Abdullah Bin Mes’ûd (r.a)
Abdullah Bin Mes’ûd – Kur’ân-ı kerîmi açıktan okuyan ilk sahâbî
Abdullah bin Mes’ûd hazretleri, Eshâb-ı kirâmınmeşhûrlarından olup, ilk îmâna gelenlerdendir.
Gençliğinde fakîr idi. Bundan dolayı çobanlık yapıyordu. Bir gün koyun güderken Peygamber efendimiz ve Hazret-i Ebû Bekir ile karşılaştı. Resûlullah efendimiz:
– Ey genç! İçmemiz için sütün var mı? diye sordu. O da:
– Yok efendim, deyince, Peygamber efendimiz, hiç yavrulamamış bir koyunun memesini elleri ile sıvazlayıp, duâ etti. Koyunun memesi derhal süt ile doldu. Hazret-i Ebû Bekir, büyük bir kap getirip doldurdu. Bu sütten içtiler. Peygamber efendimiz sonra: “Çekil, büzül” buyurdu. Koyunun memeleri eski hâline geldi.
Nasıl sağdınız?
Abdullah bin Mes’ûd, olanları hayretler içinde seyretti. Dayanamayıp sordu:
– Bu nasıl oldu? Hiç sütü olmayan koyundan bu kadar sütü nasıl sağdınız? Söylediğiniz duâyı lütfen bana da öğretin.
Peygamber efendimiz, başını sıvazlayıp:
– Allahüteâlâ sana rahmet etsin! Sen Hakkı öğrenebilecek bir çocuksun, buyurdu.
Bu mu’cizeyi gören ve konuşmaları işiten genç:
– Siz sıradan bir kimse değilsiniz. Senin, Cenâb-ı Hakkın Peygamberi olduğuna inandım, deyip Kelime-i şehâdet getirdi ve Müslüman oldu.
Kimse yok mu?
Abdullah bin Mes’ûd hazretleri Mekke’de ilk defa açıktan Kur’ân-ı kerîm okuyan sahâbîdir.
Bir gün Eshâb-ı kirâm, bir yerde oturup sohbet ediyorlardı. İçlerinden biri:
– Resûlullahtan başka, hiç kimse çıkıp da Kur’ân-ı kerîmi müşriklere karşı açıktan okuyamadı. Bunu yapacak kimse yok mu? dedi. İbniMes’ûd hazretleri hemen atılıp:
– Ben okurum, dedi.
– Biz, sana bir zarar vermelerini istemeyiz. Müşriklerin, kabîlesinden korkacakları bir kimse okusun.
– Bırakın gideyim! Siz dua edin! Allahüteâlâ beni korur!
Ertesi gün, Makâm-ı İbrâhim’e gitti. Müşrikler orada toplanmış hâldeydiler. İbniMes’ûd hazretleri Besmele-i şerîfe çekip, “ErrahmânuallemelKur’âne…” diyerek Rahmânsûresini okumaya başladı.
Müşrikler hep birlikte üzerine yürüdüler. Tekme tokat vurmaya başladılar. Yüzü gözü her tarafı yara bere içersinde kaldı. Fakat o, sanki hiç bir şey yapılmıyormuş gibi sâkinsâkinKur’ân-ı kerîmi okumaya devam etti. Okuması bittikten sonra Eshâb-ı kirâmın yanına vardığında dediler ki:
– Korktuğumuz başımıza geldi. Bir daha gidip onların yanında okuma!
– Hayır yine gidip okuyacağım. Müşrikleri ilk defa böyle perişan hâlde gördüm. Onların âcizliği beni çok sevindiriyor. Bana yapılan işkencelerden acı duymuyorum.
O, ertesi günü yine gidip, tekrar okudu. Yine tartakladılar. Hattâ kızgın çöllere yatırıp işkence ettiler. O yine aldırmadan okumalarına devam etti. Sonunda müşrikler çâresiz kaldılar.
Mekkeli müşrikler diğer Müslümanlara yaptıkları gibi, Abdullah ibniMes’ûd’a da çok eziyet ve işkence yaptılar. İşkenceler dayanılmayacak hâle gelince izin ile iki defa Habeşistan’a hicret etti. Resûlullah efendimizin hicret etmesinden sonra, Habeşistan’dan Medîne’ye hicret etti. Burada önce Muâz bin Cebel’in evinde misâfir kaldı. Sonra Mescid-i Nebî’nin yanında bir ev yaptırarak taşındı.
İbniMes’ûd hazretleri, cüssesinden umulmayan kahramanlıklar göstermiştir. Savaşlarda, Resûlullahın yanından ayrılmayıp, canfedâ bir şekilde savaşırdı. Bedir savaşında, küfrü ve îmânsızlığımeşhûrEbûCehil’in başını o kesmiştir.
Savaşta, Eshâb-ı kirâmdan Afra hatûnun çocukları Muâz ve Muavviz, kılıç darbeleri ile EbûCehil’ikımıldayamıyacak şekilde yaralayıp, yıktılar. Öldüğünü zannedip oradan ayrıldılar. Peygamber efendimiz EbûCehil’i merak edip:
– Acaba Ebû Cehil ne yaptı, ne oldu? Kim bakar? buyurarak, araştırılmasını emretti. Aradılar bulamadılar. Gelip durumu bildirince Peygamber efendimiz:
Allahüteâlâ zelil etti
– Aramaya devam ediniz! Eğer onu tanıyamazsanız, dizindeki yara izine bakınız. Birgün ben ve o, Abdullah bin Cûdan’ınziyâfetine gittik. İkimiz de gençtik. Ben ondan biraz büyükçe idim. Orada onu itince düştü, dizlerinden biri yaralandı. Bu iz onun dizinden kaybolmadı, buyurarak Eshâbına kolay tanımaları için işâret verdi.
Bunun üzerine, İbniMes’ûd hazretleri yerinden fırlayıp aramaya gitti. Epey bir aramadan sonra, ölüler arasında ta’rife uygun yaralı birini gördü. Yanına yaklaşıp sordu:
– Sen Ebû Cehil misin?
– Evet, EbûCehil’im.
– Ey Resûlullah düşmanı! Nihâyet Allahüteâlâ seni hakîr ve zelîl etti?
Aldığı yaralardan, acılar içinde kıvranan İslâm düşmanı Ebû Cehil, hâlâ inadına, düşmanlığına devam ediyordu. En ufak bir pişmanlık eseri yoktu. Ebedî olarak, Cehennemde kalmak üzere dünyadan ayrılmakta iken bile mel’ûn hâlâ ağzından kin kusuyordu:
– Ne diye beni zelîl ve hakîr edecek ey koyun çobanı! Hakîr olan sizler olacaksınız! Sen bana zaferden bahset! Kim kazandı kim kaybetti?
– Zafer Allah ve Resûlünün tarafındadır, ey mel’ûn. Artık sonun geldi. Zehir kusan başını, şu iğrenç vücûdundan ayıracağım.
– Doğrusu beni, senin gibi birinin öldürmesi bana çok ağır gelecek.
– İşte Allah ve Resûlüne karşı gelen, onlara düşmanlık besliyenin sonu böyle zelîl olmaktır. Sen ve senin gibi olanların sonları böyle olacak. Burada zelîl olduğunuz gibi, âhırette daha zelîl olacaksınız! Ebedî olarak, Cehennem ateşi ile yanacaksınız. Cehennemde, şimdiki bu hâlinizi çok arayacaksınız. Fakat bulamıyacaksınız.
İbniMes’ûd hazretleri, başını kesmek için EbûCehil’in miğferini çıkartırken:
– Ne olur hiç olmazsa, boynumu gövdeme yakın kes ki, başım heybetli görünsün, diyerek küfrünün, gurur ve kibrinin ne dereceye çıkmış olduğunu gösterdi.
Ümmetin fir’avnı
İbniMes’ûd, EbûCehil’in başını kılıcıyla kopardı. Kılıcını, miğferini aldı. Başına bir ip bağlayıp, sürükliyerekResûlullahınhuzûruna götürdü. Sevinç içinde:
– YâResûlallah! Bu, Allahüteâlânın düşmanı EbûCehil’in başıdır, dedi. Peygamber efendimiz de:
– O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur, buyurdu.
Sonra İbniMes’ûd hazretleri ile beraber, EbûCehil’in cesedinin yanına gitti. Ona hitap ile:
– Allahüteâlâyahamd olsun ki seni zelîl ve hakîr kıldı. Ey Allahın düşmanı! Sen bu ümmetin fir’avnı idin! buyurdu.
Hazret-i Abdullah bin Mes’ûd, Uhud’da, Hendek’te, Biat-ı Rıdvan’da, Mekke’nin fethinde ve Tebük seferlerinde bulundu. Peygamber efendimizin vefâtından sonra da Yermük harbine katıldı. Kûfe kadılığına tayin olundu. Orada hazine muhafızlığı da yaptı. Hazret-i Ömer, Kûfe halkına yazdığı mektupta şöyle diyordu:
– Ey Müslümanlar! Size iki arkadaşımı yolluyorum. Ammârvâlî, Abdullah kâdı olacaktır. Onları dinleyiniz ve söylediklerini yapınız. Çünkü ikisi de ResûlullahınEshâbından olup, Bedir kahramanlarındandır. İbniMes’ûd’u yanımda alıkoymayarak sizi kendime tercih ettim. Kendisi aynı zamanda beytülmâl hesaplarına da bakacaktır.
Günâhtan şikâyet
Hazret-i Osman’ın son zamanlarında Medine’ye döndü. 60 yaşının üzerinde iken hastalandı. Halife Hazret-i Osman, ziyâretine geldi. Dedi ki:
– Bir isteğin mi var?
– Allahüteâlânın rahmetini isterim.
– Bir tabib getirelim mi?
– Hâcet yok! Beni hasta eden tabibdir.
Bu hastalıktan vefât etti. Cenâze namazını Hazret-i Osman kıldırdı. Vasiyeti üzerine Cennet-ül-Bakî Kabristanına defnedilmiştir.
Abdullah bin Mes’ud, Resûlullahın huzurunda, meclislerinde sık sık bulunurdu. O derece ki, Resûl-i ekreminEhl-i beytinden olduğu sanılırdı. Resûlullahın eşyalarını taşırdı. Onlara hürmetinden çok güzel giyinirdi.
Peygamber efendimiz, Abdullah bin Mes’ûd’uKur’ân-ı kerîm öğretenlerin başında sayardı ve, “Kur’ân-ı kerîmi, İbniMes’ûd, Salim, Übey bin Ka’b ve Muaz bin Cebel’den öğrenin!” buyururdu. 70 sûreyiResûlullahınmübârek ağızlarından işiterek ezberlemiştir. Âsım, Hamza, Kisaî, Halef, A’meş gibi meşhur kırâatimâmlarının silsilesi, İbniMes’ûd’da son bulmaktadır.
Resûl-i ekremKur’ân-ı kerîmi ondan dinlemeyi çok severdi. Peygamber efendimiz bir gün ona buyurdu ki:
– Nisa suresini oku, dinleyelim.
– Kur’ân-ı kerîm size indi. Biz O’nu sizden okuduk ve sizden öğrendik. Resûl-i ekrem bunun üzerine buyurdu ki:
– Evet öyledir. Fakat ben Kur’ân-ı kerîmi başkasından dinlemeyi severim.
İbniMes’ûd okumaya başladı. Meâlen; (Halleri ne olacak? Her ümmetten bir şahit getireceğimiz zaman…) Nisa: 41]âyet-i kerimesine gelince, Resûlullahınmübârek gözlerinden yaşlar boşandı.
İbniMes’ûd gibi
İbniMes’ûd hazretleri, Kur’ân-ı kerîmi çok güzel okurdu. Hazret-i Ömer anlatır:
Bir gün Resûlullah efendimiz, Hazret-i Ebû Bekir ile Müslümanların durumunu konuşuyordu. Ben de yanlarındaydım. Sonra beraber dışarı çıktık. Baktık, tanımadığımız biri mesciddeKur’ân-ı kerîm okuyor. Resûlullah efendimiz dinlemeye başladı. Daha sonra da bize dönüp buyurdu ki:
– Kim Kur’ân-ı kerîmi indiği andaki tazeliği ile okumaktan hoşlanıyorsa, İbniMes’ûd gibi okusun!
İbniMes’ûd hazretlerinin vücûdu zayıf yapılı idi. Peygamber efendimiz birgünEshâbına buyurdu ki:
– Siz İbniMes’ûd’un vücutça zayıf olduğuna bakmayın. Mîzânda hepinizden ağırdır.