: – Nedir bu taptığınız birtakım putlar, suretler? Bu cansız ve âciz şeylerin ne faydası, ne de zararı vardır. Ey kavmim! Taştan, ağaçtan yaptığınız putlara tapmayı bırakınız, Allaha şirk koşmayınız! Kesinlikle biliniz ki, ibadet ettiğiniz şeyler, asla size fayda verme gücüne sahip değildirler. Her şeye kâdir olan Allahü teâlâya iman ediniz ve Ona ibadet yapınız. Eğer Allahü teâlâya ibadet ederseniz mükâfatını; şirk koşarsanız, azap ve cezasını göreceksiniz. Döneceğiniz yer ahirettir. Yaptıklarınızın hesabını Allaha vereceksiniz! Keldânî kavmi, ibrahim aleyhisselâma dediler ki: – Biz babalarımızı, putlara ibadet ediciler olarak bulduk. Böylece onlara uyarak putlara tapmaktayız. – Ey putlara tapan kavim! Yemin ederim ki, siz de, babalarınız da apaçık bir sapıklık içinde bulunmaktasınız! Keldânîler, atalarının dalalet içinde bulunduklarına ihtimal vermedikleri için, hayretle Hazreti ibrahim’e sordular: – Sen bize bu sözü ger- çek olarak mı söylüyorsun? Yoksa latife mi yapı- yorsun? Bizimle eğleniyor musun? – Hayır, sizin Rabbiniz hem göklerin, hem de yerin Rabbidir ki, her şeyi O yaratmıştır ve ben de bu dediğime şahitlik edenlerdenim. Allaha yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp, bayram yerinize gittikten sonra, ben putları- nızı elbette kıracağım! Hazreti ibrahim’in putları kırması ibrahim aleyhisselâm Keldânî kavmini, daima Allahü teâlâya imana davet eder, onları, içinde bulundukları sapıklıktan kurtarmaya çalışırdı. Bâbil halkı onu bu tutumundan dolayı üvey babası olan Âzer’e şikâyet etmişlerdi. Âzer, ibrahim aleyhisselâmı azarlamak istedi ve bu işten vazgeçmesini söyledi. ibrahim aleyhisselâm, onun sözlerine hiç aldırmayıp dedi ki: – Benden delil isteyin, göstereyim. Bana hidayet veren, doğru yolu gösteren Allahü teâlâ, beni sizden ayırdı. içinde bulunduğunuz sapıklığa düşürmedi. Sizi ve putlarınızı sevmiyorum. ibrahim aleyhisselâm, Allahü teâlânın emri üzerine büyük-küçük kim olursa olsun, insanları imana davet ediyordu. Bu sırada, insanlara topluca açık bir tebliğde bulunmayı, putların manasız ve âcizliğini, onlara tapmanın apaçık bir dalalet, sapıklık olduğunu gayet açık bir şekilde göstermek istiyordu. O zaman Keldâ- nî kavmi, senede birgün toplanıp, kendilerine göre bayram yapardı. O gün gelince, halk bayram yapmak üzere bir yerde toplanırdı. Bayram yaptıktan sonra puthaneye gidip, putlara secde ederek taparlar, sonra evlerine dö- nerlerdi. Keldânî kavminin toplanıp, bayram yapacakları yere gittiği zaman, ibrahim aleyhisselâmın üvey babası ve puthanenin bekçisi olan Âzer, ona dedi ki: – Bugün, bayram yapmaya sen de bizimle gel! ibrahim aleyhisselâm onlarla birlikte, toplanacakları yere doğru yola çıktı. Biraz gittikten sonra; bir bahaneyle geri döndü. insanlar bayram yerinde toplandıkları zaman, şehirde kimse kalmamıştı. ibrahim aleyhisselâm şehre girip, doğruca puthaneye gitti. Burada yetmiş kadar put vardı. Putların önüne, çeşit çeşit yemekler konmuştu. Putperestler bayram yapmaya giderken, bu yemekleri putların önüne koyup; “Yemeklerimiz bereketlenir, dönünce yeriz” demişlerdi. Bu putlar gümüşten, pirinçten, bakırdan ve ağaçtan yapılmıştı. En iri putu altından yapmışlar ve altından bir taht üzerine yerleştirmişlerdi. Üzerine sırmalı elbiseler giydirip, başına da süslü bir taç koymuşlardı. Putperest Keldânî kavmi bayram yerinde iken, ibrahim aleyhisselâm, yanında getirdiği bir balta ile bütün putları kırıp, par- ça parça etti. Sadece en iri putu kırmadı ve baltayı bunun boynuna asarak oradan uzaklaştı. Putperest Keldânî kavmi bayramdan dönünce, âdetleri üzere puthaneye gittiler. içeri girdikleri zaman, putların kırılıp parça parça edildiğini görünce şaşırdılar. “Bunu kim yaptı” diye bağrışmaya baş- ladılar. “Putları kıranı cezalandıracağız” dediler. Sonra araştırmaya başladılar ve dediler ki: – Bu işi, yapsa yapsa ibrahim yapar. Çünkü o bizimle bayram yerine gelmedi. Zaten ibrahim aleyhisselâmın, kendilerini puta tapmaktan vazgeçirip, Allahü teâlâya iman etmeye çağırdığını, putlardan nefret ettiğini biliyorlardı. ibrahim aleyhisselâmı derhal yakalayıp, cezalandırmaya karar verdiler. Nihayet ibrahim aleyhisselâmı bulup, halkın önünde sorguya çektiler: – Ey ibrahim! Bizim ilâhlarımız olan putları sen mi kırdın? Bu hakareti sen mi yaptın? ibrahim aleyhisselâm, bu sapık kişilerin açık delillerle uyanmalarını, sapıklıklarını anlamalarını ve böylece hidayete kavuşmalarını istiyordu. Bu sebeple onlara dedi ki: – Bu işi, boynunda balta asılı duran şu en iri put yapmış olamaz mı? “Ben varken bu küçük putlara niçin tapıyorlar?” demiş olabilir. Siz ona bir sorunuz. – Putlar konuşamaz ki, sen bize, “Onlara sor” diyorsun. Bunun üzerine ibrahim aleyhisselâm şöyle dedi: – O hâlde daha kendilerini kırılmaktan kurtaramayan, size hiçbir faydası olmayan bu putlara ilâh diyerek niçin tapıyorsunuz? Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Size ve taptığınız bu putlara yazıklar olsun! ibrahim aleyhisselâ- mın bu sözlerine verecek cevap bulamayan putperestler, onu, ceza vermek üzere hapsettiler. Durumu ilâhlık davasında bulunan kralları Nemrûd’a bildirdiler ve ibrahim aleyhisselâ- mı Nemrûd’un yanına gö- türdüler. O zaman insanlar, Nemrûd’un yanına girince, Nemrûd’a secde ederlerdi. ibrahim aleyhisselâm, Nemrûd’a secde etmedi. Aralarında şu konuşma geçti:. – Niçin secde etmedin? – Ben, beni yaratan Rabbimden başkasına secde etmem. – Seni yaratan Rabbin kimdir? – Benim Rabbim, dirilten, hayat veren ve öldü- ren Allahtır. Bunun üzerine Nemrud, “Ben de diriltir ve öldürürüm” diyerek, zindandan iki kişi getirtti. Birini serbest bıkakıp, birini öldürdü. Güya böylece diriltmiş ve öldürmüş olduğunu gösterdi. Nemrûd, diriltmenin hayatı olmayana hayat vermek, yani yaratmak; öldürmenin de, ruhu almak oldu- ğunu ve bunu ancak her şeye kâdir olan Allahü teâlânın yapacağını bilmiyordu. Nemrûd’un bu hareketi karşısında ibrahim aleyhisselâm dedi ki: – Benim Rabbim güne- şi doğudan getirir, doğdurur. Eğer gücün yetiyorsa sen de batıdan doğdur! Nemrûd bu söz karşı- sında şaşırıp, âciz kaldı. Hazreti ibrahim’in ateşe atılması Nemrûd’un, ilâhlık iddiası ve ibrahim aleyhisselâm ile mücadelesi, mülküne ve saltanatına bakarak şımarıp, taşkınlık göstermesi sebebiyledir. Veya iyilik yapana kötülük yapmak gibi, Allahü te- âlânın, kendisine verdiği mülk ve saltanata şükretmesi gerekirken, aksini yapmasındandır. ibrahim aleyhisselâmın, Nemrûd’a; “Rabbim dirilten, hayat veren ve öldürendir” demesi, Allahü teâlâ- nın var olduğunu ve her şeye gücünün yettiğini bildirmek için idi. ibrahim aleyhisselâm Keldânî kavmini dalaletten kurtarıp, hidayete kavuşturmak için, gayet açık tebliğlerde bulundu. Yıldızlara, putlara ilâhtır diyerek tapmalarının, Nemrûd’a boyun eğmelerinin ve Nemrûd’un ilâhlık davasında bulunmasının tam bir sapıklık olduğunu anlattı. Ayrıca bunu onlara, ibret alabilecekleri hadiseler ile açıkça gösterdi. Akıllarını kullanmaları için yıldızları gösterip; “Bu mu benim Rabbim? Batıp gidenler Rab olur mu?” ve; putları kırıp, sorduklarında da; “Belki şu büyüğü, diğerlerini kırmıştır, ona sorun!” diyerek, putların fayda ve zarardan uzak olduğunu anlatmak istedi. Yine Nemrûd kendisiyle mücadeleye girişince, onun da âciz, azgın ve taşkın bir kimse olduğunu ispat etti. Bütün bunlara rağmen Keldânîler bir türlü imana gelmediler. Üstelik mahlûk olan, yaratılmış şeylere ilâh diyerek tapmaya devam ettiler. Daha da ileri giderek ibrahim aleyhisselâma nasıl bir ceza verebileceklerini düşünmeye başladılar. Önce bir müddet hapsettiler. Sonra hapisten çıkarıp yakmaya karar verdiler. Nemrûd’a, ibrahim aleyhisselâmı ateşte yakmayı Henûn adında biri hatırlatmıştır. Allahü teâlâ bunu hatırlatan kimseyi yere batırmıştır. Nemrûd ve Keldânî kavmi, şiddetli kin ve düş- manlık içinde, ibrahim aleyhisselâmı yakmak için hazırlığa başladılar. Bunun için geniş bir yer hazırladı- lar. Herkesin buraya odun taşımasını, karşı çıkanın ise ibrahim aleyhisselâm ile birlikte ateşe atılacağını ilan ettiler. Putperest kavmin hepsi, bir ay kadar odun taşıdılar. Aralarında hasta bir kadın vardı. O da putun önüne giderek; “Eğer hastalığım geçerse, şu kadar odun satın alıp vereceğim” demişti. Bir başka kadın ise, ip eğirip satar, parasıyla odun alıp, verirdi. Nihayet her taraftan taşıyıp getirdikleri odunları büyük bir dağ gibi yığıp, yakmaya başladılar. Yedi gün yanan ateşin alevleri gökleri kaplayıp çok uzaklardan görünü- yordu. Ateşin değil yakı- nından, uzağından geçen kuşlar bile sıcaklığın şiddetinden yanıyordu. Nemrûd, kendine yaptırdığı yüksek bir yerden, bu hâli kibir içinde seyrediyordu. Keldânî kavmi de aynı merakla büyük bir kalabalık hâlinde ateşin çevresinde toplanmışlardı. Nemrûd’un yardımcı- ları ve hizmetçileri ise, hazır bir vaziyette emrini bekliyorlardı. Nemrûd, şiddetle yanan bu korkunç ateşe atılması için; ibrahim aleyhisselâmın hapsedildiği yerden getirilmesini emretti. Bekçiler ve halk, onu, boynunda zincir, elleri kelepçeli, ayaklarında bukağı [pranga, halka] olduğu hâlde, ortalarına alıp getirdiler. Keldânî kavmi ateşe atmak için hazırlık yaparken, Allahü teâlânın Halili, dostu ibrahim aleyhisselâm, tevekkül ve yakî- nin en yüksek mertebesinde olduğu için, kalbine zerre kadar korku gelmedi. Oraya toplanan azgın kavmin bakışları karşısında, gayet vakarlı idi. Nemrûd’un önüne götürüldüğünde, herkes, yanan ve gökleri tutan ate- şin içerisine onun nasıl atılacağını düşünmeye başlamıştı. Bu sırada şeytan insan kılığına girip, yanlarına gelerek; onu ancak mancınıkla atabilecekleri teklişni yaptı. Bu teklif, Nemrûd’un ve putperestlerin hoşuna gitmişti. ibrahim aleyhisselâmı, alevleri göklere çıkan kocaman ateş yığınının içine fırlatmak üzere kurdukları mancınığa bağladılar. ibrahim aleyhisselâm her zaman olduğu gibi, şimdi de Allahü teâlâya tam bir tevekkül ve muhabbet içinde idi. Bu bakımdan, mancınığa ve yanan korkunç ateşe hiç aldırmıyordu. Yerde ve gökte bütün mahlûkat, feryat edip dediler ki: – Aman ya Rabbi! Halilin ibrahim aleyhisselâm ateşe atılıyor! O, her an seni zikreder ve seni bir an unutmaz. Ona yardım etmek için bize izin verir misin? Hatta, ibrahim aleyhisselâma meleklerden gelip, her biri dedi ki: – Allahü teâlâ rüzgârı emrime verdi. Emredersen, bu ateşi rüzgâr ile darmadağın edeyim! – Sular benim emrimdedir. istersen bu ateşi şu anda söndürürüm! – Yeryüzü emrime verilmiştir. Emir verirsen bu ateşi yere yuttururum! ibrahim aleyhisselâm bu meleklerin hepsine de şu cevabı verdi: – Dost ile dostun arası- na girmeyin. Rabbim ne dilerse yapsın. Kurtarırsa lütfundandır, şükrederim. Eğer yakarsa benim hizmetimdeki kusurumdandır, sabrederim. Putperestler; yaptıkları bütün hazırlıklardan sonra, kendilerini dünya ve ahirette saadete kavuşturacak, ebediyen kurtuluşa götürecek yolu gösteren yüce peygamber ibrahim aleyhisselâmı dinlememe ve onu reddetme felâketi içerisinde ateşe atıyorlardı. Nihayet benzeri görülmemiş bir bedbahtlık ve azgınlık içinde, ibrahim aleyhisselâmı mancınıkla korkunç ateşe fırlattılar. ibrahim aleyhisselâm, mancınığa konulup, ateşe atılmak üzereyken; “Hasbiyallah ve ni’melvekîl =Allahü teâlâ bana yetişir. O çok iyi vekildir” dedi. Ateşe düşerken, Cebrail aleyhisselâm, “Bir dileğin var mı” deyince; “Var, ama sana değil” diye cevap verdi. Böylece, “Hasbiyallah, yani Allahü teâlâ bana kâşdir” sözünün eri olduğunu gösterdi. Bunun için Necm suresinde; “Sözünün eri olan ibrahim” mealindeki 37. ayet-i kerime ile metholundu. Bundan sonra Cebrail aleyhisselâm ile aralarında şu konuşma geçti: – Niçin Hak teâlâdan istemiyorsun? – Hâlimi biliyor, istemeye ne hacet. Hem, Allahü teâlâ yakmak dileyince, Onun takdirine razı olmaktan başka ne istenir? – Ateşten Hak teâlâya sığın, Ondan yardım iste. – Ateş kimin emriyle yanıyor? Yakma kimin işidir? – Allahü teâlânın emriyle yanıyor. – Halil, Celilin yani yü- ce Allahın işinden razıdır. ibrahim aleyhisselâm tam ateşe düşerken, Allahü teâlâ ateşe şöyle emir buyurdu: – Ey ateş! ibrahim’in üzerine serin ve selamet ol! Bu ilâhi hitap üzerine ateşin sıcaklığı gidip, so- ğudu. Cebrail aleyhisselâm kanadıyla ateşi sıvadı. ibrahim aleyhisselâm düşerken, iki melek kollarından tutup yere indirerek, oturttular. indiği yer güllük, gülistanlık oldu. Bülbüller, kumrular ötmeye başladı. ibrahim aleyhisselâm için, oradan tatlı bir pınar kaynayıp akmaya başladı. Cennetten bir gömlek getirildi. Hazreti ibrahim’e giydirildi. Bu gömlek Hazreti Yakûb’a kadar gelmiş, O da oğlu Hazreti Yusuf’a giydirmişti. Hazreti Yusuf kuyuya atıldığında, bu gömlek üzerinde idi. Üzerinde cennetin kokusu bulunan bu gömlek, bir hastaya giydirildiğinde, hasta sıhhate kavuşurdu. Hazreti Yusuf’un, babası Hazreti Yakûb’un gözleri görmez olunca, gözlerine sürmek için gönderdiği gömlek bu gömlek idi. Allahü teâlâ, ayrıca bir melek gönderdi. Bu melek, ona hizmet ederdi. Mikail aleyhisselâm da cennetten yemek getirdi. Ateş sadece, ibrahim aleyhisselâmı bağladıkları bağları, ipleri yaktı. ibrahim aleyhisselâm, ateşin ortasında bu saadetli hâlde iken, Nemrûd, onu yüksek bir yerden seyrediyordu. Gürül gürül yanan ateşin ortasında, ibrahim aleyhisselâmın, yemyeşil bir bahçe içerisinde oturduğunu ve yanında da onun suretinde birinin bulunduğunu gördü. Hayretler içerisinde dedi ki: – Ey ibrahim! Senin bildirdiğin ilâhının kudreti çok büyükmüş, seni böyle korudu. şu gördüğüm hâli sana verdi. Oradan çıkıp gelebilir misin? – Evet çıkabilirim! Bu ateşin, o zaman sana zarar vermesinden, yakmasından korkmaz mısın? – Hayır korkmam. – Öyleyse oradan çık gel. ibrahim aleyhisselâm kalktı ve etrafında yanan ateşin arasından geçerek dışarı çıktı. Nemrûd’un yanına varınca, Nemrûd sordu: – Ey ibrahim! Senin yanında, senin suretinde gördüğüm kişi kimdir? – O bir melektir. Rabbim onu bana orada arkadaşlık etmesi için gönderdi. Nemrûd bunu da öğ- rendikten sonra dedi ki: – Ey ibrahim! israrla Ondan başka ilâh olmadı- ğını söylediğin ve Ondan başkasına iman ve ibadet etmediğin Rabbinin, senin hakkındaki kudretinden ve azametinden dolayı, ben Ona dört bin sığır kurban keseceğim! Nemrûd’un bu sözü karşısında, ibrahim aleyhisselâm şu cevabı verdi: – Sen, içinde bulundu- ğun sapıklıktan dönüp, Allahü teâlâya iman etmedikçe, Allahü teâlâ senin kurbanlarını kabul etmez! Bunun üzerine Nemrûd dedi ki: – Mülkümü, saltanatımı terkedemem! Fakat kurbanları keseceğim! Nemrûd, ibrahim aleyhisselâma söylediği kurbanları kesti ve ibrahim aleyhisselâm ile mücadele etmekten âciz kaldığını anlayıp, bu işten vazgeçti. Fakat iman etmediği için, Allahü teâlâ, onun kurbanlarını kabul etmedi. ibrahim aleyhisselâ- mın ateşe atılmasını ibretle takip edenlerin bir kısmı imana geldi. ibrahim aleyhisselâmın kardeşinin oğlu Lût ve ibrahim aleyhisselâmın amcasının kızı Hazreti Sâre de iman edenlerden idi. Nemrûd ise inat ve kibir göstererek iman etmedi ve ebedî saadetten mahrum kalıp, sonsuz bir felâ- kete düştü. ibrahim aleyhisselâm, ateşten kurtulduktan sonra, Keldânî kavmini bir müddet daha imana davet etti. Bütün gayretlerine rağmen, putperest kavim iman etmeye bir türlü yanaşmıyor, üstelik ona hakaret ve işkence ediyorlardı. ibrahim aleyhisselâm ise bunlara, sabır ve tevekkül ile tahammül gösteriyordu. Bütün gayretlerine rağmen, az bir cemaat iman etmişti. Nihayet, ibrahim aleyhisselâm putperestlere son davetlerini yaptı ve iman etmedikleri müddetçe, inananlarla aralarında buğz ve düşmanlığın sü- receğini; iman ettikleri takdirde, dost ve kardeş olacaklarını ve ebedî saadete kavuşacaklarını söyledi. iman edenlerle birlikte onlardan alakayı kesti. iman edenlerle beraber onlara dedi ki: – Biz sizden ve Allahı bırakıp da tapmakta oldu- ğunuz şeylerden kesinlikle uzağız. Allahın birliğine iman etmedikçe sizi ve putlarınızı tanımıyoruz. Allahın birliğine iman edinceye kadar, bizimle aranızda ebedî düşmanlık ve buğz başlamıştır. Dünya hayatında Allahü teâlâdan yüz çevirip, putlara tapmayı aranızda muhabbet vesilesi edindiniz. Fakat kıyamet gününde ise, bazılarınız birbirlerine küfür ve inkâr isnat edecek, bazılarınız da birbirlerine lânet edecektir. Sizin yeriniz cehenemdir. Orada sizi ateşten kurtaracak hiçbir yardımcı da yoktur. Putperest müşrikler, ibrahim aleyhisselâma ve iman edenlere karşı şiddetli ve görülmedik bir inatla karşı duruyor ve onları ağır işkencelere maruz bırakıyorlardı. Bu durum had safhaya ulaş- mış ve dayanılmaz bir hâl almıştı. Allahü teâlâ ibrahim aleyhisselâma, ibadet ve taatlarını rahat yapmaları için, bulundu- ğu beldeden hicret etmesini emir buyurdu. ibrahim aleyhisselâm, böylece şam tarafına hicret etti. Bu hususta Kur’an-ı kerimde mealen şöyle buyuruldu: (ibrahim [aleyhisselâm] şöyle dedi: “Ben kavmimin arasından Rabbimin emrettiği yere hicret edeceğim. şüphe yoktur ki, Allah azizdir; her şeye galiptir, hâkimdir; hükmünde hikmet sahibidir.”) [Ankebût 26] Allahü teâlâ, servetine ve saltanatına bakıp, şımarıp, kibre ve gurura kapılan ve böylece ilâhlık iddia edip, insanları kendi- ne taptıran Nemrûd’a ve yıldızlara, putlara tapan azgın Keldânî kavmine de, ibrahim aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi. Fakat Nemrûd ve Keldânî kavmi, ibrahim aleyhisselâmın bildirdiklerine iman etmediler. şeytana ve nefslerine uydular. ibrahim aleyhisselâma karşı direndiler, saptıkları bozuk yolda sürüklenip gittiler. Nemrûd’un helâk olması Nemrûd ve Keldânîlerin, ibrahim aleyhisselâ- ma yapmak istedikleri zarar ve öldürme teşebbüsleri boşa çıktı. Mağlup ve perişan oldular. Bu husus, Kur’an-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: (ibrahim’e bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz kendilerini daha ziyade hüsrâna düşenlerden kıldık.) [Enbiya 70] ibrahim aleyhisselâm, Nemrûd ve Keldânî kavmini son bir defa daha imana davet ettikten sonra, Babil’den hicret etti. Son davetle de imana gelmeyen Nemrûd ve putperest Keldânî kavminin üzerlerine, gökyüzünü tamamen kaplayan sivrisinekler, sürüler hâlinde gelerek, onların kanlarını emip, onları kupkuru bir hâlde bıraktılar. Nemrûd’a sivrisineklerden bir tanesi musallat olup, peşini bırakmadı. Ne tarafa kaçsa ve nereye saklansa sinek hemen karşısına çıkıyor, üzerine, yüzüne ve başına konuyordu. Nemrûd bu sineği öldürmek istediği hâlde âciz kalmıştı. Saltanatına ve servetine bakarak kibirlenen ve ilâhlık iddia eden bu azgın hükümdar, küçücük bir sinek karşısında âciz ve çaresiz kalmıştı! Sonunda bu sinek onun helâk olmasına sebep oldu. Defalarca davet edilmesine rağmen iman etmeyen, başkalarının da iman etmesine mani olan Nemrûd’un hayatı, saltanatı, serveti, mülkü, velhasıl nesi varsa hepsi, bu şekilde heba olup gitti. Böylece hem kendisi, hem de ona tâbi olanlar için dünya hayatı sona ererken, ebedî felâkete ve cehennem azabına düçar oldular. Allahü teâlânın, insanları ebedî saadete kavuş- turmak için gönderdiği peygamberlere, her asırda karşı çıkan ve insanların hidayete kavuşmaları- nı engellemek isteyen zâ- limler olmuştur! Fakat bu zâlimlerden hiçbiri imanı yok edememiştir. Kendileri kahrolmuş, çok acı ve perişan hâlde saltanatlarından ayrılmış- lar, zevklerine doyamadan ölümün pençesine düşmüşler, isimleri lanet ile anılmış veya unutulmuştur. Allahü teâlâ, bir peygamber veya bir âlim göndererek, iman ışığı ile yeryüzünü yeniden aydınlatmıştır. Beyit: Ne kendi etti rahat, ne âlem etti huzur, Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur. ibrahim aleyhisselâm, Allahü teâlânın emri üzerine Babil’den Harran’a hicret etti. Hicret etmeden önce Nemrûd’a ve Keldâ- nî kavmine son tebliğini yapmıştı. Onları son olarak bir kere daha imana çağırdıysa da kabul etmediler. Daha sonra kendisine iman eden zevcesi Hazreti Sâre ve Hazreti Lût ile birlikte hicret ettiler. Bir rivayete göre iman edenlerden az bir topluluk da onlarla beraberdi. Hazreti Lût, ibrahim aleyhisselâmın kardeşi Hâ- rân’ın oğlu, Hazreti Sâre de amcasının kızı idi. Hazreti ibrahim’in hicreti ibrahim aleyhisselâm ateşten kurtulduktan sonra, hicret etmek üzere hazırlanıp, kavmine dedi ki: Bu küfür diyarından ayrılıp, Allahü teâlânın emir buyurduğu bir yere gitmek üzereyim. Rabbim elbette beni emin bir yere iletir. Orada ibadet ve taatlarımı emniyet içinde yaparım. Hicret ederken de şöyle niyazda bulundu: – Ey Rabbimiz, ancak sana tevekkül ettik ve sana yöneldik ve ahirette de dönüşümüz ancak sanadır. Ey Rabbimiz! Her işimizde sana güvenerek, bizi muvaffakiyete kavuş- turman niyazında bulunduk. Senin razı olduğun şeyleri yapmaya yöneldik. Kabirlerimizden kalkınca, öldükten sonra dirilince de senin tayin buyuracağın yere gideceğiz. Akıbetimizi hayreyle ya Rabbi! ibrahim aleyhisselâm Harrân’da, bir müddet de Şlistin’de kaldı. Daha sonra ise zevcesi Hazreti Sâre ile birlikte Mısır’a gitti. O zaman Mısır’da şravun ünvanı verilen hü- kümdarlar hüküm sürü- yordu. ibrahim aleyhisselâmın Mısır’a gittiği sırada ise, bu fravunlardan çok zâlim ve pek kibirli, büyüklük taslayan bir hü- kümdar bulunuyordu. ibrahim aleyhisselâm Mısır’a girince, hükümdarın adamları gelişini haber verdiler. Gelişleri Mı- sır hükümdarına haber verilince, bu zâlim ve zorba melik, Hazreti Sâre’yi almak istedi. ibrahim aleyhisselâma; “Yanındaki bu kadın kimdir” diye haber gönderdi. ibrahim aleyhisselâm, onun musallat olmasını engellemek için, din bakımından kardeşi olduğuna niyet ederek, “Kardeşimdir” diye haber gönderdi. Sonra, Hazreti Sâre’nin yanına gelip dedi ki: – Sakın beni yalanlama! Çünkü ben onlara senin için, kardeşimdir dedim. Allahü teâlâya yemin ederim ki, bu yerde benden ve senden başka Allahü te- âlâya inanan, iman etmiş hiçbir mümin yoktur. Yani sen benim din bakımından kardeşimsin. Pek zâlim olan bu hü- kümdar, Hazreti Sâre’yi almak isteyip, sarayına çağırttı. Fakat musallat olmak isteyince, Hazreti Sâre de hemen abdest alıp namaza durdu. Namazdan sonra şöyle duâ etti: – Ya Rabbi! Ben sana ve senin peygamberine iman ettim. Kadınlığımı zevcimden başkasına karşı ebedî muhafaza eyledim. Benim üzerime şu kâşri musallat etme! Hükümdarın derhal nefesi kesildi, yere düştü. Hırıldamaya, hatta aya- ğıyla yere vurup debelenmeye başladı. Bu durumu gören Hazreti Sâre dedi ki: – Ya Rabbi! Eğer bu adam ölürse, “Bunu, bu kadın öldürdü” denilir. Bunun üzerine Melikin nefesi açılıp, rahatladı. Sonra melik, Hazreti Sâ- re’ye ikinci defa musallat olmaya kalkıştı. Sâre de tekrar namaza durdu ve sonra yine aynı şekilde duâ etti. Melikin nefesi yine tı- kandı, hırıldamaya, debelenmeye başladı. Hazreti Sâre yine Allahü teâlâya niyazda bulunarak dedi ki: – Ya Rabbi! Eğer bu adam ölürse, “Bunu, bu kadın öldürdü” denilir. Bunun üzerine Melikin nefesi yine açılıp rahatladı. Bu durum üç defa tekrarlandı. Hazreti Sâre’ye üç defa musallat olmak isteyip, üçünde de nefesi tıkanan hükümdar, saraydaki yakınlarına dedi ki: – Siz bana insan değil, muhakkak bir şeytan göndermişsiniz. Bu kadını, ibrahim’e (aleyhisselâm) geri gönderiniz. Cariyelerden Hacer’i de ona veriniz. Hazreti Sâre, ibrahim aleyhisselâma döndü- ğünde, hadiseyi anlatarak dedi ki: – Allahü teâlâ, kâşri zillete düşürdü. Bu cariyeyi de bize hizmetçi verdi. Âlimler buyurmuşlardır ki: ibrahim aleyhisselâ- mın, Mısır’a girdiğinde, oraya hâkim olan zâlim hükümdara, zevcesi Hazreti Sâre için, “Kardeşim” demesinin ve Hazreti Sâ- re’ye de bu sözünü yalanlamamasını tenbih etmesinin sebebi şu idi: O zâ- lim hükümdar evli kadınlara musallat oluyor ve sahip olmak istediği kadı- nın kocasını da öldürü- yordu. ibrahim aleyhisselâm böyle söylemekle, onun zararından kurtulmak istemişti. Zâlim hükümdarın Hazreti Sâre’ye bir cariye, hizmetçi hediye etmesi, yani Hazreti Hacer’i vermesi de; onu cin zannedip, zararından ancak böyle kurtulabileceği düşüncesi iledir. Hazreti Sâre’nin; “Ya Rabbi! Sana ve senin peygamberine iman ettim. şu kâşrin bana musallat olması- na müsaade etme” diye duâ etmesi de; Allahü te- âlânın inayetine tam itimadını ifade içindir. Yani; “Ya Rabbi! Ben sana iman ettim ve sana sığındım, beni koru” manasında söylemiştir. Bu hadiseden sonra ibrahim aleyhisselâm, Hazreti Sâre ve ona hediye edilen Hazreti Hacer ile birlikte Mısır’dan ayrılıp Şlistin’e gittiler. Hazreti Hacer asil bir aileden idi. Onlara katılmakla layık olduğu yere kavuşmuştu. ibrahim aleyhisselâm Mısır’dan Şlistin’e dönüp, o zaman, ıssız, kupkuru bir yer olan Sebu denilen yere yerleşti. Bu yerde hiç su yoktu. ibrahim aleyhisselâm burada bir kuyu kazdı. Buradan gayet hoş ve tatlı bir su çıkıp, çeşme gibi akmaya başladı. Buraya yerleştikten bir müddet sonra yiyecekleri kalmamıştı. ibrahim aleyhisselâm, yiyecek getirmek niyetiyle eline bir çuval alıp, şehre gitmek üzere oradan ayrıldı. Sahrada bir müddet yol aldı. şehir uzak olduğu gibi, şehre varsa bile, buğday alacak parası da yoktu. Bu hâlde iken, çaresiz geri dönüp, Hazreti Sâre’nin ve Hazreti Hacer’in yanı- na geldi. Onları teselli etmek için, elindeki boş çuvala da bir miktar kum ve çakıl doldurdu. Yanlarına gelince, çuvalı bir kenara koyup uyudu. ibrahim aleyhisselâm uykuda iken, Hazreti Sâre, Hacer’e sordu: – Çuvalı aç bakalım, içinde ne var? Çuvalı açınca, buğday olduğunu gördüler. Kum ve çakıl buğday olmuştu. Hemen buğdayın bir kısmını un hâline getirip hamur yaptılar ve ekmek pi- şirdiler. ibrahim aleyhisselâmı da uyandırıp; “Sıcak ekmek pişirdik, buyur ye” dediler. ibrahim aleyhisselâm sıcak ekmeği görünce, dedi ki: – Unu nereden buldunuz? – Senin getirdiğin buğ- daydan yaptık! ibrahim aleyhisselâm, bunun, Allahü teâlânın kudreti ve ihsanı ile oldu- ğunu anladı ve şükretti. ibrahim aleyhisselâm, Allahü teâlânın ihsanı olan buğdayın bir kısmını ekip biçerek rençberlik yaptı. Zamanla çok mala kavuş- tu. Başta binlerce sığır olmak üzere, davarları; ovaları, vadileri doldurdu. Çok zengin oldu. Bu sebeple duâlarda; “Allahü teâlâ Halil ibrahim bereketi versin” denilmektedir. ibrahim aleyhisselâ- mın yerleştiği Sebu, zamanla meskûn bir yer hâ- line geldi. Çevreden insanlar gruplar hâlinde gelerek oraya yerleştiler ve nüfusları çok arttı. ibrahim aleyhisselâmın açtığı kuyudan çıkan su, artık sırayla alınıyor ve nöbet çok geç geliyordu. Buraya sonradan gelenler, yüzsüzlükte bulunarak ibrahim aleyhisselâma, kendi kazdığı kuyunun suyunu vermemeye ve davarları- nın içmesine mani olmaya başladılar. ibrahim aleyhisselâm onlardan çok incindi. Sebu’dan ayrılıp, oraya yakınlığı ile bilinen “Kıst” adlı yere göçtü. Onun Sebu’dan gitmesi üzerine, suyunun güzelliği ile tanınan kuyunun suyu çekilmeye başladı. insanlar suyun azaldığını görünce, hep birlikte, ibrahim aleyhisselâ- mın yanına giderek af dilediler. Tekrar Sebu’ya dönmesi için yalvardılarsa da artık oraya gitmedi. Gelen topluluk, ibrahim aleyhisselâmın geri dönmeyeceğini anlayınca; “Madem gelmeye razı değilsiniz, duâ edin de suyumuz eksilmesin” diye ricada bulundular. ibrahim aleyhisselâm da onlara nasihat edip, dininden bazı hususlar öğ- retti ve bu bildirdiği şeylere göre hareket etmelerini tembih etti. Buna uydular ve su eskisi gibi aktı. Fakat zamanla tembih ettiği hususlara uymadıkları ve doğru yolu bıraktıkları için, su çekilip, kuyu tamamen kurudu. ibrahim aleyhisselâ- mın malı, serveti yemekle bitmezdi. Hatta ibrahim aleyhisselâm dört-beş saatlik mesafedeki uzak yerlere gidip, misaşr arar ve adamlar gönderip, insanları yemeğe davet ettirirdi. ibrahim aleyhisselâma bu vasfından dolayı Ebüddayfân Misaşrlerin babası denmiştir. ibrahim aleyhisselâm, bir defasında, büyük bir ziyafet vermişti. Ziyafette ikiyüz Mecusî vardı. Ziyafetten sonra Mecusîler, Hazreti ibrahim’e teşekkür edip, bir miktar karşı- lıkta bulunmayı arzu ettiler. Bu arzularını kendisine söylediklerinde, onlara dedi ki: – Sizden bir dileğim var. – O nedir? – Benim Rabbime bir kere secde etmenizi istiyorum. Mecusîler böyle bir şeyi beklemiyorlardı. Çünkü daha önce kendilerini imana davet etmiş, onlar ise kabul etmemişlerdi. Aralarında şöyle konuştular: – Bu zatın ihsanları, ziyafetleri meşhurdur. Bunu kırmayıp, bir secde eder, sonra gidip yine kendi ilâhlarımıza tapınırız. Böylece hem onu kırmamış, hem de ziyafetlerinden mahrum kalmamış oluruz. itiraz edersek, bundan sonra bize ziyafet vermeyi kesebilir. Bunlar secdede iken, ibrahim aleyhisselâm şöyle duâ etti: – Ya Rabbi! Bunları hidayete, saadete kavuş- turmak, ancak senin kudretindedir. Bunlara iman nasip eyle! Duâsı kabul olup, hepsi imanla şereşendi. Ölülerin nasıl diriltildiğini görmek istemesi Birgün ibrahim aleyhisselâm, deniz kenarında bir hayvan leşi gördü. Denizin dalgaları yükselince, balıklar ve denizde yaşayan diğer canlılar; dalgalar çekilince de, karadaki canlılardan kuşlar ve yırtıcı hayvanlar bu leşten yiyorlardı. Böylece bu leşin her bir parçası, bir canlının karnına gidiyordu. ibrahim aleyhisselâm bu manzarayı görünce, Allahü teâlâ- nın, canlıların parça par- ça yiyerek tükettiği bu hayvanın, zerreler hâlinde dağılan cesedini, nasıl bir araya getirip dirilteceğini gözüyle görmek istedi. ibrahim aleyhisselâm, Allahü teâlânın dirilttiğini ve öldürdüğünü, yani yaratanın da, öldürenin de Allahü teâlâ olduğunu kesin olarak biliyor ve inanı- yordu. Nitekim daha önce Nemrûd’a; “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” demişti. Bu hususta asla şüphesi yoktu. Bu hadiseyi görerek; “Ya Rabbi! Ölüyü nasıl diriltirsin, bana göster” demesi, ilim olarak bildiği şeyi ayn-elyakîn derecesinde, yani bizzat görerek bilmek istemesi sebebiyledir. Bunun için duâ edince, Allahü teâlâ buyurdu ki: – Sen benim kudretimle ölüleri dirilteceğime iman ettin, bu sana kifayet etmez mi? – Ya Rabbi! Ben muhakkak iman ettim ki, sen ölüleri diriltmeye kâdirsin. Bunu kesin olarak biliyorum. Fakat, senin kudretinin tecellisini dünyada iken gözümle de görmüş olayım. Bunun üzerine Allahü teâlâ, ibrahim aleyhisselâma dört kuş tutup, bu kuşları iyice görüp tanı- masını emretti. ibrahim aleyhisselâm bunları iyice tanıyıp, özelliklerini öğrendi. Sonra keserek tüylerini yoldu. Her birini inceden inceye parçalayıp, parçalarını da birbirine iyice karıştırdı. Başlarını yanında bıraktı. Karıştırdığı parçaları ise dörde ayırıp, dört ayrı dağın üzerine koydu. Bundan sonra her birini ismiyle yanına çağırıp, “Allahü teâlânın izniyle yanıma gelin” dedi. Par- çalar havada birbirinden ayrılıp, her hayvanın kendi parçası toplanıp, bir araya geldi. Sonra ibrahim aleyhisselâmın yanında başlarıyla birleşip dirildiler. Bu husus Kur’an-ı kerimde Bekara suresinde açık olarak bildirilmektedir. Hazreti ibrahim’in Hacer validemiz ile evlenmesi ibrahim aleyhisselâmın, zevcesi Hazreti Sâre’den çocukları olmuyordu. Yaşları da gittikçe ilerliyordu. ibrahim aleyhisselâm, kavuştuğu nimetlere şükredip, bir de evlat ihsan etmesi için Allahü teâlâya niyazda bulundu: – Ey Rabbim! Bana salihlerden bir oğul bağışla ki, davet ve taatte yardımcım ve gurbette mû- nisim, gözümün nuru olsun. Hazreti Sâre de böyle istiyordu. Fakat çocuğu olmuyordu. Hazreti Sâre, Mısır’da kendisine hizmetçi olarak verilen Hazreti Hacer’i azat edip, ibrahim aleyhisselâm ile evlenmesini istedi. “Belki ondan senin çocuğun olur” dedi. Bunun üzerine ibrahim aleyhisselâm Hazreti Hacer ile evlendi. Bu evlilikten ismail aleyhisselâm dünyaya geldi. Muhammed aleyhisselâmın nuru, ismail aleyhisselâma intikal etti. ibrahim aleyhisselâm onu çok sever ve hiç yanından ayırmazdı. Hazreti Hacer’i Mekke’ye bırakması Hazreti Sâre, ahir zaman peygamberinin nurunun kendisine intikal edeceğini umuyordu. Ancak nur önce Hazreti Hacer’e, sonra Hazreti ismail’e geçince, Hazreti Hacer’e karşı kalbinde gayret hâsıl oldu. ibrahim aleyhisselâm ise, Hazreti Sâ- re’yi hoş tutuyor, devamlı hatırını soruyor, gönlünü alıp, onu incitmemeye gayret ediyordu. Nihayet Hazreti Sâre’nin gayreti iyice arttı ve ibrahim aleyhisselâmdan, Hazreti Hacer ile oğlu ismail’i başka bir yere götürüp bırakmasını istedi. Allahü teâlâ, ibrahim aleyhisselâma Hazreti Sâre’nin bu isteğini yerine getirmesini bildirdi. ibrahim aleyhisselâm, Allahü teâlânın emriyle, Hazreti Hacer ve Hazreti ismail’i yanına alıp, şam’dan ayrılarak, onları, o sırada susuz ve ıssız bir yer olan Mekke’ye gö- türdü. Hazreti Hacer ile Hazreti ismail’i Kâbe’nin şimdi bulunduğu yerin yakınında, yüksek bir yerde ve Zemzem kuyusunun üzerinde büyük bir ağacın yanına bıraktı. O zaman Mekke’de, hiçbir kimse olmadığı gibi, içecek su da yoktu. ibrahim aleyhisselâm Hazreti Hacer ile oğlunu burada bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu bir sepet ve içi su dolu bir testi de koydu. Sonra, ibrahim aleyhisselâm şam’a gitmek üzere oradan ayrıldı. Hazreti Hacer, ibrahim aleyhisselâmın arkasından giderek dedi ki: – Ey ibrahim! Görüp görüşecek bir fert ve yiyip içecek bir şey bulunmayan bu vadide bizi bı- rakıp nereye gidiyorsun? Hazreti Hacer, tekrar tekrar bu sözleri söylemesine rağmen, ibrahim aleyhisselâm ona iltifat etmeyip, yoluna devam etti. Nihayet Hacer ona sordu: – Bizi burada bırakmayı sana Allahü teâlâ mı emretti? – Evet, Allahü teâlâ emretti. Bunun üzerine Hazreti Hacer, “Öyleyse Allahü teâlâ bizi zayi etmez ve korur” diyerek, oğlunun yanına döndü. ibrahim aleyhisselâm oradan ayrılıp, Seniyye mevkiine varınca, yüzü- nü Kâbe’nin bulunduğu yere çevirdi. Sonra ellerini kaldırarak şöyle duâ etti: – Ey Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını, mukaddes evinin yanına, ekin bitmez bir vâdiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Orada namazı dosdoğru kılsınlar diye, insanlardan bir kısmının gönüllerini o yerlere yönelt. Orayı ziyarete gelsinler. Onları çevreden gelecek her türlü meyvelerle rızıklandır ki, sana şükretsinler. Hazreti Hacer, oğlu ismail’i emziriyor ve testideki sudan içiyorlardı. Nihayet testideki su tükenince, hem Hazreti Hacer, hem de çocuğu susadı. Hazreti Hacer, çocuğunun susuzluktan toprak üstünde yuvarlandığını görünce, yavrunun bu acıklı hâline bakmaktan üzüldü. Onun yanından kalkıp, o mıntıkada Kâbe’ye en yakın dağ olan Safâ tepesini buldu ve bunun üstüne çıktı. Sonra vadiye karşı durup; “Bir kimse görebilir miyim” diye baktı. Fakat hiçbir kimseyi göremedi. Bu defa Safâ tepesinden indi. Vadiye varınca, ayağını çelmesin diye entarisinin eteğini topladı. Sonra, çok müşkül bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu. Nihayet vadiyi geçip, Merve tepesine geldi. Orada da biraz durdu ve; “Bir kimse gö- rebilir miyim” diye baktı, fakat hiçbir kimse göremedi. Hazreti Hacer, bu suretle Safâ ile Merve arasında yedi defa gidip geldi. işte bunun için hacılar, Safâ ile Merve arasında say ederler. Zemzem kuyusu Hazreti Hacer, son defa Merve üzerine çıktığında, bir ses işitti ve kendi kendine hitap ederek; “Sus, iyice dinle” dedi. Sonra dikkatle dinleyince, bu sesi evvelki gibi bir defa daha işitti. Bunun üzerine Hazreti Hacer, sesin geldi- ği tarafa bakıp dedi ki: – Ey ses sahibi, sesini duyurdun. Eğer sen bize yardım edebilecek vaziyette isen, imdadımıza yetiş, bize yardım et! Ve böyle der demez (şimdiki) Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde, insan şeklinde Cibril aleyhisselâm göründü. Aralarında şu konuşma geçti: – Kimsin? – Hazreti ibrahim’in hanımıyım. – Sizi kime emanet etti? – Allahü teâlâya. – Sizi her şeye kâdir olana emanet etmiş. Cebrail aleyhisselâm topuğu ile toprağı kazıp, Zemzem suyunu meydana çıkardı. Hazreti ismail’in çıkardığı da bildirilmiştir. Hazreti Hacer bu durumu görünce, taşıp zayi olmasın diye, hemen suyun etrafını çevirip havuz hâline getirdi. Bir taraftan da testisini doldurmaya çalı- şıyordu. Su ise, avuç avuç alındıkça, tekrar fışkırıyordu. Resulullah efendimiz buyurdu ki: – Allahü teâlâ, ismail’in annesine rahmet etsin! O, Zemzem’i kendi hâline bırakmış olsaydı, yahut suyu avuçlamasa idi, muhakkak Zemzem, akar bir ırmak olurdu. Hazreti Hacer, bu sudan içti. Çocuğuna içirdi. Cibril aleyhisselâm Hazreti Hacer’e dedi ki: – Sakın mahvoluruz diye korkmayınız! işte şurası Beytullah’ın yeridir. O beyti, şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki, Allahü teâlâ, o beytin ehlini zayi etmez. Kâbe’nin mahalli, tepe gibi yerden yüksekçe idi. Zamanla seller, sağını solunu kazıp aşındırmıştı. Hazreti Hacer bu şekilde yaşarken, günün birinde Cürhüm kabilesinden bir cemaat gelip, Mekke’nin alt tarafına kondular. Cürhümîler, Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde birtakım kuşların dolaştığını görünce dediler ki: – Kuş kısmı, muhakkak bir suyun başında döner, dolaşır. Halbuki biz bu vadide su bulunmadığını biliyorduk. Gidip bakalım. Oraya birkaç kişi gönderdiler. Onlar, orada Zemzem kuyusunu bulunca, dönüp suyun mevcut olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Cürhümîler de kuyunun yanı- na gelip, yerleştiler. Cürhümîler geldiğinde, Hazreti Hacer su ba- şında idi. Cürhümîler ona dediler ki: – Bizim de şuraya gelip, civarınızda barınmamıza müsaade eder misiniz? – Evet, gelebilirsiniz ve bu sudan istifade edebilirsiniz. Fakat bu suda mülkiyet iddia edemezsiniz. Onlar da razı oldular. Kadınlarla, muhabbetle sohbet etmeye muhtaç olduğu bir sırada, Cürhü- mîlerin gelişi, Hazreti Hacer’in arzusuna muvafık oldu. Böylece, Cürhümî- ler Mekke civarına yerleş- tiler. Sonra kabilelerinden başka insanlara haber gönderdiler. Onlar da gelip Mekke’de yerleşerek ev bark sahibi oldular Hazreti ismail’i kurban etmesi ibrahim aleyhisselâm, Babil’den hicret ederken: “Ya Rabbi! Bana salihlerden bir oğul ihsan buyur ki, davet ve taatte yardımcım ve gurbette mûnisim ve gözümün nuru olsun” diye duâ etti. Allahü teâlâ onun du- âsını kabul ederek, ona Hazreti ismail’i müjdeledi. Ayet-i kerimede mealen buyuruldu ki: (Biz de ona halim bir oğul müjdeledik.) ibrahim aleyhisselâm, ismail aleyhisselâmın do- ğumundan sonra, Allahü teâlânın emri ile, ismail aleyhisselâmı ve annesi Hacer validemizi Mekke’ye bırakıp şam’a döndü. Zaman zaman gider, onları Mekke’de ziyaret ederdi. Yüzünde, Muhammed aleyhisselâmın temiz babalardan temiz ve aşf analara geçip gelen nuru parlayan Hazreti ismail çok güzeldi. Bu sebepten ibrahim aleyhisselâmın, oğlu ismail’e karşı muhabbeti fazla idi. ismail aleyhisselâm yedi yaşında iken, birgün ibrahim aleyhisselâm ibadet ettiği mihrabda, bu muhabbet içinde uyudu. Rüyasında oğlu ismail ile otururken, bir melek gelip dedi ki: – Ben, Allahü teâlânın el- çisiyim. Allahü teâlâ, bu oğlunu kurban etmeni istiyor. ibrahim aleyhisselâm korku ile uyandı. “Rüya rahmanî mi, yoksa şeytanî mi” diye tereddüt etti. O gün hep bu rüyayı düşündü. Onun için bu güne Terviye denildi. ikinci gece yine rüyasında aynı melek gelerek dedi ki: – Ben, Allahü teâlânın elçisiyim. Allahü teâlâ, bu oğlunu kurban etmeni istiyor. Bunun üzerine Hazreti ibrahim uyanınca, gördü- ğü rüyanın Rahmanî olduğunu anladı. Bundan dolayı bu güne Arefe denildi. Üçüncü gece yine aynı rüyayı gördü. Artık Hak teâlânın emri olduğunda hiç şüphesi kalmadı. “Bu emri muhakkak yerine getirmem gerek” diyerek hanımı Hacer’in yanına geldi ve dedi ki: – Ey Hacer, benim gö- zümün nuru oğlum ismail’i yıka, en iyi elbisesini giydir, saçını tara, onu dostuma götüreceğim. Sonra; Hazreti ismail’e dedi ki: – Yanına ip ile bıçak al! – Bunları ne yapacağız baba? – Allah rızası için kurban keseriz. Yolda giderken, Hazreti ismail, babasına sordu: – Nereye gidiyoruz? – Dostuma. – Evi nerededir? – O, evden ve mekandan münezzehtir. Yer ve gök Onun mülküdür. – Babacığım! O bizimle oturup yemek yer mi? – O yemekten ve iç- mekten de münezzehtir. ibrahim aleyhisselâm, oğlu ismail’i kurban etmek için götürürken, şeytan; “Eğer bugün ibrahim’in (aleyhisselâm) evinde bir ştne çıkaramazsam, bundan sonra onları hiç ştneye düşüremem” diyerek harekete geçti. Yaşlı bir adam kıyafetinde Hazreti Hacer’in yanına geldi. Ona dedi ki: – ibrahim, oğlunu nereye götürdü? – Bir dostunu ziyarete götürdü. – Hayır, onu kesmeye götürdü. – Baba, oğlunu boğazlamaz. şefkat buna mânidir. – Öyle zannederim ki, Allah emretmiştir. – Allahü teâlânın emrine uymak elbette lazımdır. Onun emrini, can-ı gönülden kabul ederiz. Onun Allahü teâlânın emrine uyması elbette en güzel iştir. şeytan ondan yüz bulamayınca, yine aynı kıyafette Hazreti ismail’in yanına geldi. Hazreti ismail edeple babasının arkasından yürüyordu. şeytan, kandırmak ümidiyle, Hazreti ismail’e sordu: – Baban seni nereye götürüyor, biliyor musun? – Dostunun ziyaretine. – Vallahi seni öldürmeye götürüyor. – Hiç babanın oğlunu öldürdüğünü gördün mü? – Öyle zannederim, Allahü teâlâ emretmiştir. – O emretti ise, can-ı gönülden razıyım. Hazreti ismail, babası ibrahim aleyhisselâmın, kendisini kurban edeceği yere götürürken, ihtiyar kılığındaki şeytanın konuşmalarından sıkılmıştı. Çünkü ihtiyar, ismail aleyhisselâmı, babasına, dolayısıyla cenab-ı Hakka karşı isyana teşvik ediyordu. Bunun için babasına dedi ki: – Bu ihtiyar beni rahatsız ediyor, kalbime vesvese vermek istiyor. ibrahim aleyhisselâm, “Taş at, yanından uzaklaşsın” buyurdu. ismail aleyhisselâm taş atarak şeytanı yanından uzaklaştırdı. Bu sırada Mina’da olduklarından, hacıların “şeytan taşlaması” buradan kaldı. Hazreti ismail’den de yüz bulamayan şeytan, ibrahim aleyhisselâmın yanı- na sokularak dedi ki: – Ey ibrahim, sen yanlış hareket ediyorsun. şeytan sana vesvese verdi. Sakın oğlunu boğazlama, sonra pişman olursun, fakat fayda etmez. ibrahim aleyhisselâm, onun şeytan olduğunu anladı ve buyurdu ki: – Vallahi bu, Hak teâlâ- nın emridir ve sen şeytansın. ibrahim’e ve akrabasına zarar yapamazsın! ibrahim aleyhisselâm yoluna devam etti. Cemret-ül-ûlâ denilen yere gelince, şeytan yine kar- şısına çıktı. ibrahim aleyhisselâm ona yedi tane küçük taş atarak kovdu, o da dönüp gitti. Cemret-ül-vustâ’ya vardıklarında şeytan tekrar geldi. ibrahim aleyhisselâm yedi taş daha atarak şeytanı kovdu. Cemret-ülkübrâ’ya vardıklarında, şeytan, aldatmak maksadıyla yeniden geldi. ibrahim aleyhisselâm bu defa da yedi taş daha attı ve böylece şeytanı kovdu. şeytan rezil olup geri döndü. Nihayet baba-oğul Bü- seyr dağına vardıklarında, Hazreti ibrahim, oğluna dönüp dedi ki: – Ey oğlum! Rüyamda seni kurban etmem emredildi. Buna ne dersin? ismail aleyhisselâm, babasının bu sözü karşı- sında hiçbir telâş göstermeden, tam bir teslimiyet içerisinde sordu: – Allahü teâlâ mı emretti? Babası; “Evet” deyince; “Ey babacığım! Sana ne emrolunduysa onu yap. inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” diyerek, halim, selim, akıllı, sabırlı ve metanetli oldu- ğunu gösterdi. Bunun üzerine ibrahim aleyhisselâm, oğluna dedi ki: – Evlâdım! Seni kurban edeceğimi haber veriyorum, sen ise seviniyorsun! – Babacığım nasıl sevinmeyeyim? Benim tek arzum, Allahü teâlâya, Onun rızası üzere kavuşmaktır. Böylece Onun rahmet ve cennetine de nail olurum. Dünyanın ömrü müddetince eziyet çeksem, bu devlete kavuş- mam çok zor. şimdi ise bu devlete kolayca kavuşaca- ğım. Babacığım, nasıl emir almışsan onu yap. Oğul feda eylemek senden, can feda eylemek de bendendir. işini çabuk bitir. Zira canım dosta kavuşmakta acele ediyor. Babacığım, Nemrûd seni ateşe atınca, sabrettin ve Hak teâlâ senden razı oldu. Ben de boğazlanmaya sabredeceğim. O zaman belki Hak teâlâ benden de razı olur. Böylece cennet nimetlerine kavu- şurum. Babacığım, kesilmek acısı bir anlık olup, ona sabretmek kolaydır. Benim asıl tasam, senden dolayıdır. Çünkü kendi elinle oğlunu boğazlayacaksın. Ömrün boyunca unutamadığın gibi, evlât hasreti de ölünceye kadar senden gitmez. Keşke daha önce haber verseydin de, anneme veda edip, birbirimizin boynuna sarılıp ağlasaydık. – Haber verince senden veya annenden bir gevşeklik olur da, Rabbim tarafından azarlanırız diye korktum. – Babacığım, senin rı- zandan başka muradım yoktur ve senin gibi babanın hakkını ödemek, saadetimin sermayesidir. Kaldı ki, bu işte, Allahü teâlânın rızası ve emri vardır. Eğer izin verirsen, size söyleyecek birkaç vasiyetim var. – Söyle, ey saadetli oğ- lum. – Birincisi; bu ip ile elimi ve ayağımı kuvvetlice bağla ki, can acısı ile bir kusur işlemeyeyim. ikincisi; mübarek eteğini topla ki, kanımdan sıçramasın. Üçüncüsü; bıçağı iyi bile ki, can vermek kolay olsun ve senin işin iyi görülsün. Dördüncüsü; bıçağı vururken yüzüme bakıp da babalık şefkatiyle emri geciktirme. Beşincisi; gömleğimi çıkarıp boğazla ki, kan bulaşmasın. Sonra o gömleği anneme götür ve benden selâm söyle. Benim kokumu bu gömlekten alsın, ağlamasın, teselli olsun. Benim için çok elem çekmesin. Ona; “Oğ- lun sana şefaatçi olarak Allahü teâlâya gitti. Kıyamet gününde cenâb-ı Haktan senden başka bir şey istemez” de. Ümit edilir ki, Hak teâlâ benim bu isteğimi reddetmez. Altıncı vasiyetim; her nerede benim yaşımda bir çocuk görürsen beni hatırla. ibrahim aleyhisselâm, oğlunun yürek parçalayan bu sözlerini dinleyince, mübarek gözlerinden yaş- lar boşandı ve çok ağladı. Hazreti ismail, vasiyetini yaptıktan sonra, ellerini kaldırıp şöyle niyazda bulundu: – Ya Rabbi! Bu işte bana sabır ve tahammül ver! Sonra yüzünü Hazreti ibrahim’e dönüp dedi ki: – Babacığım! Görüyor musun, gök kapıları açılmış, melekler bize bakıp, hayretlerinden Allahü teâlâya secde ediyorlar. Meleklerden bir kısmı, Allahü teâlâya münacat edip; “Ya Rabbi! Bir peygamber bir peygamberi kurban etmek üzere! Senin rızanı gözetmek için, onu boğazlamak istiyor! Sen onlara merhamet eyle” diye yalvarı- yorlar. ibrahim aleyhisselâm bu sözleri oğlundan duyunca, ellerini yüzüne kapayıp daha çok ağladı. Melekler de onunla birlikte ağlaştılar. ismail aleyhisselâm ise; “Muhabbetin şartı, emri yapmakta gecikmemektir” diyerek tam teslimiyetini gösterdi. ibrahim aleyhisselâm, oğlu ismail aleyhisselâmı kurban etmek üzere son hazırlığını yaptı. Oğlunu güzelce bağladı. Yüzükoyun yatırıp, boğazını tuttu ve şöyle duâ etti: – Ya Rabbi! Bu benim oğlum, gözümün nuru, gönlümün sürurudur. Kurban etmemi emrettin. şu anda emrini yapmak için hâlis niyetle geldim. Kurban etmeye hazırım. Sana hamd ve sena ederim. Ya Rabbi! Bu kıymetli yavrumu kurban etmekte bana sabır ver! Sonra bıçağı oğlunun boynuna yaklaştırdı ve son olarak dedi ki: – Ey yavrum! Kıyamete kadar sana veda olsun! Tekrar görüşmek, kıyamet günü olur. Bu arada ismail aleyhisselâm cevap verdi: – Ey babacığım, acele et! Rabbimizin emrini çabuk yerine getir. Emri yapmakta geciktiğimiz için, Rabbimizin bizi azarlamasından korkuyorum. Babacığım, elimi, ayağımı çöz ki, melekler, kendi isteğimle kurban olduğumu görsünler ve Halil’in oğlunun, Allahü teâlânın işinden razı olduğunu bilsinler. ibrahim aleyhisselâm, bu söz üzerine ellerini çö- züp, bıçağı boğazına dayayınca, ismail aleyhisselâm güldü. – Ey oğlum, bu hâlde iken niçin güldün? – Babacığım, bıçakta Bismillâhirrahmanirrahîm yazılı olduğunu görü- yorum. Üzerinde dostun ismi yazılı olan bıçak, nasıl keser? ibrahim aleyhisselâm, Hak teâlânın ismini zikrederek, bütün gücüyle, bı- çağı oğlunun boynuna çaldı. O anda Hak teâlâ, Cebrail aleyhisselâma emrederek; “Yetiş! Bıçağı çevir” buyurdu. O da Sidret-ül-münteha’dan bir anda gelip, bı- çağı ters çevirdi. Bıçak kesmedi. Bir daha çaldı, yine kesmedi. Ne kadar uğraştı ise kâr etmedi. ismail aleyhisselâm dedi ki: – Babacığım! Ne kadar şefkatlisin, bıçağı kuvvetli vuramıyorsun. Yüzüme bakma, böylece hizmette kusur etmezsin. Hazreti ibrahim, bıçağı tekrar biledi ve oğlunun boğazına daha kuvvetli çaldı. Bıçak yine kesmedi. ismail aleyhisselâm, “Babacığım, bıçağın ucunu şah damarıma bastır” deyince, öyle yaptı ve diziyle de bastırdı. Bıçak iki kat olmasına rağmen, boynuna izi bile çıkmadı. ibrahim aleyhisselâm, bıçağın kesmemesine üzülüp bıçağı taşa çalınca, taş ikiye bölündü. Bı- çak dile gelip sordu: – Ey ibrahim! Nemrûd seni ateşe attığı vakit, seni niçin yakmadı? – Hak teâlâ, yakma diye emreylediği için. – Ey ibrahim! Hak teâlâ ateşe bir kere “Yakma” diye emreylediyse, bana yetmiş defa kesme diye emreyledi. peygamberler tarihi ansiklopedisi 280 iBRAHiM ALEYHiSSELÂM O anda Allahü teâlâ- dan vahiy geldi: – Ya ibrahim, elbette sen rüyanı tasdik ettin. Sana düşen vazifeni tam olarak yaptın. şimdi sıra bende. Lütuf ve keremimi görmek için şu dağa bak! ibrahim aleyhisselâm, dağa bakınca, cennetten gelmiş eşsiz güzellikte bir koç gördü. Allahü teâlâ buyurdu: “Bu senin oğluna fedadır.” Cebrail aleyhisselâm koçu getirirken, “Allahü ekber”, ibrahim aleyhisselâm da koçu yakalarken, “Lâ ilâhe illallah. Vallahü ekber”, ismail aleyhisselâm da, “Allahü ekber ve lillahil hamd” dedi. Böylece, bayram tekbiri meydana geldi: “Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ ilâhe illallah. Vallahü ekber, Allahü ekber ve lillahil hamd.” Sonra, ismail aleyhisselâm yerine, bu koç kurban edildi. Bu koçun boynuzları, Abdullah bin Zü- beyr zamanına kadar Kâ- be duvarında asılı idi. Sonra çıkan yangında yandı. Bu koçun kurban edildiği yer, Mina olduğu için, hacılar kurbanlarını burada kesmektedirler. Bundan sonra oğlu Hazreti ismail ile birlikte Mekke’ye Hazreti Hacer’in yanına döndüler. Hazreti Hacer kapıda durup, Hazreti ibrahim’i ve oğlu Hazreti ismail’i bekliyordu. ismail aleyhisselâm, annesinin kapıda kendilerini beklemekte olduğunu gö- rünce, ağladı. Annesi; “Ey oğlum! Niçin ağlarsın” deyince, ibrahim aleyhisselâm olanları anlattı. Hazreti Hacer, oğlu Hazreti ismail’e sarılıp hem ağ- ladı, hem de Allahü teâlâ- ya şükretti. Bundan sonra ibrahim aleyhisselâm Mekke’den şam’a, yani Hazreti Sâre’nin yanına döndü. ibrahim aleyhisselâm üç şekilde imtihan edilmiştir. Nemrûd tarafından ateşe atıldığı zaman nefsi ve canı, oğlu Hazreti ismail’i Allah için kurban etmesi emredilince evlâ- dı, bir de malı ile imtihan edilmiştir. Malı ile imtihan edildiğinde de, ovaları ve vadileri dolduran sürülerini Allah için bağışlamıştır. Âlimler şöyle bildirmiştir: Allahü teâlâ ibrahim aleyhisselâmı Halil, dost edinince, melekler dediler ki: – Ey Rabbimiz! ibrahim sana nasıl dost olabilir, nefsi, evlâdı ve malı vardır. Onun kalbinin bunlara bağlılığı da vardır. Bunun üzerine ibrahim aleyhisselâm nefsi, canı ve evladı ile imtihan edildiği gibi, malı ile de imtihan edildi. ibrahim aleyhisselâmın oniki bin sürüsü vardı. Sürüleri her tarafı kaplıyordu. Bu sürülerin her biri için koruyucu olarak, yüzlerce köpeği bulunmaktaydı. Bu köpeklerin her birinin boynuna altın tasmalar takmıştı. Böylece dünya malının değersiz olduğunu ve buna kıymet vermediğini gösteriyordu. Hazreti ishak’ın müjdelenmesi ibrahim aleyhisselâm malıyla da imtihan olmuş- tur. Kalbinde, ovaları dolduran malının hiç yeri yoktu. Nitekim birgün ibrahim aleyhisselâm sahraya, sü- rülerinin yanına gitmişti. Bu sırada Cebrail aleyhisselâm, insan kılığında yanına geldi. Selâm verdikten sonra dedi ki: – Ya ibrahim! Bu sürü- ler kimindir? – Allahü teâlânındır. Benim elimde emanet olarak bulunuyor. – Bana birini satar mı- sın? – Allahü teâlânın ismini bir kere söyle, bu sürü- lerin üçte birini sana vereyim. ibrahim aleyhisselâ- mın bu sözü üzerine, Cebrail aleyhisselâm bir kere, “Lâ ilâhe illallah” dedi. ibrahim aleyhisselâm bunu işitince, pek ziyade zevklenip dedi ki: – Bir kere daha söyle, diğer üçte birini daha vereyim. Cebrail aleyhisselâm, Allahü teâlânın mübarek ismini bir kere daha söyledi. ibrahim aleyhisselâm daha ziyade zevklenip; tekrar şu teklifte bulundu: – Bir kere daha söyle, sürülerin hepsini sana vereyim. Cebrail aleyhisselâm tekrar söyleyince, ibrahim aleyhisselâm bütün sürülerini teslim etmek istedi. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselâm durumu açıklayıp, dedi ki: – Ben, Allahü teâlânın emriyle seni imtihana geldim. Bunların hepsini al, hepsi senindir. ibrahim aleyhisselâm da o sürüleri satıp, onların parası ile arazi ve mülk satın alıp, insanların faydalanması için vakfetti. ibrahim aleyhisselâm, Allahü teâlânın emri üzerine, oğlu Hazreti ismail’i kurban etmeye teşebbüs etti. Fakat Allahü teâlâ Cebrail aleyhisselâma cennetten bir koç götürmesini ve Hazreti ibrahim’in o koçu kurban etmesini emir buyurdu. ibrahim aleyhisselâm bu imtihan karşısında da sadakat gösterdi. Bunun mükâfatı olarak, Allahü te- âlâ ona ihtiyar yaşında olmasına rağmen, bir oğul daha ihsan etti. Bu oğlu da ishak aleyhisselâmdır. Kur’an-ı kerimde, ibrahim aleyhisselâmın, oğlu Hazreti ismail’i kurban etmesi emredilince, teşebbüse geçip, bu hususta hem ibrahim aleyhisselâ- mın, hem de Hazreti ismail’in gösterdiği sadakat bildirildikten sonra mealen şöyle buyuruldu: (Bir de ona salihlerden bir peygamber olmak üzere ishak’ı müjdeledik. Kendisine ve ishak’a bereketler verdik. Her ikisinin soyundan mümin olan da var, nefsine apa- çık zulmeden kâşr de var.) [Saffat 112-113] ibrahim aleyhisselâma, oğlu Hazreti ishak’ın doğacağını melekler müjdelediler. Bir oğullarının olacağı müjdelendiği sırada, ibrahim aleyhisselâm yüzyirmi, Hazreti Sâre ise doksan dokuz yaşında idi. Bu haberden bir sene sonra Hazreti ishak doğdu. Meleklerin misaşrliği Hazreti ishak’ı müjdelemek için gelen melekler, gayet güzel yüzlü birer genç suretinde olarak, ibrahim aleyhisselâmın kar- şısına çıktılar. Bunlar; Cebrail, Mikâil ve isrâşl aleyhimüsselâm idi. Yanlarında başka melekler de vardı. Melekler güzel yüzlü genç suretinde ibrahim aleyhisselâma gözüküp; selâm verdiler. ibrahim aleyhisselâm, selâmlarını aldıktan sonra, onları, evinde en iyi yere oturttu. Onlara ikram etmek üzere hemen kızartılmış bir buzağı (dana) getirdi. Bu neşs yiyeceği misaşrlerin önüne koyup; “Buyurunuz, yiyiniz” dedi. Fakat bu misaşrler yemeğe hiç el uzatmadılar. Bu durum karşısında ibrahim aleyhisselâm tedirgin olup, endişelendi. O zamanki âdete göre, bir eve misaşr geldiğinde, misaşr, ikram edilen şeyleri yerse, o misaşrden emin olunur; yemezse, bu misaşrin zarar vermek üzere geldiğine hükmedilir, ondan çekinilirdi. Hatta böylelerinin zararından korkulurdu. ibrahim aleyhisselâmın kalbine bu sebeple bir endişe gelmiştir. ibrahim aleyhisselâm ile melekler arasında şu konuşma geçti: – Buyurun, yemez misiniz? – Biz yemeğin ücretini vermeden yemeyiz. – Yiyiniz de bedelini veriniz. Bu yemeğin bir ücreti vardır. – Bu yemeğin ücreti nedir? – Yemeğin başında Allahü teâlânın ismini söylemek, sonunda da hamdetmektir. ibrahim aleyhisselâ- mın bu sözü üzerine, Cebrail aleyhisselâm, Mikâil aleyhisselâma bakarak dedi ki: – Bu zat, Allahü teâlâ- nın dost (halil) edinmesine lâyık bir kimsedir. Bundan sonra melekler, “Ey ibrahim! Endişe etme! Biz Lût kavmini helâk etmek için gönderildik” diyerek melek olduklarını açıkladılar. Böylece yemeği yememelerinin sebebi de anlaşıldı. Çünkü melekler yemezler, iç- mezler. Daha sonra ibrahim aleyhisselâmın korkusu dağılınca, melekler ona bir oğlunun, yani Hazreti ishak’ın olacağını müjdelediler. Hazreti Sâre, meleklerin bu müjdesini işitince, hayrete kapılarak ellerini yüzüne kapayıp dedi ki: – Hayret, benim mi çocuğum olacak? Ben artık ihtiyarladım. Çocuk doğuracak hâlde değilim! Siz nasıl olur da böyle söylersiniz? Üstelik benim kocam da ihtiyarlamıştır. Bu görülmemiş bir iştir. Hazreti Sâre’nin bu sözleri üzerine melekler, şu cevabı verdiler: – Sen Allahü teâlânın emrine mi, takdirine mi şaşıyorsun? Muhakkak Allahü teâlâ neyi dilerse, o olur. Allahü teâlânın rahmeti ve bereketi sizin üzerinizedir. şüphesiz ki, Allahü teâlâ, kendisine şükür ve hamd edilmesini gerektiren işleri yapar, yaratır ve Onun kullarına hayrı ve ihsanı pek çoktur. O kerem sahibidir. Sizi de nice nimetlere kavuşturmaya kâdirdir. Hazreti Sâre’nin bu habere şaşmasının sebebi, itiraz için değildi. Çünkü o, Allahü teâlâya iman etmişti ve onun şaşırması- nın sebebi; hiç görülmediği hâlde, bilinenin ve âdetin dışında olarak, çok yaşlı kimselerin çocuğunun olacağı idi. Melekler, ibrahim aleyhisselâma kendilerini tanıtıp, bir oğlu, yani Hazreti ishak’ın olacağını müjdeledikten sonra, ibrahim aleyhisselâm, meleklerin böyle topluca gelmelerinin başka bir sebebi oldu- ğunu da anlayıp, niçin geldiklerini sordu. Melekler, Lût kavmini helâk etmek üzere geldiklerini söylediler. ibrahim aleyhisselâm Lût kavminin helâk edileceğini öğrenince, meleklere; – Lût kavmini hemen mi helâk edeceksiniz? O kavmin helâk edilmesi tehir edilse, küfürden ve isyandan dönmeleri, iman etmeleri düşünülemez mi? diye temennide bulundu. Melekler, duâ ve benzeri şeyler ile geri çevrilemeyecek bir azabı Allahü teâlânın emrettiğini, iman edenlerin ise azaptan kurtarılacaklarını söylediler. Sonra melekler Lût aleyhisselâma gittiler. ibrahim aleyhisselâma verilen müjdeden bir sene sonra, Hazreti ishak doğdu. Gerek Yakub aleyhisselâm olsun, gerekse Yusuf aleyhisselâm olsun, Benî israil’e gönderilen peygamberler, Hazreti ishak’ın soyundan geldi. Hazreti ismail’i ziyaret ismail aleyhisselâm büyüyüp, gençlik çağına girmişti. Cürhümîlerden Arapça öğrenmiş ve onlar arasında çok sevilen bir genç olmuştu. Asaleti ve üstün hâlleri ile Cürhü- mîleri hayran bırakıyordu. Bu sebeple evlenecek çağa girdiğinde, onu, kendi kabilelerinden bir kız ile evlendirdiler. Oraya gelen insanların kalbleri onlara ısınmış, o belde emin ve mamur bir yer olmuştu. Hayatları böyle hoş bir şekilde sürüp giderken, günün birinde Hazreti Hacer vefat etti. Vefat etti- ğinde doksan yaşında idi. Hazreti Hacer’i Kâbe’nin bitişiğinde Hicr denilen yere defnettiler. ibrahim aleyhisselâm, birgün onları görmek için Mekke’ye doğru yola çıktı. ibrahim aleyhisselâm, oğ- lu ismail aleyhisselâmın evine varıp, Hazreti ismail’in hanımından, onu sordu. Hazreti ismail’in hanı- mı cevaben dedi ki: – Yiyeceğimizi kazanmak için dışarı çıktı. – Geçiminiz, hâliniz nasıldır? – şiddetli bir darlıkta ve sıkıntılı bir hâldeyiz. – Kocan geldiğinde benden selâm söyle, kapısının eşiğini değiştirsin! Sonra da ayrılıp gitti. ismail aleyhisselâm evine geldiğinde, evinde güzel bir koku duydu. Hanımına sordu: – Evimize gelen oldu mu? O da, “Evet yaşlı bir zat geldi” diyerek ibrahim aleyhisselâmı tarif etti. Sonra ilâve etti: – Bana maişetimizi, ge- çimimizi sordu. Ben de şiddetli bir darlık içinde bulunduğumuzu söyledim. – Bana söylemen için bir tavsiye ve tembihte bulundu mu? – Evet, sana selâm ve kapının eşiğini değiştirmeni söylememi tembih etti. – O gelen ihtiyar zat benim babamdır.
Bana, senden ayrılmamı emretmiştir. Artık sen ailenizin evine gidebilirsin. ismail aleyhisselâm ondan ayrılıp, Cürhümî- lerden başka bir kadınla evlendi. ibrahim aleyhisselâm, bir müddet sonra tekrar, oğlu ismail aleyhisselâmı görmeye geldi. ismail aleyhisselâm yine evde yoktu. ismail aleyhisselâ- mın yeni hanımına, onu sordu. Hanımı de dedi ki: – Maişetimizi temin etmek için gitti. – Geçiminiz, hâliniz nasıl, iyi midir? – Biz; hayır, saadet ve bolluk içindeyiz. – Ne yiyip ne içiyorsunuz? – Et yiyip, zemzem içiyoruz. Bunun üzerine ibrahim aleyhisselâm şöyle duâ etti: – Ya Rabbi! Bunların etlerini ve sularını mübarek kıl, bereket ihsan eyle! Resûlullah efendimiz buyurdu ki: (ibrahim [aleyhisselâm] zamanında Mekke civarında hububat bilinmiyordu. Av etiyle gıdalanılırdı. Eğer o zaman hububat malûm olsaydı, ibrahim [aleyhisselâm] hububat hakkında duâ ederdi.) ibrahim aleyhisselâ- mın bu duâsı bereketiyle, Mekke sıcak olmasına rağmen, et ile su, burada diğer yerlere nazaran insanlara daha faydalıdır. Hazreti ismail’in ikinci hanımı, ibrahim aleyhisselâma çok hürmet ve ikramda bulunarak, ”Buyurun, evimizi şereşendirin, hazırda ne varsa size ikram edeyim” dedi. ibrahim aleyhisselâmın, içeri girmeyip döneceğini söylemesi üzerine de, şu teklifte bulundu: – Başınız toz içinde kalmış. Müsaade ederseniz, tozları silip temizleyeyim. Bunun üzerine ibrahim aleyhisselâm müsaade etti. O da tozları temizleyip, güzel koku sürdü. Atına binip gideceği sırada da, bir tabak içinde peynir getirip eliyle tuttu. ismail aleyhisselâmın bu hanımının ismi Hâle idi. ibrahim aleyhisselâm onun hizmetinden memnun oldu. Ona buyurdu ki: – Kocan geldiğinde, benden selâm söyle, evinin eşiğini iyi muhafaza etsin! Sonra, ibrahim aleyhisselâm onların berekete kavuşması için duâ etti ve geri şam’a döndü. Akşam Hazreti ismail evine döndüğünde, hanı- mına sordu: – Bugün kimse geldi mi? – ihtiyar bir zat geldi, alnında ve yüzünde bü- yüklük ve peygamberlik nuru parlıyordu. Sana selâm söyledi, “Evinin eşi- ğini iyi muhafaza etsin” dedi. ismail aleyhisselâm ağlayarak buyurdu ki: – O gelen benim babamdır. Evin eşiğinden maksadı sensin. Ey Hâle sana müjdeler olsun! Âhir zaman peygamberinin mübarek nuru sana nasip olacak! ismail aleyhisselâmın, bu hanımından bir oğlu oldu. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâ- mın nuru bu oğluna ge- çip, ondan da evlâtlarına intikal etti. Bu nur, bu evlâtlardan Peygamberimize kadar ulaştı. Kâbe’nin yapılması ibrahim aleyhisselâm bir müddet sonra, şam’dan, ismail aleyhisselâmın bulunduğu yere, Mekke’ye tekrar geldi. Bu gelişinde, ismail aleyhisselâm, Zemzem kuyusunun yakınında, büyük bir ağacın altında okunu yontup düzeltmekte idi. Babası ibrahim aleyhisselâmı görünce, hemen kalkıp, karşıladı. Oturup hasretlerini giderdikten sonra, ibrahim aleyhisselâm dedi ki: – Allahü teâlâ bana, kendi zatı için bir beyt yapmamı emrediyor… – Babacığım! Allahü teâlâ ne emrettiyse, o emri yerine getirin! – Sen de bana yardımcı olacaksın. – Babacığım, ben sana her türlü yardımı yaparım. Sonra ibrahim aleyhisselâm, Allahü teâlâya münacatta bulunarak, “Ya Rabbi! Kâbe’yi nerede yapayım” diye arz etti. Bunun üzerine cenâb-ı Hak şöyle vahyetti: – Biz, sana onun yerini göstereceğiz. Kâbe-i muazzamanın, yeryüzünde yapılan ilk bina ve ilk mâbet olduğu Kur’an-ı kerimde bildirilmiştir. ilk defa Âdem aleyhisselâm yeryüzünde in- şa etmiş, Nuh tufanında yıkılmış, temelleri kalmış- tı. Allahü teâlâ, tufandan önce, Hacer-ül-esved’i Ebu Kubeys dağına konmasını emretti. Böylece Kâbe’nin yeri kesin olarak bilinmez hâle geldi. Sadece hangi bölgede olduğu biliniyordu. Burası kırmızı topraklı ve haşf tümsek bir tepe durumunda idi. Bu yerde yapılan duâlar kabul olup, duâ eden herkes muradına kavuşurdu. Her millet buraya saygı gösterirdi. Bu belirsiz hâl, Nuh aleyhisselâmdan ibrahim aleyhisselâm zamanına kadar devam etti. Cebrail aleyhisselâm, Kâbe’nin yerini, ibrahim aleyhisselâma gösterdi. Böylece ibrahim aleyhisselâm, oğlu ismail aleyhisselâm ile birlikte temel kazmaya başladı. Âdem aleyhisselâm zamanında kazılan temeli buldular. Aynı temel üzerine, Kâbe’yi inşa etmeye başladılar. Cebrail aleyhisselâmın tarişne göre, ibrahim aleyhisselâm, ismail aleyhisselâmın getirdiği taşlarla binayı yapıyordu. Nihayet Kâbe’nin duvarları yükseldi ve yukarıya taş yetişemez oldu. Bunun üzerine büyükçe bir taş getirdiler. ibrahim aleyhisselâm bu taşa basarak duvar örmeye devam etti. Mübarek ayağının izi çıkan bu taşa da, Makam-ı ibrahim dendi. Kâbe’de tavaf namazı bu taşın bulunduğu yer olan Makam-ı ibrahim’de kılınır. Hacer-ül-esved Binanın yapımında, melekler, taş getirmede ismail aleyhisselâma yardım ettiler. Sıra Hacer-ül-esved’e gelince, ibrahim aleyhisselâm; “Ey ismail! iyi bir taş getir ki, hacılara işaret olsun” dedi. ismail aleyhisselâm bir taş getirdi. ibrahim aleyhisselâm tekrar; “Bundan daha iyi bir taş getir” deyince, Ebu Kubeys dağından bir ses işitti: – Cebrail aleyhisselâm tufanda bana bir taş emanet etti. Gel onu al! Bunun üzerine Hacer- ül-esved taşı, Ebu Kubeys dağından alınıp, Kâbe’deki yerine konuldu. Baba-oğul, Kâbe’yi yapıp bitirince, “Ya Rabbi! Bizden bu hayırlı işi kabul et! Muhakkak ki, sen, du- âmızı işitici, niyetimizi bilicisin” diye duâ ettiler. ibrahim Aleyhisselam zamanında Kâbe’nin inşasında Ebu Kubeys dağından alınıp Kâbe duvarına yerleştirilen Hacer-ül esved taşı Hazreti ibrahim’in haccı ibrahim aleyhisselâm, Kâbe-i muazzamayı yapınca, Cebrail aleyhisselâm; “Ey ibrahim! Beytullah’ı yedi defa tavaf et” dedi. ibrahim aleyhisselâm, oğlu ismail aleyhisselâm ile birlikte, Kâbe’yi tavaf etmeye başladı. Her tavafta rükünlerin hepsinde istilâm yaptılar. Yedi tavafı bitirdikten sonra Makam-ı ibrahim’in arkasında ikişer rekât namaz kıldılar. Bundan sonra Cebrail aleyhisselâm, ibrahim aleyhisselâma Hac ile ilgili bütün ibâdet yerlerini; Safâ, Merve, Mina, Müzdelife ve Arafat’ı gösterdi. Cebrail aleyhisselâm Arafat’a kadar olan her yerde yapılacak ibâ- detleri yaptırdı ve tek tek öğretti. Arafat meydanına geldikleri zaman, ibrahim aleyhisselâma sordu: – Ey ibrahim! Hac vazifesini yapacağın yerleri öğrendin mi? – Evet, öğrendim. ibrahim aleyhisselâm, ismail aleyhisselâmla haccın erkânını yerine getirdikten sonra, oğluna Kâbe’nin bakımı ve korunması için tembihatta bulundu ve şam’a gitmek istedi. Gitmeden önce bir gün Arafat’a çıkmıştı. Mekke-i mükerremeye baktı. Burası bir vadi içinde olup, taşlı ve kumlu idi. Oğlu ismail aleyhisselâmın evlâdını düşünerek, şefkat edip mübarek ellerini kaldırdı ve; “Ya Rabbi! ismail’in evlâdına rahmet eyle” diye duâ buyurdu. Gideceği sırada kendisine şöyle vahiy geldi: – Bütün insanlara haccı ilân et! Gerek yaya olarak, gerek uzak yoldan zayıf develer, binekler üzerinde tavaf için Kâ- be’ye gelsinler! Bunun üzerine ibrahim aleyhisselâm arz etti ki: – Ya Rabbi! Benim sesim nereye kadar ulaşır ki? Bunun üzerine cenâb-ı Haktan; “Seslenmek senden, duyurmak benden. Ta ki, insanlar gelip, bu evi ziyaretle şereşensinler” emr-i Ilâhisi geldi. ibrahim aleyhisselâm mübarek yüzünü Yemen tarafına çevirip seslendi: – Ey insanlar! Allahü teâlâ, bir ev bina ettirdi ve bu evi ziyaret etmenizi emreyledi. Geliniz, Kâ- be’yi ziyaret ediniz! Her yöne doğru dönerek birer defa bağırdı. Hak teâlâ ibrahim aleyhisselâ- mın sesini bütün dünyaya duyurdu. insanlar bu sesi duyunca; “Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk Emrine amadeyim Allahım” diye cevap verdiler. O zaman, ana rahminde ve baba sulbünde ne kadar hacca gidecek kimse varsa, hepsi “Lebbeyk” dediler. Bir defa hac yapacak olanlar bir defa, iki defa hacca gidecekler iki defa, daha fazla yapacaklar da ziyadesiyle cevap verdiler. Sonra ibrahim aleyhisselâm, oğlu ismail aleyhisselâm ve Cürhümîlerle beraber hac yaptı ve şam’a döndü. Ertesi sene hac mevsiminde reşkası Sâre validemizi ve oğlu ishak aleyhisselâmı da alarak Mekke’ye geldi. Haccı eda ettikten sonra, tekrar şam’a döndüler. Kâbe inşa edildikten sonra, çeşitli zamanlarda tamir ve inşası yapıldı. Bunlar sırasıyla; Âdem aleyhisselâmın inşası, şit aleyhisselâmın tamiri, ibrahim aleyhisselâmın in- şası, Cürhüm kabilesinin tamiri, Kusayy’ın tamiri, Kureyş’in tamiri, Abdullah bin Zübeyr’in tamiri, Haccâc’ın tamiri, Sultan Dördüncü Murad Han’ın tamiri. ibrahim aleyhisselâ- mın dini ibrahim aleyhisselâ- mın dini Hanîf dinidir. Hanîf kelimesi, yanlış ve sapık olan şeye hiç dalmadan, doğruya yönelen manasına gelmektedir. islâmiyetten önce putlara tapmayan, putperestlerden bu hususta ayrılan, hac yapan, sünnet olan, kısacası; Allahü teâlâya iman edip şirkten uzak duranlar demektir. Ümeyye bin Ebu Said ile islâmiyetten önce Arabistan’daki hatiplerin meşhurlarından olan ve herkesi ibrahim aleyhisselâmın dinine çağıran Kus bin Saide bunlardandır. Kus bin Saide, islâmiyetin gelmesine yakın bir zamanda, Ukaz panayırında okuduğu bir hutbesinde dedi ki: – Yemin ederim ki, Allahın indinde bir din vardır. şimdi bulunduğunuz dinden daha sevimlidir. Ayrıca gelmesi yaklaşan bir peygamberin gölgesi başınız üstüne düştü. Ona iman eden bahtlı ki- şiye ne mutlu! Vay ona isyan ve muhalefet eden talihsizlere ve yazıklar olsun ömürlerini gaşette geçiren ümmetlere! Böylece insanlara, gelecek olan âhir zaman peygamberini müjdelemiştir. ibrahim aleyhisselâm için Kur’an-ı kerimde “Hanîf” buyurulması, bâtıla değil, Hakka yönelmesi sebebiyledir. Yani Keldânî kavminin taptığı putlara asla tapmayıp, onları tahkir edip, Allahü teâlâya ibâdet ettiği içindir. Hanîf olmak; dinde istikamet üzere olmak demektir. istikamet ise, yalnız Allahü teâlâya yönelmek ve sadece Allahü teâlâyı Rab bilip, bütün işlerinde, Onun emrine tâbi olup, bu istikâmette yürümektir. Hanîf, dinî tabir olarak da; kendisinde eğrilik bulunmayan, dosdoğru olan din manasınadır. Daha çok ibrahim aleyhisselâmın milleti ve müşrikli- ğin zıddı olarak bildirilmiştir. Hanîşer, tevhid ve ihlas ile, dinde istikamet üzeredir. Nitekim Beyyine suresi 5. âyet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: (Onlar, kitaplarında, Hanîşer olarak bâtıl itikad ve dinlerden yüz çevirip, yalnız Allahü teâlâ- ya ihlas ile ibâdet etmek, farz namazları vaktinde kılmak, zekâtı mahalline vermekle emrolundular.) Kısacası Hanîşik, ibrahim aleyhisselâmın dininin esas vasfıdır. Bununla beraber, bu husus, yalnız ona mahsus değildir. Hanîşik, umumiyetle müş- rikliğin, Allahü teâlâya, şirk, ortak koşmanın zıddı olarak, bütün peygamberlerin bildirdikleri tek bir imanın, yalnız Allahü teâlâya iman ve ibâdet etmenin adıdır. Hanîşer; şirk olan bütün bâtıl inanışlardan uzak durmayı şiar edinir, sadece Allahü teâlâya iman ve ibâdete çağırır ve hakkın mücadelesini verir, peygamberlerin yolunda giderler. ibrahim aleyhisselâma Cebrail aleyhisselâm vası- tasıyla on suhuf gönderilmiştir. Bu suhuşarda bildirilen hükümlerden bazıları Necm suresi 38-47. âyetleri arasında bildirilmiştir. Ayrıca Musa aleyhisselâ- mın Tevrat’ında da aynı hususlar bildirilmiştir. Burada, insana kendi çalıştı- ğının fayda verdiği, dünyada ne yapmış ise âhirette onun karşılığını göreceği, kimsenin başkasının günahını yüklenmeyeceği, ibâ- detin ihlasla yapılması gerektiği gibi hususlar bildirilmektedir. ibrahim aleyhisselâma vahyedilen suhuşarda bildirilen şeylerin ekserisi, ibret verici kıssalar, hadiseler ve nasihatler idi. Bunlardan bir kısmı şöyledir: Hak teâlâ hazretleri buyuruyor ki: “Ey Âdemoğ- lu! Ben sizin her gün yaptığınız ibadetlerden razı- yım. Siz de benim her gün verdiğim rızıklara razı olun! Ey Âdemoğlu! Acele etme, rızık taksim olunmuştur. Hırslı olan mahrum kalır. Cimri olan kötü- lenir. Haset eden üzülür. Dünya devamlı değildir. Rızık verici, sizi yaratan ve yaşatan Allahü teâlâdır. Ey Âdemoğlu! şimdi fırsatın var iken, elinde olanı Allahü teâlâ için ver ki, ilerde sana rehber olsun! Ey Âdemoğlu! Nimet verene şükreyle! Ey Âdemoğlu! Bütün ömrünü dünyayı istemekle geçirdin. Ya âhireti ne vakit talep edeceksin? Ey Âdemoğlu! Size göz verdim. Görmesi câiz olmayan şeylerden gözü- nüzü çeviresiniz! Ağzınızı yarattım. Söylenmesi câ- iz olmayan söz söylemeyesiniz! Ey Âdemoğlu! Uzun emel ile dünyayı ve az amel ile âhireti isteyenlerden olma! Sözü âbidlerin kelâmına, işi münafıkların ameline uygun olanlardan ve ihsan olmadığı zaman kanaat etmeyenlerden; muradı hâsıl olmayınca da sabretmeyenlerden olma! Eğer bunlardan olursan, sana öyle bir belâ veririm ki, herkese ibret olsun! Ey Âdemoğlu! Her kim seni dost edinirse, kendisi için edinir. izzet ve celâ- lime yemin ederim ki, ben seni senin için dost edinirim. Sakın kendini benden uzak eyleme! Ey Âdemoğlu! Sen daima kendi ayıplarını gö- zet; başkasının ayıplarını araştırma! Aksine davranırsan insafsız olursun. Ey Âdemoğlu! “Lâ ilâ- he ilallah” diyen kimse- peygamberler tarihi ansiklopedisi 297 iBRAHiM ALEYHiSSELÂM nin, bununla beraber bir- çok ameller yapması da lâzımdır. Bunlar; tevâzu sahibi olmak, ömrünü benim zikrimle geçirmek, nefsini haramlardan korumak; benim rızam için gariplere yanında yer vermek, fakirlere ihsan eyleyip yetimlere acımaktır. Ey Âdemoğlu! Ne zaman kalbinde bir kasavet, sıkıntı ve darlık duysan, malında noksanlık bulsan yahut bedeninde hastalık hissetsen veya nafakanda bereketsizlik olsa, bilmiş ol ki, söylediğin mâlâyâni, faydasız, boş bir sözün neticesidir. Ey Âdemoğlu! Eğer cenneti seviyorsan Hak teâlâ da taatı sever. Sen Hak teâlânın sevdiğini iş- le ki, O da seni sevdiğine kavuştursun. Eğer cehennemi sevmiyorsan, Hak teâlâ da günahı sevmez. Sen Hak teâlânın sevmediğini terket ki, O da seni sevmediğinden korusun. Ey Âdemoğlu! Eğer dünyaya çalıştığın kadar âhiret için çalışsaydın, hesapsız cennete girerdin. Eğer kanaat etseydin, herkesten zengin olurdun. Eğer haramdan sakınsaydın, dinini halis ederdin. Eğer yalan söylemeyi terketseydin, sıddîklardan olurdun. ibrahim aleyhisselâma indirilen suhuşarda bildirilen diğer hususlardan bazıları şöyledir: Ey Âdemoğlu! şüpheli şeylerden sakın ki, beni bilesin. Açlığı âdet eyle ki, beni tanıyasın! Bana ibâ- det eyle ki, bana kavuşasın. Ey Âdemoğlu! Gücü- nün yettiği şeyi muhtaç- lardan esirgemezsen, muradını hâsıl ederim. Ben senin misaşrine ikram ettiğim gibi, sen de benim misaşrime ikram eyle! ibrahim aleyhisselâm; “Ya Rabbi! Senin misaşrin kimdir” deyince, Hak teâlâ; “Kapınıza gelen her fakir ve garip, benim misaşrimdir” buyurdu. Ey Âdemoğlu! Sizler günah işleyici, ben ise affediciyim. Günahınıza pişman olarak bana gelirseniz sizi affederim ve gü- nahınıza bakmam! Ey Âdemoğlu! Sana gadap geldiği zaman, beni hatırlarsan, gadaplanınca, seni anar ve sana acırım. Ey Âdemoğlu! Kim benim verdiğim az rızka razı olursa, ben de onun az amelinden razı olurum. Ey Âdemoğlu! Üç şey vardır: Biri bana mahsustur, biri sana, diğeri de ikimiz arasındadır. Bana mahsus olan ruhtur. Sana mahsus olan bedendir. ikimiz arasında olan da; senden duâ, benden kabul etmektir. Sakın aramı- za haram lokma ile perde çekme! Ey Âdemoğlu! Ne kadar dünyaya gönül bağ- larsan, kalbinden muhabbetimi o kadar çıkarırım. Ne kadar dünyaya sarılırsan, imanının parlaklığını o kadar gideririm. Ey Âdemoğlu! Seni dünyalık toplaman için değil, bana ibâdet edesin diye halkettim. Mazlumların beddu- âsıyla huzuruma gelme! Zira ben, mazlumların du- âsını elbette kabul ederim. Ey Âdemoğlu! Sana yeni rızık göndermediğim hiçbir gün yoktur. Verdi- ğim rızkı yer, bana isyan eder ve günah işlersin. Sonra duâ edersin, kabul eder, istediğini veririm. Seni cennetime davet edince, kabul etmezsin. Senin bu işin insafa sığ- maz. Ey Âdemoğlu! Duâ etmeyi ihmal etme! Duânı kabul ederim. Ne kadar günah işlesen benden ümidini kesme! Benim rahmetim her şeyden Makâm-ı ibrâhim: ibrâhim aleyhisselâmın Kâbe’deki makâmıdır. Kâbe’yi inşâ ederken üzerine bastığı taş ve bu taşın bulunduğu yerdir. Bu taş üzerinde, ibrâhim aleyhisselâmın mübârek ayaklarının izleri vardır. çoktur. Ey Âdemoğlu! Sen istemeden iman verdim. Zannediyor musun ki, bu kadar istemene ve yalvarmana rağmen sana cennet vermeyeyim? Elbette veririm. Ey Âdemoğlu! Sana ihsan etmeyene sen ihsan eyle! Sana söylemeyene sen söyle (dargın durma) ve sana hıyânet edene sen nasihatte bulun ve iyilik eyle! Sana zulmedeni sen affeyle! Kötülük yapana iyilik et! Eğer böyle yaparsan cennete önce girenler arasında bulunur, rahmetime kavuşanlardan olursun. Sana da peygamberlerin sevabını veririm. Ey Âdemoğlu! Sefer azığı hazırla! Çünkü gidecek yol uzundur ve günah yükünü haşf eyle! Zira azap şiddetlidir. Gemini sağlam yap ki, deniz fırtı- nalıdır. Amelini halis eyle! Çünkü Rabbin her şeyi gören ve bilendir. Hazreti ibrahim’in faziletleri ibrahim aleyhisselâm ülül’azm peygamberlerin ikincisidir. Ülül’azm; Allahü teâlânın emirlerini insanlara tebliğ etmek, bildirmek hususunda gayret ve azm sahibi, bu hususta insanlardan gelen sıkıntı- lara sebatla, yılmadan katlanan demektir. Hazreti ibrahim, peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmdan sonra bütün peygamberlerden ve resûllerden üstündür. Resûlullah efendimiz ise, her zamanda, her memlekette, yani dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve geleceklerin her bakımdan en üstünü- dür. ibrahim aleyhisselâmdan sonra gelen bü- tün peygamberler, ibrahim aleyhisselâmın neslindendir. Bu bakımdan Ebül-enbiya, yani peygamberler babası diye isimlendirilmiştir. ibrahim aleyhisselâm, peygamberlik vazifesini yapması, sıkıntı ve belâlara katlanmasıyla da methedilmiştir. Nitekim Kur’an-ı kerimde Bekara suresi 124. âyet-i kerimesinde mealen şöyle buyuruldu: (Bir vakit Rabbi, ibrahim’i birtakım emirler ve yasaklar ile imtihan etti. ibrahim [aleyhisselâm] onları tamamen yerine getirdi. Allahü teâlâ; “Ben seni insanlara imam, dinde önder, rehber yapacağım” buyurdu…) Hazreti ibrahim’den sonra gelen peygamberler, dinlerinin iman edilecek temel esaslarında ona uymakla, bereketli ve emin olan yolundan gitmekle emrolunmuşlardır. ibrahim aleyhisselâm, Allahü teâlâya, sonra gelecek ümmetler içinde hayırla yâd edilmesi için duâ etti. Bu duâsı kabul olundu. Allahü teâlâ onu bütün insanlara önder kıldı. Bütün dünya milletleri ibrahim aleyhisselâma karşı muhabbet ve hürmette bulundular. Muhammed aleyhisselâmın ümmeti her namazda salevat okurken; “Ya Rabbi! ibrahim’e ve ibrahim’in âline rahmet ettiğin gibi Muhammed’e ve âline de rahmet et” demektedir. ibrahim aleyhisselâm, Kur’an-ı kerimde, birçok sıfatlarla övülmüştür. Bunlardan bazılarında mealen buyuruldu ki: (Gerçekten ibrahim, hak dine yönelen, Allaha itaat üzere bulunan, bü- tün iyi hasletleri kendinde toplayan bir rehberdi. O hiçbir zaman müşriklerden olmamıştır. O, Allahın nimetlerine şükredendi. Allahü teâlâ onu beğenip seçmiş, kendisini doğru yola iletmişti. Biz ona dünyada bir ha- sene vermiştik. şüphesiz ki, o, ahirette de salihlerdendir.) [Nahl 120-122] Bu âyet-i kerimenin tefsirini müfessirler şöyle bildirmiştir: Âyet-i kerimede ibrahim aleyhisselâmın tek başına bir ümmet olduğu bildirilmiştir. Bunun tefsirinde birkaç husus vardır: 1- ibrahim aleyhisselâm hayır yolunu gösterir, bunu öğretirdi. Bir ümmette bulunan güzel hasletler yalnız onda toplanmıştı. Bu sebeple başlı başına bir ümmet olmuş- tu. 2- O zaman insanlar şirk üzere iken, sadece ibrahim aleyhisselâm mü- min idi. Bu sebeple yalnız başına bir ümmet olmuş- tur. 3- Tevhid ve hak din üzere bir ümmetin meydana gelmesine vesile olduğu için, ona başlı başı- na bir ümmet buyurulmuştur. Hazreti ibrahim’in hususiyetleri ibrahim aleyhisselâ- mın diğer hususiyetlerinden bazıları da şunlardır: Allahü teâlâya itaatkâr idi. Emirlerini yerine getirirdi. Namaz kılarken kalbinin sesi duyulurdu. ilk önce ibrahim aleyhisselâm sünnet olmuş, hac vazifelerini yerine getirmiş ve kurban kesmiş- tir. Bunlar dininin hususiyetlerindendir. ibrahim aleyhisselâm küçüklüğünde de, büyü- düğü zaman da tevhid itikadı üzere idi. Kureyş müşrikleri, kendilerinin ibrahim aleyhisselâmın dini üzere olduklarını söylüyorlardı. Onların iddia ettikleri gibi, ibrahim aleyhisselâm müşriklerden değildi. Çünkü o, tevhid ilminin esaslarını ortaya koydu. Zamanın kralına karşı kâinatın yaratıcı- sının varlığını delillerle ispat etti. “Benim Rabbim, dirilten ve öldürendir” dedi. Sonra; “Ben batanları sevmem” buyurarak putlara ve yıldızlara ibâ- det edilmesinin bâtıl ve boş bir şey olduğunu ispat etti. Putları da kırdı. Bu yüzden Nemrûd ve kavmi tarafından ateşe atıldı. Allahü teâlâ, kuşları diriltmek suretiyle, ona, ölüleri nasıl dirilttiğini gösterdi. ibrahim aleyhisselâm az olsun, çok olsun, Allahü teâlânın bütün nimetlerine şükredici idi ve misaşrsiz yemek yemezdi. Allahü teâlâ, ona, dünyada hasene verdi. Bu hasene, Allahü teâlânın ona peygamberlik vermesi, kendisini halil, dost kılması, ihtiyarlığında evlât ihsan etmesi, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin, namazlarında Muhammed aleyhisselâma salât okudukları gibi, ibrahim aleyhisselâma da salât okumasıdır. Yani namazlarda; “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ ibrahim…” demeleridir. Allahü teâlâ, ibrahim aleyhisselâmı bütün mahlûkata sevdirdi. Bü- tün dinlerin mensupları ondan memnun idiler, onu çok severlerdi. ibrahim aleyhisselâ- ma, “Halil” isminin verilmesinin sebebi ile ilgili çeşitli rivayetler yapılmış olup, en muteberi; Allahü teâlâya karşı pek ziyade muhabbeti olması ve Allahü teâlânın rızasını ve muhabbetini celbeden ibâdet ve taatları yapması sebebiyledir. ibrahim aleyhisselâm ibranîce konuşurdu. ibranîce Arapçaya benzerdi. ibrahim ismi, ibranîce olup, manası; “Ebu Rahîm” yani merhametli baba demektir. ibrahim aleyhisselâm bütün insanlara karşı merhametli olduğu için bu isimle anıldı. ibrahim aleyhisselâmın, kumaş tüccarlığı ve ziraatle de meşgul olduğu rivayet edilmiştir. insanları doyurmak ve misaşrlere ziyafet vermekten bü- yük haz duyardı. Sürüleri, koyunları ve sığırları sayı- lamayacak kadar çoktu. Bütün bunları insanların faydasına vakfetmiştir. Köy, kasaba ve şehirler imar etmiştir. Misaşr, yolcu ve garipler için iki kapılı bir misaşrhane yapmıştı. içinde kışın kışlık, yazın yazlık elbiseleri ve daima yiyeceklerle dolu bir sofrayı hazır bulundururdu. Muhtaç kimseler bir kapıdan girer, karnını doyurur, istediği elbiseyi giyer ve diğer kapıdan çıkıp giderdi. Misaşrhanede; yiyecek, içecek ve giyecekler eksildikçe tamamlardı. Hazreti ibrahim’in vefatı ibrahim aleyhisselâm yüzyetmişbeş yaşında, Hazreti Hacer ve Hazreti Sâre’den sonra Kudüs’te vefat etti. Vefatı şöyle oldu: ibrahim aleyhisselâ- mın ibâdet ettiği bir evi var idi. Birgün evden çıkıp kapıyı kilitledi ve bir müddet sonra döndü. Kapıyı açıp girince, içerde birisinin oturduğunu gördü. Ona sordu: – Bu eve seni kim koydu? – Ev sahibi koydu. – Ev sahibi benim. Ben seni içeri koymadım! – Senden ve benden başka bir sahip vardır. O her şeyin sahibidir. Bunun üzerine ibrahim aleyhisselâm, oturanın melek olduğunu anladı. “Kimsin” diye sordu ve Melek-ül-mevt, yani ölüm meleği olduğunu öğrendi. Sonra ibrahim aleyhisselâm, ondan, müminlerin ruhunu nasıl aldığını göstermesini istedi. O da yüzünü yana çevirmesini söyledi. peygamberler tarihi ansiklopedisi 305 iBRAHiM ALEYHiSSELÂM ibrahim aleyhisselâm yüzünü çevrince, gayet güzel bir suret gördü. Hiç öyle güzel yüz görmemişti. Bunun üzerine buyurdu ki: – Ey Melek-ül-mevt! Eğer ölen bir kimseye bu suret gösterilirse, bu ona kâşdir. Bundan sonra, kâşrlerin ruhunu nasıl aldığını görmeyi arzu etti. Azrail aleyhisselâm; “Tahammül edemezsin” buyurdu. Görmek isteğinde ısrar edince, yine yüzünü çevirmesini söyledi. ibrahim aleyhisselâm yan tarafa dönüp bakınca, çok korkunç bir suret gördü. Bu hâli görüp, kendinden geçti. Kendine gelince de buyurdu ki: – Eğer kâşre bundan başka kötü şey göstermeseler, bu ona yeter. ibrahim aleyhisselâm, bundan sonra da Azrail aleyhisselâma sordu: – Ziyarete mi geldin, yoksa ruhumu almaya mı? – Eğer izin verirsen ruhunu almaya! – Dost dostun canını alır mı? – Ya ibrahim, bu hususu Allahü teâlâya arz edeyim, ne buyurursa sana bildireyim. Azrail aleyhisselâm gidip hemen geldi. Allahü teâlânın, “Dost dosta kavuşmak istemez mi?” buyurduğunu iletti. ibrahim aleyhisselâm bunu işitince dedi ki: – Çabuk gel kardeşim, hemen canımı canana kavuştur, benim için bundan büyük müjde olamaz. Bunun üzerine Azrail aleyhisselâm, mübarek ruhunu kabzetti. ibrahim aleyhisselâm, Kudüs civarında Habrun kasabasında bir mağaraya defnedilmiştir. Bu kasaba, ibrahim aleyhisselâ- mın Halil ismine izafeten Halilurrahman ismiyle meşhurdur. Bu beldede; Hazreti Lût, Hazreti ishak ve Hazreti Yakub’un ve daha pek çok peygamberin kabrinin bulunduğu rivayet edilmiştir. Müslü- man hükümdarlar orada bulunan mescidleri ve türbeleri kendi devirlerinde tamir ettirmişlerdir. Halilurrahman’daki mescid ve türbeleri ise son olarak, Osmanlı Sultanı ikinci Abdülhamid Han tamir ettirmiştir. Hazreti ibrahim’in mucizeleri ibrahim aleyhisselâ- mın birçok mucizesi vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Ölmüş, parça parça edilmiş ve parçaları ayrı ayrı yerlere konmuş olan kuşlar, ibrahim aleyhisselâmın çağırması üzerine yeniden dirilmişlerdir. ibrahim aleyhisselâ- mın mucizesi ile taşlar kö- mür gibi yanmıştır. ibrahim aleyhisselâm, şam tarafına hicret ettiğinde çayırlık, çimenlik bir yerde konaklamıştı. Orada yakacak hiçbir şey bulamayan, buldukları az bir şeyle ihtiyaçlarını karşılayamayan ahali, durumlarını ibrahim aleyhisselâ- ma anlattı. ibrahim aleyhisselâm taşları toplattı ve kömür gibi yaktı. Bu mucizeyi gören pek çok kimse de iman etti. ibrahim aleyhisselâ- mın mübarek vücuduna ateş tesir etmedi. Nemrûd onu ateşe attığında, Allahü teâlâ; “Ey ateş! ibrahim’in üzerine serin ve selâmet ol” buyurunca, ateş onu yakmadı. Bazan yırtıcı ve yabanî hayvanlar, ibrahim aleyhisselâm ile beraber giderler ve dile gelerek gayet açık olarak onunla konuşurlardı. Bir defasında, hanımı Hazreti Hacer ve oğlu Hazreti ismail ile gö- rüşmek ve onları ziyaret etmek için Mekke’ye gitmişti. şam’a geri dönü- peygamberler tarihi ansiklopedisi 307 iBRAHiM ALEYHiSSELÂM şünde birçok yabanî hayvan, ibrahim aleyhisselâm ile beraber yürüyüp, onunla açıkça konuştular. ibrahim aleyhisselâm duvarların ve dağların arkasını da görürdü. Bu mucizesi, Mısır’a gittiğinde olmuştur. Zevcesi Hazreti Sâre’ye musallat olmak isteyen zamanın kralı Şravun, Hazreti Sâre’yi sarayı- na alınca, ibrahim aleyhisselâm dışarıdan içeriyi seyretmiştir. Sarayın duvarları ona cam gibi olmuş ve gözünden perde kaldı- rılmıştır. Böylece Hazreti Sâre’ye el uzatmaya kalkışan Şravun’un ellerinin kuruyup, ayaklarının tutmayarak yere yıkıldığına şahit olmuştur. ibrahim aleyhisselâ- mın bastığı taşın üzerinde ağaç bitip yeşermiştir. Bu istek, dine davet ettiği bir beldenin ahalisinden geldi. Duâsı neticesinde bu mucizeyi gösterdi. ibrahim aleyhisselâmın oturduğu yerden güzel kokular yayılırdı. Ayrılsa bile, senelerce güzel kokusu oradan çıkmazdı. Hazreti ismail de babasının evine gelip gittiğini, onun kokusundan anlamıştı. Hazreti ibrahim’in çuvala koyduğu çakıl ve kum tanecikleri, Allahü teâlânın izniyle buğday hâline gelmiştir. Bu buğ- dayın bir kısmından ekmek yapıp, kalanını da ekmiş ve bol miktarda mahsul elde ederek malı mülkü çok artmıştır. Duâsı bereketiyle Mekke ve civarında bereket olmuştur. Allahü teâlâ onun hacca çağırmasını en uzak yerlere kadar ulaştırmış ve insanların, “Lebbeyk” diyerek davete icabet etmelerini sağlamıştır. ibrahim aleyhisselâm, uzak mesafelere çok kısa zamanda giderdi. Bu sebeple şam’dan Mekke’ye defalarca gelmesi mümkün olmuştur. ibrahim aleyhisselâmın mucizesi, vefatından sonra da devam etmiştir. Nitekim makamının bulundu- ğu Halilurrahman’da birisi aç kalmış, yiyecek bulamamıştı. Makamına gelerek; “Ey Allahın Halil’i! Açım, muhtacım, bana da ziyafetinden bir hisse ver” diye hâlini arz edince, Allahü teâlânın kudreti ve dilemesiyle, kabrinden bir ekmek bu fakire gönderildi.